"Türkiye'nin yükselişi" bugünlerde dünyanın öncelikli tartışma konusu. Uzunca zamandır, detaylarıyla, örnekleriyle bu sürece not etmeye, aktarmaya devam ediyoruz. Bunu, sadece kendi bakışımızla, hamasi bir yaklaşımla değil, dünyanın tartışma biçimiyle de örneklemeye çalışıyoruz.
Önceleri merak ve dikkatle hatta teşvikle izlenen Türkiye, son zamanlarda uyarı, şantaj, tehdit gibi yaklaşımlarla birlikte sorgulanır oldu. Hemen her gün ABD ve Avrupa basınında yer alan değerlendirmelerde "Türkiye nereye gidiyor", "Türkiye Batı'ya sırtını dönüyor", "Türkiye hata yapıyor" türü yorumlar son günlerde içeride de etkili oldu. Bazı çevreler tartışmayı daha doğrusu bu algılama biçimini hemen ithal edip "içeriden" tehditler savurmaya başladılar.
Ama namuslu yazarlar da var. Rasyonel değerlendirmelerle Türkiye'nin ne yapmaya çalıştığını anlamaya ve anlatmaya çalışanlar da var. Bunlardan biri Patrick Seale. Türkiye'nin yükselişini konu alan 2 Kasım tarihli yazısında, gerçekçi tespitlerde bulunuyor. Türkiye'nin Ortadoğu'da oyunun kurallarını yeniden yazdığını vurgulayan Seale, Irak işgalinin bölgedeki güç dengesini tamamen bozduğunu, İran'ın lehine ortam oluşturduğunu, İran-İsrail çekişmesini öne çıkardığını, çatışmadan güç devşiren ülkelerin hareket alanını genişlettiğini teslim ettikten sonra Türkiye'nin ABD ceketini çıkartarak güçlü ve bağımsız bir aktör olarak öne çıkmaya başladığını belirtiyor.
Barışçı diplomasiyi ve yumuşak gücü kullanan Türkiye'nin etkisinin Ortadoğu'dan Orta Asya'ya, Balkanlar'dan Kafkaslar'a uzandığına işaret eden yazar, çatışmacı güçlerin dışında Türkiye'nin istikrar gücü olarak güç kazandığını ifade ediyor. Avrupa Birliği olmadan Türkiye olamayacağını hatırlatan yazar, artık Türkiye olmadan AB'nin olamayacağına vurgu yapıyor.
Şüphesiz bu yeni durumu en iyi özetleyenlerden biri de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Doğu-Batı tartışmalarına nokta koyar şekilde açıklamalar yapan Gül, Slovakya ziyareti sırasında "ders verir" nitelikte cümleler kullandı. Tartışmaya katılanları, samimi olanlar, kıskançlık duyanlar ve bilgisizler olarak üçe ayıran Cumhurbaşkanı'nın "kıskançlık duyanlar" için kullandığı ifadeler şöyle:
"Alışık olmadıkları şekilde Türkiye'nin serbest, bağımsız ama gayet dikkatli ve etkili bir dış politika takip ettiğini ve bunun herkes tarafından nasıl saygınlıkla karşılandığını görüyorlar. Bazı telkinlerini dinlemeyen Türkiye'nin haklı çıktığını görüyorlar. Türkiye engagement (dışlamayıp yapıcı bir şekilde müdahil olma) politikaları izledi. Bunu hep tehlikeli gördüler, 'aman bunu yapma, böyle yapma, biz ne yapıyorsak aynısını yap' diyenlere karşı Türkiye, 'hayır benim konumum farklı' dedi ve bu politikaları izledi. Bunun doğru neticeler verdiğini gördüler ve şimdi onlar da bunu tavsiye ediyorlar. Yani kıskançlık biraz burada. Ve Türkiye'nin parlayan bir yıldız olduğunu, örnek alındığını görüyorlar. Eskiden hep kendileri örnek alınırdı. Etki alanlarının Türkiye'nin lehine kaydığını görüyorlar. Bundan kıskançlık duyuyorlar açıkçası."
Etki alanlarının Türkiye'nin lehine kayması, "parlayan yıldız" gibi gerçekleri kıskançlıkla karşılayanlar dışarıda çok fazla. Ama bir o kadar da içeride olduğunu biliyoruz. Cumhurbaşkanı'dan birkaç söz daha aktaralım:
"Türkiye on sene sonra hiç kimsenin düşünemeyeceği hale gelecek. 2002 veya 2001 yılında Türkiye'nin 7-8 sene içinde bir trilyon dolarlık gayrisafi milli hasılaya geleceğine kim inanıyordu? Türkiye'nin hedefi dünyanın ilk onu arasına girmek. İnanın ki, bu olur." "Fransa'da en çok neden rahatsız oldular biliyor musunuz, Türkiye'ye böyle engel çıkartan insanlar karşısında ben hiçbir zaman yalvarmadım. 'Gerekirse biz Norveç gibi olacağız' deyince, hepsi rahatsız oldu."
"AB, bu gidişle böyle devam etsin, on sene sonra dünyada dikkate az alınan bir grup, bir güç olur. On sene bugünkü politikasıyla devam etsin, on sene sonra global oyuncu olmaz."
Peki bu süreç hep böyle mi devam edecek? Amaç bu ve böyle devam etmek zorunda. Ancak yaşadığımız bölgede çatışmaya yatırım yapanların, bölge dışı aktörlerin müdahalelerini her zamanki gibi devam ettiğini ve "oyun bozma"ya dönük ciddi bir çaba olduğunu biliyoruz. Oyun bozma girişimleri her geçen gün daha da dikkat çekici hale geliyor. Mesela;
Lübnanlı yetkililer, İsrail'in Lübnan'a saldırı hazırlıkları içinde olduğunu dünyaya duyurdu. İsrail-Hizbullah savaşının devamı her an gelebilir. Bu ciddi bir endişe.
İsrail Genelkurmay Başkanı Gabi Eşkinazi, ülkesinin Gazze'ye yeniden saldırması için hiç bir engelin bulunmadığını açıkladı. Eşkinazi açık bir şekilde, İsrail ordusunun Filistinli direnişçilerin füze rampalarına karşı mücadele etmek için Gazze şeridinde yerleşim merkezlerine saldıracakları tehdidinde bulundu. Türkiye'nin ve dünyanın büyük tepkisini çeken, İsrail'in dünyadan adeta tecrid eden Gazze katliamı da, Lübnan saldırısı gibi fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Her iki savaşta ve cephede de İsrail, ayaklarına kurşun sıktı, güçlü imajına ağır darbe vurdu, bölgede dar bir alana sıkıştı. Bundan sonraki saldırının sebebi Hizbullah ya da Hamas olmayacak. Siyasi anlamda tükenen, bölgesel nüfuzunu büyük oranda kaybeden, köşeye sıkışan, Türkiye'nin yapıp ettikleriyle elindeki kartları birer birer kaybeden İsrail, "oyun bozucu bir senaryo" ile şaşırtıcı hareketlerde bulunabilir. İşte bu, Türkiye'nin hesaplarına darbe vuracak, bölgeyi eski çatışmacı aktörlerin eline bırakacak bir girişim olacaktır.
Kim bilir, belki de Türkiye'yi bu şekilde durdurmaya çalışacaklar!