Derin Gerçekler
“Aman efendim aman, galiba ahir zaman!”
Yoo öyle hemen paniğe kapılmayın. Biz. alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberinin ümmeti değil miyiz?
Neden korkuyorsunuz ki? Levh-i Mahfuz’da yazılanlar tek tek gerçekleşecek. Ve bu arada bizler, ecelimizden bir saniye önce ya da ölmeyeceğiz. Azrail randevusuna sadıktır. Bu konuda sürpriz yok. Tevbe edelim, temizlenelim, sabredenlerden, şükredenlerden, direnenlerden olalım ve Dua edelim de Allah ömrünüzü bereketli kılsın, işimizi kolaylaştırsın ve gönlümüze ferahlık versin.
İman etmedik mi? Rezzak olan Allah rızkımızın kefilidir ve rızkımızdan az ya da çok yemeyeceğiz. Milli Piyango'ya güvenenler gibi, iş sözleşmeniz, bordrolarınız, sendikal pazarlıklar ve iktidar sahiplerinin atıfet ve iane gibi sunduğu rakamlardan ibaret mi sanıyordunuz yoksa rızkınızı!
Ve Allah’ın ezeli ve ebedi bilgisi ile irade ettiği kaderimizden başka bir kader de yok bizim için. O zaman ne gam. Değil mi ki, arkanızda Firavun ordusu, önünüzde deniz olsa ne gam, Hz. Musa’nın ayak izinde yürüyorsanız deniz yol verir size. O Musa’ya yol veren su, Firavun'un afeti olur, onu ve ordusunu helak eder. Ebabil kuşları Fil ordusunu yenmemiş mi idi, daha sonra. “Allah’ın rızasını gözetip ona göre davranan kişi, hiç üzerine Allah’ın gazabını çekip de nihaî barınağı cehennem olan kimse gibi olur mu? Cehennem, ne kötü bir varış yeridir!” (Ali İmran 162)
Sahi Uhud’da ne olmuştu. Savaş içinde Resulullah gençlerle istişare ediyor. Bir istihbarat bilgisi ile değil, Vahyin elçisi, gençlerle istişare ediyor ve fikrini değiştiriyor. Çünkü o konuda gelen İlahi bir haber yok. Ve sonrası, bozgun! Şimdi (Ali İmran 165-168)den okuyalım olanları: “Bedir’de düşmanlarınıza verdiğiniz iki misli zarar, Uhud’da kendi başınıza gelince: “Bu musîbet de nereden?” diye soruyorsunuz, öyle mi? Resûlüm de ki: “Elbette kendi yaptıklarınız yüzünden!” Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter. İki ordunun karşılaştığı o gün başınıza gelen felâket, ancak Allah’ın izniyle olup, bu O’nun gerçek mü’minleri ortaya çıkarması içindi. Kendileri evlerinde oturup savaştan geri kaldıkları yetmiyormuş gibi, üstelik savaşıp şehit düşen kardeşleri hakkında da: “Sözümüzü dinleselerdi öldürülmezlerdi” dediler. Onlara de ki: “Eğer doğru söylüyorsanız, haydi ölümü kendi başınızdan savın da görelim!” Ve 172. ayet “O mü’minler, savaşta bunca yara aldıktan sonra bile, Allah ve Resûlü’nün tekrar savaşa dönme çağrısına uymuşlardı. İşte böyle güzel davranışta bulunanlarla, Allah’a ve Resûlü’ne karşı gelmekten sakınanları ahirette büyük mükâfatlar beklemektedir.”
