Hammad, 120 H. yılında ölünce, bütün gözler onun en bilgin ve kendisine en yakın olan talebesi Ebu Hanife'ye çevrilmiştir. Ebu Hanife de bu isteklere olumlu cevap vermiş ve hocasının yerine geçerek, onun ders halkasını devam ettirmiştir. O, derslerinde zengin tecrübeleri, Allah'ın kendisine yerdiği üstün kabiliyetleri, kuvvetli cedelciliği ve hazır cevaplihğı sayesinde çok feyizli olmuştur
İmam Ebu Hanife geniş tecrübelere sahipti. Çünkü ticareti meslek edinmiş bir ailede doğup büyümüştü. Çarşıda pazarda dolaşır ve ilk zamanlar vakitlerinin çoğunu orada geçirirdi. Kendisini ilme verdikten sonra da çarşıyla ilişkisini kesmedi.
Hattâ bir vekil veya ortak vasıtasıyla ticarî işlerine devam etti. Yani o, ekseri vakitlerini ilmî çalışmalarına ayırıyorsa da, kendisini İlimden ahkoyamyacak şekilde ortaklaşa ticaret yapıyordu. Buna rağmen Ebu Hanife, kendisini ilme o derecede vermişti ki, tarih onun ticaretle uğraştığını neredeyse unutacaktı. Şüphesiz onun ticaret hayatı, fıkhî düşüncelerine büyük. etkilerde bulunmuştur. O, arkadaşlarıyla tartışmalara girişirdi. Mesele örf, maslahat veya bizzat adalet konusuna gelince arkadaşları susmak ve onu dinlemek mecburiyetinde kalırlardı.
Talebesi Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybanî'den şöyle rivayet edilmiştir: «Ebu Hanife, kıyaslar hakkında talebeleriyle tartışmalarda bulunurdu. Talebeleri bazan ona uyarlar, bazan da itiraz ederlerdi. Fakat, İmam Ebu Hanife «istihsana başvuruyorum» deyince, ona artık hiç kimse itiraz edemezdi. Çünkü o, istihsan konusunda pekçok mesele ileri sürer ve hepsi de onun görüşünü kabul edip kendisine hak verirdi.» İşte bu, ancak meselelerin inceliklerini kavramak, halkla sıkı bir şekilde temas etmek, halkur çeşitli münasebet ve maksatlarını bilmekle mümkün olur. Ebu Hanife'nin istihsanmm temeli, şeriatın esasları ile kaynaklarını ve halkın durumlarıyla muamelelerini köklü bir şekilde incelemeye dayanır.
İmam Ebu Hanife, daha önce de söylediğimiz gibi, çok seyahat ederdi. Bu seyahatleri, ona pek çok tecrübeler kazandırmış ve çeşitli insan mizaçlarını tanıtmıştır. O, seyahatleri sırasında fikirlerini açıklar, kendisini tenkid edenleri ve görüşlerini samimiyetle inceleyenleri dinlerdi, tşte bu çeşitli seyahatleri ona, olay ve meseleleri kavramak için öyle bir zihin açıklığı vermiştir ki, bir yere kapanıp kalsaydı buna ulaşması elbette imkânsız olurdu.
