Nice müslüman, dinlerini temiz kaynaktan öğreneceklerine, bulanık ve karışık eser ya da sözleri tercih ettiklerinden; hakla bâtıl, doğru ile yanlış, ibâdet ile bid'at karışmış; ucuzcu, kolaycı, kestirmeden cennet vaad eden anlayışları din yerine koymuştur. Üç aylar hakkında önce sahih hadislere bakalım; sonra da uydurmalara:
İbn Abbâs (r.a.) şöyle dedi: “Rasûlullah (s.a.s.) Receb ayında bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki biz, ‘(gâliba) hiç yemeyecek (ayın her gününde tutacak)’ derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz, ‘(gâliba) hiç tutmayacak’ derdik.” (Buhârî, Savm 53; Müslim, Sıyâm 179, hadis no: 1157; Ebû Dâvud, Savm 55, h. no: 2430)
Âişe (r.a.)anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) (bazen) oruca öyle devam ederdi ki, ‘(bu ay) hiç yemeyecek’ derdik. Bazen de öyle devamlı yerdi ki, ‘(bu ay) hiç tutmayacak’ derdik. Ben, onun Ramazan dışında bir ayı tam olarak tuttuğunu görmedim. Herhangi bir aydan Şâban ayında tuttuğundan daha fazla tuttuğunu da görmedim.” (Buhârî, Savm 52; Müslim, Sıyâm 175, hadis no: 1156; Ebû Dâvud, Savm 56, 59, h. no: 2431, 2434; Tirmizî, Savm 37, h. no: 736; Nesâî, Savm 70; Muvattâ, Sıyâm 56)
Peygamberimiz; “Şa’bân ayında oruç tutmanın çok fazîletli olduğunu” (Tirmizî, Zekât 28, hadis no: 663; Nesâî, Savm 70) bildirmiştir.
Özellikle üç aylar denilen Receb, Şâban ve Ramazan ayının tüm günlerini peş peşe oruçlu geçirmek sünnette olmayan, sonradan uydurulmuş bir davranış biçimidir. Bazı insanların önemli bir sünnet gibi Receb ve Şâban ayının tümünü oruçla geçirerek oruç aylarını üçe çıkarmaları doğru değildir. Peygamberimiz böyle bir ibadet yapmadığı için üç ay peş peşe oruç tutmak bid’attir, sevap yerine günaha girmektir. Bunun yanında, Receb ve Şâban ayının bazı günlerinde oruç tutup bazı günlerini oruçsuz geçirmek fazîletlidir. Ümmü Seleme (r.a.) anlatıyor: “Ben Rasûlullah (s.a.s.)’ın Şâban ve Ramazan dışında iki ayı peş peşe tam olarak oruçla geçirdiğini görmedim.” (Tirmizî, Savm 37, hadis no: 736; Ebû Dâvud, Savm 11, hadis no: 2335; Nesâî, Savm 70). Buhârî ve Müslim başta olmak üzere çoğu hadis kitaplarında yer alan hadise göre ise, Âişe annemiz, Rasûlullah (s.a.s.)'ın Ramazan dışında bir ayı tam olarak oruçlu geçirdiğini görmediğini söylemiş, buna rağmen başka aylarda tutmadığı kadar Şâban ayında nâfile oruç tuttuğuna şâhit olduğunu belirtmiştir.
Ramazan ayını karşılamak için, bir-iki gün önceden oruca başlamak da doğru değildir. Bu, hıristiyanların farz oruca yaptığı ilâvelere benzer. “Sizden kimse, Ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamasın. Eğer bir kimse, önceden oruç tutmakta idiyse, orucunu tutmaya devam etsin.” (Buhârî, Savm 14; Müslim, Savm 21, h. no: 1082; Ebû Dâvud, Savm 11, h. no: 2335; Tirmizî, Savm 2, h. no: 684; Nesâî, Savm 31, 32)
Üç tanesi Receb ve Şa'ban ayında değerlendirilen "kandil gecesi" denilen geceler ve o gecelerde yapılan özel nâfile namazlarla ilgili bütün hadis rivâyetleri uydurmadır. Asr-ı saâdette bu gecelerde, bu geceye has özel namaz kılınması bir tarafa, Kadir gecesi dışında bunlar kutlanılmıyordu bile (kandil yoktu ki gecesi olsun; hoş, şimdi de kandil yok; artık ampul gecesi, floresan gecesi denmeli).
