Gökkuşağı Derneği Yönetim Kurulu üyesi Murat Erginyürek'in okuduğu basın açıklamasında Nevruz olaylarında yaşananlar kınandı. Parti mezarlığına döndürülen ülkede hakim kılınmaya çalışılan siyasetsizliğin de eleştirildiği açıklamada, "uzlaşma" ve "sağduyu" edebiyatının aslında teslimiyetten başka bir anlam ifade etmediği vurgulandı.
Eylemde Okunan Basın Açıklamasının Tam Metni:
82 haftadır devam ettirdiğimiz basın açıklamalarını maalesef geçtiğimiz hafta ilk kez yapamadık. İlimizde Nevruz bayramını 21 Mart değil de 22 Mart Cumartesi günü 'Van Kalesi' civarında kutlamak isteğine mülki amirlerin izin vermemesi üzerine tatsız ve nahoş olaylar çıkmış, şehir adeta savaş alanına dönüşmüştür. Acaba yetkililer bütün bu olacakları tahmin etmiyorlar mıydı? Bu gösteriler sonucu biri ölü birçoğu ağır olmak üzere, gerek güvenlik güçlerinden olsun ve gerekse göstericilerden olsun onlarca insan yaralanmış olup ve yüzlercesi de gözaltına alınmıştır. Bununla da kalmayıp kamu binalarının ve esnafın işyerlerinin camları kırılmış ve işyerleri zarar görmüş, çok büyük ölçüde hasar meydana gelmiştir. Bütün bu olanlar maalesef üzüntü vericidir. Başta DTP yetkilileri olmak üzere; tüm kurum ve kişileri, herkesi konuya duyarlı olmaya, çatışma ve kaos ortamını önlemek için girişimlerde bulunmaya çağırıyoruz. Bütün bunların sonucunda kaybeden ilimiz, kaybeden insanımız ve kaybeden ülkemiz olmuştur. Kutlamalara izin verilmiş olsa bütün bunlar olmayacaktı. Bilindiği üzere buna benzer bir durumun 1992 Nevruz kutlamalarında meydana geldiği, fakat sonraki yıllarda kutlamalar "Van kalesi civarında yapılmış olup hiç kimsenin burnu dahi kanamamış, kutlamalar olaysız geçmiştir. Bizler VAHÖP olarak bundan sonra Van Valiliği'nin sivil toplum kuruluşlarının kutlama ve etkinlikler için yaptığı müracaatlarda karar verirken daha ferasetli olmasını ve yasak getirmemesini istiyoruz.
Ülke sathında hiç de eksik olmayan gerginlik ve kriz planlarının en hoyratçısının sahneye konduğu ve ziyadesi ile ülkenin gerildiğine şahit olduğumuz bir haftayı geride bıraktık. Maalesef bu atmosfer daha uzunca bir süre devam edecek gibi görünüyor. "Ulusalcı" bir kısım gazete kupürleri üzerinden kurgulanan bir iddianame ile % 47 oranında bir oy alan iktidar partisinin kapatılması için dava açılmış. Ve bununla da yetinilmemiş, Anayasaya göre yargılanma olasılığı bulunmayan ve sadece vatana ihanetten yargılanabilecek olan Cumhurbaşkanını davanın sanıkları arasında gösterme cüretini gösterebilmişler. Bu tam anlamı ile bir hukuk skandalıdır. Dünyada iktidardaki hiçbir partiye bu şekilde bir dava açılmamıştır. Hatta 9 yıldır darbe ile yönetilen Pakistan'da dahi hiçbir parti kapatılmamıştır. Bu skandalın en trajik yanı ise insanları teskin etmesi gereken ve sığınılacak güvenli limanlardan biri olması gereken hukukun tam tersi bir misyona hizmet etmiş olmasıdır. Eğer bir ülkede hukuk siyasallaşmış, keyfileştirilmiş ise artık "tuz da kokmuş" demektir. Bürokratik elit tarafından oluşturulan bu krizin fazla zarar vermemesi için özgürlüklerden yana olmalı, baskı ve dayatmalara karşı bir set gibi durmalıyız. Çünkü bu yasakçı zihniyet kendi anlayışlarının devam etmesi için parti kapatmalarına da, ekonomik krize, dünyadaki Türkiye imajına de aldırış etmeyeceklerdir. Fakirlik olmuş, kaos olmuş umurlarında olmayacaktır. Bu anlayış bulanık suda balık avlamaktır. Felaket tellallığı yapmak istemiyoruz. Ama eğer bu Jakoben anlayış kazanırsa, Türkiye'yi çok tehlikeli ve dönülmesi kolay olmayacak bir yola sokacaktır. Ve bundan zarar görecek olan sadece toplumun bir kesimi olmayacak, ekonomik, siyasal, içtimai ve toplumsal depremlerden kendileri de dahil herkes etkilenecektir.
