Herifçioğlu, yazıya girerken; "Bizleri balık hafızalı zannediyorlar" demiş... Eklemiş: "Geçmişte olanları unuttuğumuzu zannediyorsunuz ama, unutmadık!"
Demek ki;
"Balık hafızalı" değilmiş!..
Zaten, olamaz da;
"Alık" bir adam, hiç "balık hafızalı" olabilir mi?
Adı üstünde "alık!"
Yani ahmak, embesil, gerzek!..
Öyle olmasa; "elma ve armudu, sap ile samanı birbirine karıştırmaz"dı!..
Şu hâle bakın;
Herifçioğlu, illâ Çevik Bir'i temize çıkaracak ya; "MGK kararlarının altında Erbakan'ın da imzası vardı" deyip, ekliyor;
"O imzanın baskı altında atılmış olması, imzanın atıldığı gerçeğini değiştirmez... İmza, imzadır... Ne yani, Albay Dursun Çiçek de, o belgeyi baskı altında imzalamadı mı?"
Hoppalaaa!..
Oha!.. Ve de çüş!..
Ulan alık... Ulan salak;
Bu ülkenin MGK'sı "illegal" bir kuruluş mudur ki, kalkmış onu "cuntacı yapı"larla bir tutuyorsun!..
Bu kadar eblehlik, herhalde okumakla elde ediliyor... Yoksa, Albay Dursun Çiçek'in "ıslak imza"sı ile Erbakan'ın "MGK imzası"nı aynı kefeye koyma garabetine düşmezdin!..
KIYASLAMAYA GEL!
Ulan salak;
Sen eğer MGK'nın bir "devlet kurumu" olduğunu bilmiyorsan, Dursun Çiçek'in imzasının bulunduğu belgenin bir "darbe plânı" olduğundan haberin yoksa ve sen bunları bile bile "kıyaslama" yapıyorsan; "balık hafızalı" filan değil, gerçekten de "gerzek", gerçekten de "alık"sın!..
Erbakan'ın "MGK kararları"nın altına, Dursun Çiçek'in de "İrticayla Mücadele Eylem Plânı"nın altına attıkları imzaların "ıslak" olması, ikisinin de aynı olduğunu göstermez ki?.. Hiç "devlet" ile "cunta"nın hazırladığı plân bir olur mu?..
Haaa;
İmzalamasalardı da, direnselerdi!..
Eyvallah!.. Çok çok iyi olurdu.
Ama, kabul edelim ki;
Erbakan, "MGK kararlarını imzalamamak" için birkaç gün direndi... Hatta bir "sivil ittifak" kurabilmek için partileri bile ziyaret ettiler.. Ama, hiçbirinden destek bulamadı...
Yalnız kalınca da, "MGK'nın aldığı kararlar"ın altına imza atmak zorunda kaldı.
Peki, Dursun Çiçek öyle mi?..
Erbakan; nihayetinde "Devletin hazırladığı plân"a imza attı...
Dursun Çiçek ise "Hükümeti yıkmak" için, bizzat kendisi plân hazırladı!..
Bu iki olayı birbiriyle kıyaslamak için, "balık hafızalı" değil, herhalde "alık" olmak gerekir!..
Medyada da, maalesef mebzul miktarda "alık" var... Elini sallasan, ellisi!..
ERDOĞAN'IN O MESAJI
Kendileri, o dönemde sürekli "postal" yaladıkları ve hatta zaman zaman "general poposu" yalamaktan dilleri "kahverengileştiği" için, zannediyorlar ki, herkes öyle yaptı.
Hiç utanmadan diyorlar ki;
"Erbakan MGK kararlarını kerhen de olsa imzaladı, bakanlar da bunu uyguladı... Bugün 28 Şubat'a tepki gösteren bir çok insan ise, o dönem gıkını çıkarmadı!"
Oha!..
Sen gerçekten de "alık"mışsın be adam!.. Gerçekten de; "postal"a ve "popo"ya öyle bir gömülmüşsün ki, gözlerin hiçbir şey görmemiş!..
Ulan, o dönemde ortalık yıkıldı, ortalık!.. "Sultanahmet'te 1 milyon kişinin katıldığı miting"le başlayan protesto gösterileri, yine "Türkiye'de bir ilk" olan "El Ele Eylemleri" ile, "İHL önlerindeki protesto gösterileri"yle, "Cuma gösterileri"yle, "Eyüp Sultan'da Pazar Namazları"yla... Hasılı kelâm "eylem üstüne eylem"le geçti o süreç...
Milyonlar dedi ki;
"Okuluma ve kitabıma dokunma!"
Şu sloganlar hiç unutulur mu;
¥ "Burası Türkiye, İsrail değil"
¥ "İmam Hatip Okulu gururumuzdur"
¥ "Kur'an'a uzanan eller kırılır"
¥ "Beş'ten sonra üç olsun, sandıklar sizin olsun"
¥ "Sandığı unutma"
¥ "İmam Hatip kapanmaz"
¥ "Sandığı unutma, seçimlerde ağlama"
¥ "Sandığa gömeriz"
¥ "Kur'an öğrenmek suç mu?"