Dini öyle tahrif etmeye yeltendiler ki, günlük hayatta yaşanması gerekmeyen, bazı kandil gecelerine hasredilen bir din. Haramlar ve farzlar çiğnenebilir, tevhid önemsenmeyebilir, şirk yok sayılabilir; kandil gecelerine önem verilerek her şey hallolabilir” şeklinde bir anlayış yaygınlaştı. Hayattan, günden çekilen din bazı gecelere yüklenilmiş oldu. Allah’ın kitabında emredilip Peygamberin sünnetinde uygulaması gösterilen din halkın umurunda değil; hatim indirmeler, ölülere Yâsin göndermeler, kandil geceleri, türbe ziyaretleri önemlidir şeklinde bir algı, bid’atçi ve hurafecilerin din anlayışıdır. Hele bugünlere ait, güncel hurafeler ve bid’atler olayları nereye sürüklüyor? Mübarek şifalı sidiklerle, kişinin her tarafına sürmesi tavsiye edilen sümükü şeriflerle beraber, âyetleri viyagra niyetiyle kullanıp ayeti okuyup suyunu şeyine sürmelerle kandil kutlanılırsa tam ehl-i sünnet olunur, cennetin kapıları ardına kadar açılır” diye bas bas bağıranlar bu hurafeci anlayışı insanlara hak din diye sunmanın vebalini nasıl ödeyecekler? İnsanlar, Allah'ın gönderdiği dini tahrif etmeden yaşamayı değil de; kolay yoldan Cennete gidivermeyi, bir-iki gece nâfile namazla, bir-iki geceyi ihyâ ile tüm senenin ibâdetlerini unutturuvereceklerini düşünüyorlar. Bir dahaki seneye kadar da yine câhilî hayatlarına devam edip sonraki kandil geceleriyle işi halletmeyi hedefliyorlar. Bu konuda nice yarım hoca da, bu yanlışa ortak oluyor, hatta böyle tahrif edilerek basitleşmiş din anlayışını, bol keseden sevap ve ucuz cennet vaadini onlar icat ediyorlar. Bu konuda vâizlerin dilinden düşmeyen, Peygamber hadisi diye takdim edildiği halde uydurma olduğu kesin bazı rivâyetleri hatırlatalım:
“Gecelerin en büyüğü dörttür: Recep ayının ilk gecesi, Şa’bân ayının on beşinci gecesi, Ramazan ve Kurban Bayramı geceleri.”
“Cennette Receb adında, sütten daha beyaz, baldan daha tatlı bir nehir vardır. Kim Receb ayında bir gün oruç tutarsa Allah (c.c.) onu bu nehirden sulayacaktır.”
“Receb ayının ilk gecesinde on rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fâtiha, Kâfirûn ve üç İhlâs okunur.”
“Receb ümmetimin ayıdır. Onun diğer aylardan üstünlüğü, ümmetimin diğer ümmetlerden üstünlüğü gibidir. Şâbân benim ayımdır. Onun diğer aylardan üstünlüğü benim diğer peygamberlerden üstünlüğüm gibidir. Ramazan Allah’ın ayıdır. Onun üstünlüğü ise Allah’ın, mahlûkatı üzerine üstünlüğü gibidir.”
"Reğâib namazı on iki rekâttır. Receb ayının ilk Perşembe günü oruç tutulur. O gün akşamla yatsı arasında on iki rekât namaz kılınır. Her iki rekâtta selâm verilir. Her rekâtta Fâtiha'dan sonra üç defa Kadir Sûresi ve on iki defa da İhlâs okunur. Namazdan sonra şu salevât okunur: 'Allahumme salli alâ Muhammedini'n-Nebiyyi'l-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim.' Sonra secdeye varır ve yetmiş kerre 'Sübbûhun Kuddûsun Rabbu'l-melâikeh' der. Başını secdeden kaldırır ve şöyle duâ eder: 'Ey Rabbim, beni affet, bana acı. Bildiğin hatalarımı bağışla. Çünkü Sen çok güçlü ve kerem sahibisin.' Tekrar secdeye varır. Tesbihi tekrarlar ve secdede iken Allah'tan ihtiyacını ister. Tesbihi tekrarlar ve secdede iken Allah'tan ihtiyacını ister. Böyle yaparsa inşaallah isteği yerine gelir."
