Usame Bin Ladin operasyonundan sonra Pakistan'da tuhaf saldırılar oluyor. Görünüşte El Kaide misillemesi ya da Pakistan Talibanı'nın intikam saldırıları... Ancak Hindistan'da Mombai, Türkiye'de İskenderun'da yaşanan saldırıların benzerini Pakistan'da Karaçi'de gördük. Hepsi deniz kıyısında, liman kentleri.. Klasik terör saldırılarının ötesinde, son derece iyi planlanmış, bu tür saldırılar için yıllarca eğitim almış kişilerle yapılan, stratejik hedeflere yönelen, örgüt perspektifini aşan saldırılar bunlar.
Bir grup kişi Karaçi'deki deniz üssüne saldırdı. On altı saat süren çatışmalar Pakistan ordusunu şaşkına uğrattı. Öyle ki, güçlü Pakistan ordusunun on beş kişilik silahlı grubu, üstelik bu kadar önemli bir donanma üssünden uzaklaştıramaması büyük itibar kaybı olarak yorumlandı.
Saldırganlar Pakistan askerlerinin bile sahip olmadığı silahlara, Taliban ölçeğinin çok ötesinde donanıma sahipti. Askeri komutlarla hareket ediyordu, kaçış yolları çok iyi planlanmıştı. Pakistan komandoları on altı saat boyunca etkisiz hale getiremedi. Hatta saldırganları ancak kaçarken görebildiler..
Olayla ilgili tespitleri aktaralım:
Saldırganlar en gelişmiş Amerikan silahlarını kullanıyordu. 130 Pakistan komandosu ile çatıştılar. Kesinlikle bilinen militanlar kategorisinde değillerdi. Taliban mensupları hiç değildi. Saldırının şekli, kullanılan taktikler en az bir yıllık eğitim gerektiriyordu. Öldürmeye değil askeri tesislere zarar vermeyi hedeflemişlerdi ve büyük zarar verdiler. Askeri birimler saldırganları sadece kaçarken görebildiler. Hem Urduca hem de başka diller konuşuyorlardı. Gece görüş dürbünleri dahil maksimum donanımdaydılar. Saldırganlardan kısa boylu hafif sakallı biri, elindeki M16'yı bırakıp iki Uzi'yi çıkardı ve uzak mesafeden askerleri çok rahat vurabildi. Nokta atışlar yapıyorlardı. Daha sonra donanma üssünün tam planının ellerinde olduğu anlaşıldı.
Bunlar Pakistan askeri birimlerinin, o an üste bulunanların tespitleri... Hiçbir şekilde saldırganların Taliban mensupları olduğuna ya da Pakistan Taliban'ı adı altında saldıran kişiler olduğuna inanılmıyor. 20-25 yaş aralığındaki kişilerin, sofistike yöntemler kullandığı, kaba saldırılar yapan Taliban mensuplarıyla benzerliklerinin sadece giydikleri kıyafetler olduğu söyleniyor.
Dün yine saldırı oldu Pakistan'da. Peşaver'de polislere yönelik saldırıda dokuz kişi öldü. Pakistan eski istihbarat başkanı Hamit Gül, "saldırılar asla Taliban işi değil, ABD operasyonu" diyor. Uzmanlar terör saldırısından çok özel operasyon birliklerinin saldırısı üzerinde duruyor. Bunlardan Pakistan içinde ABD'ye ait, Hindistan içinde İsrail'e ait çokça birlik olduğunu biliyoruz.
Ne oluyor peki? Pakistan içinde Taliban'la, El Kaide ile hiç alakası olmayan iç savaş mı tezgahlanıyor? Ya da bu ülke adım adım işgali mi hazırlanıyor? Terör ve benzeri saldırılarla donanma üssüne yönelik saldırı arasındaki ayırımı çok iyi yapmak lazım. Devletlerin kontrol ettiği güçler, örgüt adı altında terör saldırıları yapıyor ve sonraları bunun bazı ülkelerin stratejik planlamaları çerçevesinde ön girişimler olduğu ortaya çıkıyor.