"Milletin çoğunluğu" o dönem, bunları söyledi... "Milletin çoğunluğunu" temsil eden "siyasiler" ve "STK temsilcileri" de farklı konuşmadı...
Buyrun, 11 Mayıs 1997'de Sultanahmet'te düzenlenen mitingte yapılan konuşmalardan özetler:
¥ İbrahim Solmaz: Halk sahip çıkarsa, İslâm düşmanları amaçlarına ulaşamaz!.. Hiç kimse, milletin iradesine rağmen Kur'an kurslarımızı ve İmam Hatip okullarımızı kapatamayacaktır.
¥ Av. Orhan Töz: Burada 9. Senfoni'yi dinlemeye gelenlerin kuru kalabalığı yok. Burada halk var.
¥ Hasan Celal Güzel: 9. Senfoni'yi çağdaşlık zannedenler, gelsinler bu tabloyu görsünler. Çağdaş insan, doğduğunda kulağına ezan okunan, öldüğünde de tekbirlerle toprağa verilen insandır. MGK kararları kabul edilemez. Eğitim MGK'nın değil, eğitimcilerin meselesi. Herkes kendi işini yapsın.
¥ Ahmet Şişman: Hangi parti iktidarda olursa olsun bu okullar kapatılamaz... Kimse bu okulların kapatılmasına yönelik siyaset yapmasın. Yoksa siyasi gelecekleri mahvolur.
O gün, daha nice konuşan oldu ki, hepsinin konuşması birbirinden daha sertti... Ama, "en çok alkış" alan, o günlerde İstanbul Belediye Başkanlığı yapan Tayyip Erdoğan'ın, miting komitesine gönderdiği "mesaj" olmuştu... Erdoğan, gönderdiği mesajda özetle diyordu ki;
"Halkın gücü karşısında
Mutlaka ezilecekler!"
HEP AYNI DURUŞ
Lütfen dikkat; bu mesajın gönderildiği tarih 11 Mayıs 1997'dir, yani "15 yıl önce"sidir!.. 15 yıl önce bunu diyen Erdoğan'ın, 15 yıl sonra söylediği ise şudur:
"Zulmedenler hesabını verir... Ne 12 Eylül, ne 28 Şubat, ne diğerleri intikam duygusu değil, milli irade adına, millet adına sorgulanıyor. Aradan 15 yıl geçse de, 30 yıl geçse de milli iradeyi çiğneyenler er ya da geç mahkeme önüne çıkarılır... Milli iradeyi çiğneyenler, bu ülkenin evlatlarına zulmedenler hukuk önünde hesap verir."
Söyleyin Allah aşkına;
Bugün bunları söyleyen bir adamın, 28 Şubat sürecinde süklüm püklüm oturması ve MGK kararlarını içine sindirmesi mümkün müdür?..
Mümkün değildi ki, Erdoğan;
"Halkın gücü karşısında mutlaka ezilecekler" demiş, 15 yıl önce...
Bugün de dediği çıkmış...
"Halkın gücü"ne inanmayanlar;
Ezilmişler!.. Büzülmüşler!..
Tabiî, bunları görebilmek için, adamda "göz" olmalı...
Bunlarda göz yok, göz!..
Ve ayrıca, "alık"lar!..
Dünü hiç hatırlamıyorlar.
Galiba, "dilleriyle" birlikte;
"Beyin"leri de "kahverengi"leşmiş!..
Alma mazlumun ahını!
Geçenlerde bir "ana" aradı... Oğlu, 28 Şubat sürecinde uzun yıllar cezaevinde kalmıştı...
Onu ziyaret edebilmek için ne meşakkatlere katlandığını, "suçsuz" olduğuna inandığı oğlunun moralini yüksek tutmak için "gözyaşlarını yüreğine akıttığını" çok çok iyi biliyorum...
İşte bu ana, "sevincini" paylaşmak istemiş benimle...
"Cenab-ı Allah, bana bu günleri de gösterdi ya, artık ölsem de gam yemem" diyordu...
"Niye bu sevinç?" deyince, anlattı... "Çocuğumun duruşması olduğu gün mahkemeye gider, ona 'moral' vermek için, gelişinde ve gidişinde 'Oğlum, seninle gurur duyuyorum' diye bağırırdım...
Şimdi benim oğlum dışarıda... 'Oğlumu içeri attıranlar' ise, içeri atıldı... Geçenlerde televizyonda gördüm, '28 Şubatçı subaylar' cezaevine götürülürken, eşleri ve çocukları arkalarından bağırıyordu: 'Seninle gurur duyuyoruz!'
Neredeen, nereye?.. Dün benim attığım sloganı, bugün onlar atıyor... Allah'a şükretmeyeyim de ne yapayım?"
Gerçekten ibretlik bir durum...
Diyorum ki, "ilahî adalet" işte budur...
Demek oluyor ki; "mazlumun ahı"nı almayacaksın, yoksa çıkar aheste aheste!.. 15 yıl sonra bile olsa!..
yeniakit