"Receb ayının ilk Cuma gecesi olan Reğâib gecesinde kılınan namazdan sakın gaflet etmeyin. Kim o gecede namaz kılarsa, Allah (c.c.) ve melekleri ertesi yıla kadar ona rahmet ve duâda bulunur. O kişi dünyada İslâm ile yaşar, iman ile buradan ayrılır ve kıyâmette iyilerle beraber haşrolur.
"Kim Receb ayının bir gecesinde, akşam namazından sonra, yirmi rekât namaz kılar, her rekâtta Fâtiha ve İhlâs sûrelerini okur ve on selâmda bu namazı edâ ederse, Allah o kimseyi, âilesi ve yakınlarını belâ ve musîbetlerden korur."
"Miraç namazı, Receb ayının yirmi yedinci gecesi Fâtiha ve İhlâs Sûresi ile on iki rekât olarak kılınır. Sonra, yüz kere 'Sübhânallahi ve'l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber', yüz kere istiğfâr ve yüz kere salevât-ı şerîfe okunur. Sonra da kişi kendisi için duâ eder ve oruçlu olarak sabahlar."
"Kim, Berat gecesinde yüz rekât namaz kılar, her rekâtta Fâtiha ve on beş kerre İhlâs sûresi okursa, Allah Teâlâ, onun üzerine beş yüz bin melek indirir. Her melekte nurdan bir defter vardır. Kıyâmete kadar onun sevâbını yazarlar."
“Allah (c.c.) Ramazan ayının ilk günü sabahında, hiçbir müslümanı bırakmadan hepsini mağfiret eder.”
Tekrar belirtelim; örnek olarak verdiğimiz bu on rivâyet ve benzerleri, hadis değil, uydurmadır. Daha bunlar gibi nice uydurmalar Peygamberimiz'e, dolayısıyla Din'e iftirâ edilerek sevap niyetiyle cehenneme minder taşınmakta, tamamlanmış Din'e ilâve ibâdetler eklenerek bid'at ihdâs edilmektedir.
“İnsanların din diye önemsediği şeyleri de elinden alırsak, din tümüyle yok olur. Bırakın halk kandil geceleri olsun ibadet etsin, kandilleri kutsasın. Nazar boncuğunda şifa arasın hiç olmazsa onlardan da mahrum olmasınlar.” deniliyor.
Bu yaklaşım, Peygamberimiz "her bid'at, insanı ateşe sürükleyen dalâlettir" dediği halde, tarihte bid'atleri ikiye ayırıp bazılarını bid'at-i hasene yakıştırması ile kutsayan bir anlayıştır. ‘Bid’at’ sözlükte, daha önceden bir örneği olmaksızın yapılan, sonradan icat edilen şey (muhdes) demektir. Kavram olarak ‘bid’at’; Şeriata karşıt olması sebebiyle onunla ters düşen ve onda bir fazlalık ya da noksanlığa neden olan şeydir. Bid’at, Sünnetin zıddı olarak kullanılmaktadır ki, Şârî’nin (din koyucunun) açık ya da dolaylı, sözlü ya da fiilî izni olmaksızın, dinde sahâbeden sonra ortaya çıkan eksiltme ya da fazlalaştırmadır. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “(Dinde) Sonradan ortaya çıkan her şey bid’attir; her bid’at dalâlettir/sapıklıktır ve sapıklık insanı ateşe sürükler.” (Müslim, Cum'a 43, h. no: 867; Ebû Dâvûd, Sünnet, h. no: 4606; İbn Mâce, Mukaddime 7, h. no: 45-46; Nesâî, Iydeyn 22) “Allah (c.c.) bid’at sahibinin, orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, infâkını (hayır yoluna harcamasını), şâhitliğini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi dinden çıkar.” (İbn Mâce, Mukaddime 7, h. no: 49)
Bu kadar tehlikeli ve imandan ayırıcı olan bid’at konusunda müslümanların doğal olarak duyarlı olmaları gerekir. Allah (c.c.) kendi dini olan İslâm’ı peygamberinin tebliği ile insanlara ulaştırmış ve onu tamamlamıştır (5/Mâide, 3). Hz. Muhammed (s.a.s.) yaşayarak ve uygulayarak İslâm'ın ne olduğunu ortaya koymuştur. Hiç bir insanın bu dine müdâhale hakkı yoktur; kimse ne dinden eksiltme yapabilir ne de ona bir şey ilâve edebilir. Ancak, değişen zamana göre, gelişen ilimler doğrultusunda yeni şeyler icat edilir, yeni buluşlar ve teknikler, hatta yeni görüşler ortaya çıkabilir. Bid’at’ın sözlük anlamına takılarak, yeni ortaya çıkan her şeye bid’at demek mümkün değildir. Bu hem Din’i anlamamak, hem de Din’in mubah (helâl) alanını haksız olarak daraltmak, Din’in uygulanmasını zorlaştırmaktır.