“Sözümüzü dinleseler idi” öyle mi, gerçekleşmiş bir şey konusunda Allah’ın takdirinde ihtimal hesabı yapmak mı! Biz şurada yanlış yaptık ve sonuç bu, biz ''bir sonrasında bu konuda dikkatli olalım” demeleri gerekmez mi idi. Geçmişin tecrübesini gelecek için bir ibret dersi olarak kullanmak akılın muktezasıdır. Bakın ne Allah’ı bir şeye mecbur bırakabilirsiniz ve ne de onun iradesini engelleyebilirsiniz. Sakın “Tanrıyı kıyamete ya da iktidara zorlamak isteyenler gibi olmayın”
(Tevbe 1-4’)e baktınız mı? Allah (cc) söz verdiğinizde sözünüzde durun” der. Kimle söz verirseniz verin bu böyle. Ancak masiyette itaat yoktur. Allah, Resul ve kitabının hükmüne karşı bir sözleşmeye sadakat olmaz. Din, ahlak, hukuk ve toplum için onların hak hukuk ve yararına ve örfüne karşı her söz ve sözleşme batıldır. Öncelik 6284’de değil, Müslümanların önceliği “10 Emir” kriterlerindedir.
Müslümanların kırmızı çizgisi Allah, resul ve kitaptır! (Tevbe 1-4)’de ne deniyordu: “Allah ve Resulünden, antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere karşı fesih bildirimidir! Allah zalimleri sevmez. Yine Allah ve resulünden bu büyük hac günü insanlara duyurudur: Allah ve resulünün müşriklerle hiçbir bağı yoktur. Şayet tövbe ederseniz, bu kendi iyiliğinize olur; eğer sırt çevirirseniz bilin ki siz Allah’ı acizliğe düşüremezsiniz. (Resulüm!) İnkârcıları elem veren bir azapla müjdele! Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden bilâhare yükümlülüklerini eksiksiz yerine getiren ve sizin aleyhinize kimseye arka çıkmayanlar müstesna; onlara verdiğiniz söze süresi doluncaya kadar riayet ediniz. Allah haksızlıktan sakınanları sever.”
Siz düşmanlarınızın gücünden mi korkuyorsunuz yoksa, onlara yaklaşıp onların servetinden istifade ederek dünyalık tedarikinin mi peşine düşüyorsunuz. Yoksa rızkınızı Allah'tan değil de, birilerinin himmet ve himayesinde mi görüyorsunuz. Elbette Allah dilerse onları da bu işe memur edebilir ama bu sizin onlara yönelmenizi gerektirmez. Habat-Şabat diye, onlarla Nassa aykırı sözleşmeler yapmayı ve savrulmayı gerektirmez. Garip olan şu ki, ülkemizde ve bölgemizde, hemen hemen tüm Bilad-ı İslam da iktidarların çoğu, iktidarı ve muhalefeti ile bu zaafla malul bulunuyorlar. Unutmayalım ki, Allah sadece insanların değil, hayvanların, bitkilerin, ülkelerin ve örgütlerinde rızkını tayin etmiştir. Ve hepsi birbiri ile ilişkilidir bunların. Rızık (Tevbe 38-39); ''Ey iman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda seferber olun” denilince yerinize çakılıp kaldınız; yoksa ahiretten vazgeçip de dünya hayatıyla yetinmeye razı mı oldunuz? Halbuki dünya hayatının sağladığı fayda ahiretinkine göre pek azdır. Eğer toplanıp seferber olmazsanız Allah sizi elem veren bir azapla cezalandırır, yerinize başka bir topluluk getirir ve siz O’na zerrece zarar veremezsiniz. Allah’ın her şeye gücü yeter.”
