Allah nazardan saklasın; millet tahriklere kapılmıyor, ağırbaşlılığını koruyor. "Ne olacak bu Kürt açılımının sonu?" diye kaygılananlar elbette var, çokça var, ama Oktay Vural gibi siyasetçilerin söylemlerindeki isyan havasını sokaklarda görmek mümkün değil.
İnsanlar isyan etmiyorlar, çünkü ümitleri endişelerinden ağır basıyor.
Bu işin böyle devam edemeyeceğini görüyorlar.
Köklü bir değişim için zamanın çoktan geldiğini ve geçmekte olduğunu hissediyorlar.
Türkiye'nin bütünlüğünü garanti edecek bir çözüme hazır olduklarını lisan-ı hal ile ortaya koyuyorlar.
Demokratik Toplum Partisi Genel Başkanı Ahmet Türk'ün "Ayrılıp da nereye gideceğiz?" gibi açıklamaları hoş gelip sefa getiriyor.
PKK lideri Abdullah Öcalan'ın "Kürt halkı kendi savunma teşkilatını kurabilmelidir" gibi mesajları ise endişeleri besliyor.
Ben, her türlü siyasi davanın özgürce savunulabilmesinden yanayım; Türkiye'nin -bölünmek ne kelime?- komşularıyla birleşerek büyümesini arzu etmekle beraber, tümüyle ayrılıkçı fikirlerin bile -varsa eğer- serbestçe ifade edilebildiği bir siyaset ortamına oluşturulması gerektiğini düşünüyorum (çünkü ağızları bantlanmış insanlarla 'tartışmayı' ahlaki bulmuyorum).
Ama bugünkü mesele, tarafların, karşılıklı iyi niyet jestlerinde bulunarak kanı durdurmalarından ve her şeyin barış içinde tartışılabileceği yeni bir düzenin temelini atmalarından ibarettir.
Ümidin endişeden ağır bastığını söyledik; eteklerdeki bütün taşların bir anda ortaya dökülmesi bu durumu tersine döndürebilir.
Yeni Şafak