Peygamberimiz'in deyişiyle bütün bid’atler merduttur (reddedilmiştir). Hiç birinin İslâm'a göre bir değeri ve hükmü yoktur. Çünkü böyle bir şey, İslâm’da eksiklik veya fazlalık olduğu düşüncesine dayanır. Hâlbuki Din Allah (c.c.) tarafından insanlar için beğenilip gönderilmiş ve tamamlanmıştır. Onda eksik veya fazla bir şey yoktur. Bid’atçıların bir kısmı Kur’an’a ve Sünnet’e aykırı inanç ve amelleri uydurup İslâm'a sokarlar, onları Din'denmiş gibi sunarlar. Bazıları da İslâm'ı daha iyi yaşamak, daha dindar bir müslüman olmak amacıyla yeni ibâdet ve inanış türleri uydururlar. Her iki tutum da yanlıştır. İnsanlara düşen görev, İslâm'ın, olmayan eksikliklerini bulup kendi akıllarınca o eksiklikleri gidermek değil; İslâm'a hakkıyla teslim olarak ellerinden geldiği kadar onu yaşamaktır. Unutmamak gerekir ki, hiç kimse İslâm'ı Hz. Muhammed (s.a.s.)’den daha güzel yaşayamaz, O’ndan fazla dindar olamaz.
‘Güzel bid’at, kötü bid’at’ tanımları net değildir. Hangi inanış, hangi amel ve âdet bid’attır, hangisi güzeldir, hangisi kötüdür? Bu gibi değerlendirmeler kişilere ve kültürlere göre değişebilir. Bid’atın sınırlarını kim ve nasıl çizecek? Tarihte ve günümüzde hemen hemen her grup (hizip) kendi düşündüğünün ve yaptığının doğru, diğerlerinin yaptıklarını yanlış görmektedir. Her grup, kendi görüşlerini ve eylemlerini Kur’an ve Sünnete dayandırma iddiasındadır. Hiç kimse de yaptığının bid’at olduğunu kolay kolay kabul etmez. Her bir bid’at, müslümanın hayatından bir sünneti alıp götürür. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Sünnetini iyi tanıyanlar ve onu bir hayat olarak yaşayanlar bid’atlerin tuzağına düşmezler.
Bu açıklamadan sonra, bu itirazvari sorunun cevabına geçebiliriz: “İnsanların din diye önemsediği şeyleri de elinden alırsak, din tümüyle yok olur. Bırakın halk kandil geceleri olsun ibadet etsin, kandilleri kutsasın.” "Halkın bu tarz dinî algıları boşa çıkartılırsa, dinin etkisini pek az hisseden insan tipine, dinî olanı nasıl vereceğiz?" Din, Allah’ın istediği şekilde verilmediği, bid'at ve hurâfeden arındırılmadığı, hakka bâtılın karıştırıldığı, hakkın ketmedildiği, halk veya yönetimin yanlış din anlayışına karşı çıkılamadığı için tebliğin bereketi olmuyor. Din adına neyi vereceğimizi bildiren Din, nasıl vereceğimizi de bize açıklar. Kur'an okumayan, sahih Sünnetle ilgisi olmayan kimseler, iyi niyetle de olsa, Dine, topluma ve kendine zarar verirler. Kaş yaparken göz çıkarmak buna denir. Yarım hoca olup din yapmak adına din yıkmak, Dini Kur'an ve Sünnet çizgisi dışına çıkartmak ya da çıkaranlara duyarsız kalmakla olmaktadır. Her türlü bid’at ve hurafeden kaçıp tevhid dinine, Kur’an’ın anlattığı ve Rasûl’ün uyguladığı dine yönelerek arınalım, Allah’ın rızasını ancak bu şekilde kazanabiliriz. Unutmayalım, hıristiyanlık ve yahudilik, dinden eksilterek değil, dine ilavelerde bulunularak tahrif edildi. Haydi Kur’an’a! Dini esas sahibinden öğrenmek ve yanlışlarımızı tashih etmek için! Haydi Rasûl’ün sahih sünnetine! Kur’an’da emredilen dini dosdoğru yaşama biçimini öğrenmek ve dosdoğru yaşamak için...