(Ali İmran 154)’de ne deniyordu, o sözde taktiklerle ya da Stratejik planlar ve hesaplar yaparak, Allah’ın rızasını ve iradesini hesaba katmadan kendilerine göre ''toplumun kaderini değiştireceklerini söyledikleri” planlar yapmıyorlar mı? Başkaları ile ilgili haksızlıklar karşısında, ulusal çıkarlarını riske sokacağı endişesi ile bazı gerçekleri görmezden gelmiyorlar mı idi. Bir takım bedeller ödendiğinde ise, bu risk alınarak ülkenin zarara uğratıldığını söylemiyorlar mı idi. Ve Allah buyurdu: “Sonra o kederin ardından Allah size bir güven, bir grubunuzu kendinden geçiren uyuklama hali verdi; bir grup da kendi canlarının derdine düşmüşler, Allah hakkında haksız yere Cahiliye düşüncelerine kapılarak, ‘Bu işten bize ne?’ diyorlardı. De ki: ‘İşin tamamı Allah’a aittir.’ Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar: ‘Bu işte bizim görüşümüz alınsaydı burada öldürülmezdik’ diyorlar. De ki: ‘Evlerinizde dahi olsaydınız, yine de haklarında ölüm yazılmış olanlar ölüp düşecekleri yere geleceklerdi. Bu, Allah’ın içinizde olanı ortaya çıkarması ve kalplerinizdeki şüpheyi gidermesi içindir. Allah kalplerde olanı bilir.”
Biliyor musunuz, Kadın peygamber yok ama, vahiy alan kadınlar var, Hz. Hacer gibi, Hz. Asiye gibi, Hz. Meryem gibi. Allah (cc) buyurdu: (Taha 38-39﴿ (Hz. Musa’ya hitaben) “Hani annene şunu vahyetmiştik: Onu sandığa koy ve ırmağa bırak; böylece ırmak onu kıyıya çıkarsın ve benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Mûsâ!) Senin üzerine kendimden bir sevgi bıraktım ki (sevilesin), nezaretim altında büyütülüp yetiştirilesin.” Firavun sarayında Musa’yı büyüten Rabbe hamdolsun, Hz. Musa’ya, Hz. Harun’a, Hz.Yuşa’ya, Hz. Asiye’ye ve Hz. Hacer’e selam olsun. Hz. Yusuf’a selam olsun.
Sahi siz, deprem ve sel baskını gibi afetler konusunda şöyle mi düşündünüz?: (Ali İmran 155-156) Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte buluşmak üzere kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: “Ey Rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.” Allah'tan BAGIŞLANMA, halktan HELALLİK ve önce TEVBE gerekiyor. DUA’dan önce Maddi ve Manevi kirlerden (HADES’ten ve NECASET’ten taharet) gerekiyor. Ellerimiz, aklımız ve kalbimizden geçirdiklerimizin, sadece elbisemiz değil evimiz, arabamız, cüzdanımızdaki para, sahip olduğumu şeylerin, makam ve statünün meşru olması gerekiyor. Yoksa dualarınız Allaha ulaşmaz y da Gazap sebebi olur.
Dualarınızın şekli ve ifadeler de önemli. Allah'a akıl mı öğretiyor, onu kendi arzularınız için iknaya mı çalışıyorsunuz? Ya da Allah’ın sizden istediklerini siz Allah'a “sen yap” diye iade mi ediyorsunuz. Siz kendinizi değiştirmeden, tevbe etmeden yoksa Allah’ın gazabı ve imtihan için başınıza sardığı musibetlerden, belalardan, afetlerden siz vazgeçemeden Allah’ın onları kaldırmasını mı istiyorsunuz. Haber veriyorum: “Siz kendinizi değiştirmeden Allah sizin hakkınızdaki hükmünü değiştirmeyecek” (Rad 11) “Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz.”
Allah (cc) ne buyurmuştu: (Araf 156): ”Bize bu dünyada da ahirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik.” (diyebiliyorsanız sizin için korkuya gerek yok) ki: Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; ayrıca rahmetimi Allah korkusu taşıyanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.”
İşte böyle (Ankebut 2-3): “İnsanlar, denenip sınavdan geçirilmeden, “İman ettik” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; keza O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.”
Evet, işte böyle, bu dünyada tartışıp durduğumuz konularda bu dünyada kim ne yaptı, ne dedi ise ya da yapması gerekeni yapmadı, söylemesi gerekeni söylemedi ise, bu dünyada ve ahirette karşılığını önünde bulacaktır.
O annenin evladından kaçtığı günde, yanınızda kimse olmayacak.
O gün boynu bükülenlerden olmayalım diye...
Selam ve dua ile.