İki örnek verelim:
26 Aralık 2008'de Hindistan'ın Wall Street'i, finans başkenti sayılan Mombai, dehşet verici saldırılarla maruz kaldı. "Hindistan'ın 11 Eylül'ü" dediler. Kentin en hassas bölgelerine koordineli ve son derece planlı biçimde yönelen saldırılardan elbette Pakistan sorumlu tutuldu. Ama hiç de öyle değildi. Yine genç, çok iyi eğitimli, iyi donanımlı, BlackBerry telefonuyla iletişim kuran saldırganlar denizden gelip kenti cehenneme çevirmişti. Mart 1993'te yine Mombai'de seri bombalamalar olmuş, borsa vurulmuş, 257 kişi ölmüştü. Mombai saldırısı, FBI uyarısından sadece birkaç saat sonra gerçekleşmişti. Hiç kimse, bunun sıradan bir terör saldırısı olduğuna inanmadı.
İki saldırının bir benzerini biz de yaşadık. İsrail'in, Akdeniz'de Mavi Marmara gemisine saldırdığı gece İskenderun'da deniz üssü vuruldu, yedi asker öldü. Saldıran PKK'ydı!
İskenderun neresi? Doğu Akdeniz... Türkiye'nin geleceğe yönelik en büyük proje merkezlerinden biri, büyük umutlar ve emeklerle hazırlanan enerji kavşağı. Türkiye'yi buradan vurmanın ne anlama geldiğini düşünelim. "Size Doğu Akdeniz'i dar ederiz", "Projelerinizi yerle bir ederiz" diyorlardı. "Bu bölgenin güvenliği de güvensizliği de bizden sorulur" diyorlardı...
Amacın ne olduğu daha sonra netleşti.
Türkiye İskenderun'a hava savunma sistemi kurmuş, bölgeyi askeri merkeze dönüştürmüş, kurulan füze üssü İsrail'in potansiyel saldırılarına hazırlıkmış, I-Hawk füzelerinin amacı Suriye ve Hizbullah'ı korumakmış... İsrail kaynakları daha sonra Türkiye'yi dünyaya böyle şikayet ediyordu. Hizbullah ve Suriye'yi korumak içinmiş bu hazırlık. Öyleyse İsrail'in hedefi niye olmasın! Hem Gazze'ye yönelik sivil girişime böyle cevap veriliyordu hem de "Doğu Akdeniz İsrail'den sorulur" demek istiyorlardı.
Pakistan'daki donanma üssüne yönelik saldırı, Hindistan'ın sermaye üssü Mombai'ye yönelik kapsamlı saldırı ve İskenderun saldırısı bize göre sıradan terör saldırıları değildi. Hedefler, semboller, stratejiler iyi belirlenmiş, uzun bir hazırlık dönemi yaşanmış, çok iyi planlanmıştı. Birileri birilerine terör üzerinden ders veriyordu.
Terörle mücadele derken, terör kavramını sorarken klasik terörün bir adım ötesi burası işte. Devletlerle, istihbarat örgütleriyle, terör örgütlerinin birlikte çalıştığı, ihalelerin dağıtıldığı alan burası. Dünya, terör tehdidiyle karşı karşıya değil, terör üzerinden iş yürüten güçlerin oluşturduğu tehditle yüz yüze.
Üç ülkeye bu şekilde mesajlar verildi. Pakistan'daki saldırının anlamı budur. Öyleyse, yakın gelecekte bu ülkede benzer operasyonları çok göreceğiz demektir.
Üç şehir, üç terör saldırısı üç şüphe var ortada. Peki birbirinden uzak bölgelerdeki saldırıların ortak noktası ne? Arkasındaki güçler olmasın!
yenişafak