"Türlü yollardan demokrasisinin ırzına geçilmiş"

Darbe günlükleri, Jitem, susurluk, Şemdinli. Artık gizlisi saklısı kalmadı. Türkiye’de rejim bir andropoz erkeği gibi davranmaya başladı. Çoluk çocuğun diline dolanmaktan, gülünç duruma düşmekten endişe etmiyor.

Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer DİSK Başkanı Süleyman Çelebi'yi arayarak geçmiş olsun dileklerini iletti. CHP 1 Mayıs için Meclis'te gensoru önergesi verdi. 1 Mayıs günü DİSK'in önünde polisle çatışan Halkın Kurtuluş Partisi yayınladığı bir bildiride "namuslu, laik, yurtsever Savcı Abdurrahman Yalçınkaya'ya" sahip çıktı. Başörtülü öğrencilere karşı üniversitelerde en öfkeli eylemleri yapan TKP, Gencay Gürsoy'un tutuklanması sonrasındaki basın açıklamasına kalabalık bir şekilde katıldı.

Boşverin.

Biz yine de büyük hikayeye bakalım.

Hafıza-ı demokrasi de nisyan ile malul olmasın. Yalanın başını kaçırmayalım.

Dünmüş gibi hatırlayalım. 1929 kriziyle Avrupa'nın pek çok ülkesinde totaliter yönetimler kurulmuştu.

İtalya'da Mussolini daha da evvel iktidara geldi. 1933'de Portekiz'de Salazar, Almanya'da Hitler, 1936'da Yunanistan'da Metexas, İspanya'da Franko rejimleri kuruldu. Aynı tarihlerde Romanya, Bulgaristan, Avusturya, Macaristan, Yugoslavya, Litvanya, Estonya'da totaliter rejimler iktidarları ele geçirdiler.

1930'larda Türkiye'de de tek parti rejimi kuruldu, uzun süre devam eden bizim de bir ideolojimiz olsun arayışlarıyla içi biraz sağdan biraz soldan "biz bize benzeriz" diyerekten doldurulan Kemalizm devletin resmi ideolojisi ilan edildi.. Şeflik düzenine geçildi. Tarihçilerin dili bu devre faşizm demeye varmıyor. Kooperatizm diyoruz kibarca.

İspanya'da 1975'e kadar iktidarda kaldı Franko. 1974'de Yunanistan'da, Portekiz'de yıkıldı totaliter rejimler. Diğer ülkelerde de rejimler değişeli, demokrasiye geçeli çok oldu.

Biz ise 2008 itibarıyla iktidar partisini kapatmaya çalışan, hukuk sistemi siyasallaşmış, en vahşisinden, postmodernine, e-muhtırasından, hukuk darbesine türlü yollardan demokrasisinin ırzına geçilmiş, Kürt vatandaşlarını kaybetmek üzere olan, devletin çeteleştiği, çetenin devletleştiği, en modern şehrinin orta yerinde polisin kadınların kafasına tekme attığı, kadınların başörtüsü takma özgürlüğü yüzünden ikiye bölünmüş bir ülke olarak kaldık.

Büyük hikayemiz budur. Büyük hikayenin yanında diğer küçük hikayeler kapatılan partiler, yenilen biber gazları ancak çok yersek ana yemeğe iştahımızı bırakmayacak ara sıcaklar, soğuklar cinsinden kalır.

Büyük hikayemiz hiç değişmedi. Ve her gün yeni küçük hikayelerle kendini tazeliyor. Yalanın kuyruğunun ucu görünmez oldu artık.

193o'dan beri totaliter rejimimiz batıyla ilişkileri şen tutmak için çeşitli kılıklara girdi, demokrasicilik oynadı, kibar, centilmen bir bey taklidi yaptı, üstüne yakışmayan fraklar giydi, ıkına, sıkıla bale, opera gezdi durdu. Ama şimdi o farkın dikişleri tutmaz oldu, altından beyaz çorap, yün fanila, bağlamalı don dışarıya fışkırdı.

Daha da kötüsü bir çeşit menopoz, andropoz dönemine girdi rejimimiz. Sürekli sıcak basıyor, "Artık yetti be diyor, kendi hayatımı yaşamak istiyorum. Elden ne gelir kafaya koymuş, aklına ne gelirse yapacak, dilediği gibi davranacak bundan sonra.