İmam A'zam Ebu Hanife, sahip olduğu bu tecrübelerin yanında, keskin görüşlü, meselelerin bütün inceliklerini kavrayan bir insandı. İlminin meyvelerini tartışmalarında görürdü. O güçlü münazarası ile tanınırdı. Hasmını bütün düşüncesiyle çembere alırdı. Rivayet edildiğine göre âlemin yaratıcısı ve bîr yöneticisi bulunduğuna inanmayan dehrîlerden bir toplulukla münazara ve münakaşaya tutuştuğu bir' sırada hasımlarına şöyle bir soru sormuş ve onları kendi sözleriyle bağlamıştır:
«Bir adam size dese ki; ben yüklü bir gemi gördüm, tamamen yükünü almış ve denizdeki azgm dalgalara karışmış, onu sevk ve idare eden herhangi bir kimse veya gemici bulunmadığı halde muntazam bir şekilde yoluna devam etmektedir. Buna ne dersiniz? Akıl bunu kabul eder mi? Onlar; hayır, akıl değil, bunu hayal dahi kabul etmez, dediler. İmam Ebu Hanife de; Sübhânallah! Akıl, başı boş yoluna devam eden bir geminin varlığını kabul etmezse, şu koskoca dünyanın, değişik halleri ve çeşitli işleri bütün genişliği, dağlan, ovaları ve denizleriyle yaratıcısız ve ustasız meydana gelip ayakta durduğunu nasıl kabul eder?*
İmam Ebu Hanife, araştırmalarında hakîkatlann özüne yöne-lip hassların dayandığı sebep ve hükümleri kavrardı. Kur'an'ın her
hangi bir nassından hüküm çıkarmak istediği zaman bu nassın maksat, gaye ve illetlerini bilme cihetine giderdi. Bir hüküm ifade eden her hangi bir rivayeti ele alınca bu rivayetin illet ve gayesini tes-bit eder; bununla, Peygamber (S.A.)'den rivayet edilen başka bir konuya ait hadis veya Kur'an nassı ile sabit olan hüküm ve umumî kaideler arasında ince bir karşılaştırma yapardı. 'Hadîsin sahih veya zayıf olduğunu anlamak için kendisine has ölçülere sahip olduğundan îmam Ebu Hanife, gerçekten hadis sarrafı sayılmıştır. O, bunu «hadis fıkhı» sayardı ve bu hususta şöyle söylerdi:
«Hadis öğrenip onun fıkhını yapmayan kimse, çeşitli ilâçları toplayan ve tabib gelinceyedek. hangi ilâcın hangi hastalığa karşı kullanılacağını bilmeyen eczacıya benzer. îşte sadece hadis öğrenen kimse de, fakih gelene kadar öğrendiği hadislerin neye yaradığını bilemez.
Ebu Hanîfe'nin Usûlü
İmam Ebu Hanife'nin ders verme usûlü, Yunan filozofu Sok-rat'm metoduna benzemektedir. O, doğrudan doğruya dersi takrir etmezdi. Herhangi bir meseleyi ele alır ve ortaya kordu. Sonra bu meseleye ait hükümlerin dayandığı esasları açıklar ve talebeleriyle bunun üzerinde münakaşa ederdi. Herkes kendi görüşünü açıklardı. Onlar, bazan hocalarına uyar, bazan da onun içtihadına muhalefet ederdi. Kimi zaman da. yüksek seslerle ona itirazda bulunurlardı. Mesele bütün yönleriyle incelendikten sonra o, bu karşılıklı konuşmaların neticesinde meydana gelen görüşü ortaya kordu ki, onun ulaştığı bu görüş, meselenin kesin bir çözüm şekli olurdu. Artık bu görüşü, bütün talebeleri kabul eder ve beğenirdi. İmam Ebu Hanife'nin çağdaşı olan Mis'ar b. Kidâm, onun ders verişini şöyle anlatmaktadır :
«Ebu Hanife'nin talebeleri sabah namazını müteakip ihtiyaçlarını görmek için dağılırlar, sonra onun dersinde bulunmak üzere toplanırlardı. îmam Ebu Hanife gelip yerine oturur ve sorusu olan veya bir mesele üzerinde münakaşa etmek isteyen var mı? derdi. Bunun üzerine her taraftan sesler yükselirdi. Allah, îslâmda şanı büyük olan böyle bir kimse sayesinde bütün bu sesleri sükunete kavuştururdu.»[
Şüphesiz bu metodu, ancak büyük bir ruha, güçlü bir şahsiyyete sahip olanlar uygulayabillirler.
Kaynak : Mezhepler Tarihi Muhammed Ebu Zehra