Son günlerde içi boşaltılmış bir şekilde moda bazı söylemlerin sıkça kullanıldığına şahit olmaktayız: "Uzlaşma ve sağduyu." Bunlar terim olarak güzel, anlamlı, önemli ve ihtiyaç duyduğumuz kavramlardır. Bunu sıklıkla dile getiren çevrelerin samimi olmadıklarını düşünüyoruz. Uzlaşma, nerede ve nasıl ve kimle uzlaşma... Yıllarca kızlarımıza reva görülen başörtü yasağını kaldırmaktan vazgeçerek mi uzlaşılacak. Ergenekon davasının rafa kaldırılması, çetelerin ülkeyi gizliden yönetmesinde mi uzlaşılacak. Yıllardır halkın değerleri ile barışık olmayan, hiçbir zaman halktan tek başına iktidar olacak oyu alamamış, gelmiş geçmiş tüm iktidarların üstünde kendini iktidar gören, azınlığı çoğunluğu yönetmesini düşünen, benim isteklerim olursa iyi ama benim anlayışıma uymayan her durumda kriz çıkar diyen, özgürlükleri kısıtlamaktan başka düşünceleri olmayan bu zihniyet ile uzlaşmak tüm atılan olumlu adımlardan geri adım atmaktır.
Temelde ülkemizde yaşanan sorunun kaynağı; insanların hayatlarına, görüşlerine, sözlerine, düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde gören yasakçı zihniyettir. Başörtüsü yasağının sebebi de bu yasakçı zihniyettir. Başörtüsü yasağı hayatın tüm alanlarında serbest bırakılmalıdır. Şimdiye kadar üniversitelerde sudan sebeplerle atılan öğrencilere tekrar okuma imkânı sağlanmalıdır. Kürtlerin ve ötekileştirilenlerin kendilerini bu ülkenin asli unsuru hissetmesi için gereken hukuki ve psikolojik ortam oluşturulmalıdır. Bu ülkede yaşayan her kesime kendi kültürlerini yaşamasına imkân sağlanmalı, kısacası 12 Eylül askeri darbesinin ürünü olan anayasanın bir an önce ortadan kaldırılıp, yeni sivil bir anayasanın yapılması sağlanmalıdır. Bu ülkenin insanını bir biri için tehlike unsuru olduğu korkusunu yayıp, birbirine düşürerek, ayrımcılık yapıp halkı kamplara bölen asıl bu yasakçı zihniyettir. Bu yasakçı anlayış tamamen ortadan kalkmadan, hiçbir özgürlük tam bir özgürlük olamaz. Özgürlüklerin kısıtlanmasının ne demek olduğunu bilen insanlar olarak, bundan sonra da her türlü ayrımcılığın, hak ihlalinin, baskının, dayatmanın karşısında olacağız. Unutulmamalıdır ki; "Göklerle yer adaletle ayakta durur." (Hz. Muhammed)
Van Hak ve Özgürlükler Platformu (VAHÖP)
Haksöz