Şimdi karşımızda Ergenekon'undan , Susurluk'una, Jitem'inden, andıçlarına artık hiçbir gizli saklısı kalmayan, "Yaşanmışlıklarıma saygı duyuyorum, pişman değilim, özür de dilmeyeceğim, bu benim hayatım" diyen bir rejimimiz var.

Yaptırımsız alenileşme meşrulaştırır sözü doğrulanıyor.

Ölüm korkusuyla yaşama fena halde sarılmış birinden daha tehlikeli ne olabilir? Kendini tehlikede hisseden rejimimizin kendi her canlıda bulunan en vahşi varlığını koruma geni harekete geçti bir kere. O yüzden bu kadar kaba saba, ölçüsüz, teklifsiz.

Bu mahallede hukuk benim demekten de artık utanmıyor. İçip içip mahallenin ortasında bağırıyor. Geleceğimizin önünde lastik yakıp, barikat kurmuş bir adım daha ileriye giderseniz şişlerim diye elinde bıçak bizi tehdit ediyor. Ne zaman ne yapacağı belli olmayan çılgın bir sokak serserisi gibi rejimimiz.

Birbirimize bakıp duruyoruz.

Peki nasıl oldu bu? Aynı kuşaktan akranları yıllar önce çözülüp, dağılmışken, yok olup gitmişken, bizim totalitarizmimiz bugünlere kadar nasıl ulaştı, bu çöplüğün horozu olarak kalmayı nasıl başardı? Ne yer ne içer, nasıl beslenir, kendine nasıl bakar? Uzun yaşamının sırrını neye borçlu?

İlk akla gelen cevaplar aslında basit: Her iyi totalitarizm gibi iyi toplum mühendisliği yaparak, iktidarını toplumsal çatlaklar üzerinden kurarak, zencileri zencilere kırdırarak, konjektürel ittifaklarla farklı grupların bir araya gelmesini engelleyerek.

Ölümcül korkusu bir gün mahallelinin "elele verip şu adamdan bir kurtulalım" demesi. Ama mahalleli bu serseri çetesiyle birlikte yaşamanın bin bir yolunu buldu, onu kendi hesaplarında taşeron yapmayı bildi, kavgalarını onun üzerinden vermekten vazgeçmedi, bir araya gelemedi.

O da bu ölümcül korkuyu riske etmedi hiç. Bir eli hep mahallenin içinde kaldı. Her zaman ona içerden bilgi verecek muhbir vatandaşlar buldu. Bazen topladığı haracı bölüştü, bazen birlikte racon kesti. Ama her zaman yanında mahalleden de bazı çocuklar bulundu. Mahallenin hassas noktalarını, gizli sırlarını, mahallede kimin kime kıl olduğunu keşfetti, mahalledekilerin tek tek zaaflarını, açıklarını buldu. Zamanı geldikçe oralara doğru hamleler yaptı, mahallenin ana sinir damarlarını elinde tutmayı başardı.

Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer DİSK Başkanı Süleyman Çelebi'yi arayarak geçmiş olsun dileklerini iletti. CHP 1 Mayıs için Meclis'te gensoru önergesi verdi. 1 Mayıs günü DİSK'in önünde polisle çatışan Halkın Kurtuluş Partisi yayınladığı bir bildiride "namuslu, laik, yurtsever Savcı Abdurrahman Yalçınkaya'ya" sahip çıktı. Başörtülü öğrencilere karşı üniversitelerde en öfkeli eylemleri yapan TKP, Gencay Gürsoy'un tutuklanması sonrasındaki basın açıklamasına kalabalık bir şekilde katıldı.

İşte buralarda hayat böyle devam edip gidiyor. Sizden ne haber?

taraf

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak :Biyolojik bir savaşın içindeyiz
Abdurrahman Dilipak: Emekli olmanın dayanılmazlığı üzerine
Ali Bulaç yazdı: Davutoğlu'nun İslami camia ile toplantısı, Suriye'de Esad'ın devrilişi...
Abdurrahman Dilipak: Yeni salgınlar kapıda!
Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak