Sevinçlerimiz ve kederlerimiz, korku ve umutlarımızla yüzleşmeden hakikatle buluşmayacağız. Ümitsizlik yok. Ye’s “kulun Allah'ın rahmet ve yardımından ümidini kesmesi” demektir. Evet, “Hafv ile Reca”nın arasında, yani korku ve ümit arasında bir yerde duracağız. Yusuf 87 “Evlatlarım! Haydi gidin! Yûsuf ve kardeşini arayıp bulmaya çalışın. Sakın Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez” dedi.
Hicr 55-56 “Sana kesinlikle olacak bir şeyi müjdeliyoruz. Sakın ümitsizliğe düşenlerden olma!’ dediler. İbrâhim de: ‘Doğru yoldan sapanlardan başka kim Rabbinin rahmetinden ümidini yitirir ki?’ diye karşılık verdi.
Evet, “Bu tür nankör insanlara bir rahmet tattırdığımızda bununla sevinir, şımarırlar. Fakat kendi elleriyle yaptıkları günahlar yüzünden başlarına bir felâket geldiğinde ise derhal ümitsizliğe düşerler. Onlar, Allah’ın dilediğine rızkı bol verdiğini, dilediğine de rızkı daralttığını görmezler mi? Şüphesiz bunda iman eden bir toplum için nice dersler ve ibretler vardır.” (Rum 36-37). Zümer 53’te ne deniyordu: “De ki: “Ey günah işleyerek kendilerine yazık eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” Ümitsizlik yok! Amenna ve saddakna: “kıtal üzerinize yazıldı, gerçi o size hoş gelmez fakat olur ki siz bir şey'i hoşlanmazsınız hâlbuki hakkınızda o bir hayırdır ve olur ki bir şey'i severseniz halbuki hakkınızda o bir şerdir siz bilmezken Allah bilir” (Bakara 216)
Unutmayın, ihtirasla, ısrarla istediğiniz, çok arzu ettiğiniz bir şey sizin imtihanınız olur da, sonucu pişmanlık olabilir.. Onun için tul-u emel, ya da yakındaki bir şey konusunda aşırı arzu ve ısrarda bulunmayın. Hüsranda uğrayanlardan olabilirsiniz. Bu ne olursa olsun böyle.
Ne iktidar, ne servet, ne zafer, ne de herhangi bir temenni, bizim için mutlak bir netice olarak talep edilemez. Biz gerçekleşmesini istediğimiz meşru bir talep konusunda üstümüze düşeni yaparız, o kadar. Yoksa haşa Allah’ın yetmeyen gücüne güç, yetmeyen parasına para, yetmeyen aklına akıl yetiştirecek değiliz ve Onu mecbur da bırakacak değiliz. Dualarımız da onu iknaya yönelik değildir. O kadir-i mutlaktır, her şeyi öncesi ve sonrası ile bilendir, o zamandan ve mekândan münezzehtir. “Şöyle olmasaydı böyle olurdu” gibi sözler şeytani akıl yürütmedir. Resulullah buyurdu: “Sen sana faydalı olan şeye gayretle yönel, Allah’tan yardım dile ve acze düşme. Sana herhangi bir şey gelip çatarsa eğer ben yapsaydım şöyle şöyle olurdu deme. Fakat: Allah’ın kaderidir, o dilediğini yapar de. Şüphesiz eğer (veya keşke) demek şeytanın ameline (kapı) açar.”
Hatırlarsanız Uhud Savaşı’yla ilgili bir ayette de savaşa katılmayanlar için ne demişlerdi: “İki topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelen, Allah'ın izniyledir. Bu, inananları da, münafıklık edenleri de belirtmesi içindir. Münafıklık edenlere: ‘gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa savunmada bulunun’ dendiği zaman: ‘Eğer savaşmayı bilseydik, ardınızdan gelirdik’ dediler”. “Onlar, oturup kardeşleri hakkında, “Bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi.” Diyenler kitapta Münafıkların bahaneleri olarak tanımlanmıştır. “şöyle olmasaydı böyle olurdu ya da olmazdı” gibi geleceğe ilişkin tedbir ötesinde hüküm verenler ağır bir şekilde kınanmışlardır. Parti, vakıf, sendika, oda, siyaset, şirketteki her kademeden insanlar, övünürken ve eleştirirken nasıl konuşuyorlar acaba. Media olayları nasıl analiz ediyor. Bakın, sadece yaptıklarımızdan, söylediklerimizden değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızda, söylememiz gerekirken söylemediklerimizden de hesaba çekileceğiz.
Kardeşleri Hz. Yusuf’u kuyuya attılar, o Mısırda sultan oldu. Hz İbrahim’in yeğeni Hz. Lut ya da Hz. Nuh, kimseyi vahye ikna edemedi neredeyse. Ama puthanede bir İbrahim Hakka ulaştı.
Kudüs’ün kurtuluşunu çok istiyorsunuz değil mi? Onun da bir kaderi var ve her işin bir kaderi var. Her canlının bir eceli, bir rızkı ve bir kaderi var. Biz Kudüs’ün kurtuluşu için çalışırız, o kadar Sonuç Allah’ın takdirindedir. Allah dileseydi bunu, Mabedin inşasında bukağılı Şeytanları çalıştırdığı gibi, Şeytanları eli ile de yaptırırdı. Mescid-i Aksa inşallah kurtulacakta, Kabe’yi kuşatan onun görünmez kılan, Kabe’ye tepeden bakan, demir-çelik ve beton bariyerleri ne zaman, nasıl, kim kıracak! Bu emelleri gerçekleşsin ya da gerçekleşmesi, bu yolda çaba gösterenler cennete girecekler. Bu sonuç gerçekleşse bile bu sonuçta emeği olmayanlar avuçlarını yalayacaklar.
Mekke ve Kudüs tamam da, Tur-i Sina niye umurumuzda değil. Ya da, Kitapta sözü edilen ülkemizdeki, Viranşehir, Eyyüb Nebi köyündeki Eyyüb Nebi kuyusunun ne halde olduğunu bilen var mı? Sanırım bazı şeyleri yeniden düşünme zamanıdır. Allahın takdiri hiçbir kişiye, kuruma, ülkeye, halka bağlı değildir. O dilediğine verir, dilediğinden alır. Zaten bizleri “Mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan” etmektedir. (Bakınız: Bakara 155) Allah bizi mutlaka, biraz korku ve açlık ile; biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden noksanlaştırmak sûretiyle imtihan edecek. Sabredenlere ne mutlu! Allah (cc) o zalimlerden kimilerine mabedi geçmişte olduğu gibi yıktıracak, birilerine de iman ettirecek. Biz burada nerede duracağız, bu olaylar olurken, susacak mıyız, haklılardan yana zalimlere karşı direnecek miyiz! Ya Rab, bize Hakkı hak, batılı batıl göster, Hakta toplanmamızı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl. Bize hayırlı bir ömür ve hayırlı bir ömür ver.
Nisa 135’de ne diyordu: “Ey imân edenler! Haktan yana olup adaleti sapasağlam ayakta tutun, Allah için şâhidler olun. İsterse kendinizin veya ana-babanızın ya da yakınlarınızın aleyhine olsun (adaletten şaşmayın), isterse onlar zengin veya fakir bulunsun.. Allah onları (korumada) sizden elbette öndedir ve daha yeğdir.” Yaşadığımız zaman ve mekana, olaylara şahidlik edeceğiz. Bir kavme olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek. Biliyorsunuz “Fikr-i kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber!” Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı olacağız. Zalim babamız da, kavmimizden biri de olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Bunu içselleştirmeyenler tevbe etsinler eğer inanmıyorlarsa, kendilerine yeni bir din arasınlar. Hadi şimdi ırkçılık yapın, taraftar olun, partizanlık yapın, örgütçülük, hemşehricilik, kadıncılık, erkekçilik yapın bakalım yapabiliyorsanız! Ben Müslümanlarda bir Müslümanım, elhamdülillah. “Müslümancı” değilim fakat! İslam dininden, Muhammed ümmetindenim! Benim için Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay, zorlaştırdığında daha zor bir iş yoktur. O’nun zorlaştırdıklarında bile bir rahmet gizlidir. “Ey iman edenler, iman ediniz!” Selam ve dua ile.