Dün Çarşamba idi. Dünyama dün yeni bir güzellik doğdu. Adı “Dilruba”. “Gönlümün köşesi”ne gelip kurulan bir bebek.. 7. torunum. Daha iki ay önce “Asude Bahar”ım gelmişti dünyaya.
Ayşe Meryem en büyük kız torunum. “Sarenur” ondan sonra. O da yeni yürümeye başladı. Son iki kız “Asude Bahar” ve “Dilruba” bebek!
Biz iki kişi idik. Ben ve kızkardeşim Neslihan. Kızkardeşimden de iki erkek, iki kız yeğenim var. Bir yeğenim de Avusturya’da yaşıyor.
Sonra Allah’ın bana emaneti Asiye geldi. Ve derken 4 çocuğumuz oldu. Ali Osman, Ahmet Taha, Fatıma Zehra, Ahsen Büşra.. Ve şimdi 7 torunum var. 2 idik, 6 olduk. 4 çocuğumdan 3’ü evlendi. 7. torunum da doğdu dün. 3 erkek ve 4 kız torunum var artık. En büyük torunum Ömer, anne-babası, 2 kız kardeşi ile BAE’de yaşıyor.
İlk gelinim, 28 Şubat sonrası el ele eyleminde tanıştığımız, Kütahyalı Sezin’di. Sonra “Ezan Delisi” Abdurrahman efendinin torunu Ankaralı Kübra gelinim oldu. Hanımım Asiye de Ankaralı. Damadım Bursalı İsmail. Elhamdülillah evli çocuklarımızın hepsinin hem kızları ve hem de oğulları var.
Bakalım, Allah ne gösterecek, çocuklarımız, bizim kadar çocuk sahibi olacak olurlarsa, 16 torunumun olması gerek.
Bir evde yeni doğan bir bebeğin “ıngaa” sesleri, bir yaşlının boğazından gelen hırıltılara karışmıyorsa orada hayat, orada mutluluk yok demektir. Orada sevgi, saygı, merhamet olmaz.
Bir geleneğin devamlılığı için çekirdek aileden vazgeçmeliyiz. Dikey yapılardan kaçmalıyız. Okul ve iş hayatı insanı evden uzaklaştırıyor. Evcilleşmek için eve daha fazla zaman ayırmalıyız ve elbette evimizi de yeniden inşa etmeliyiz. Evin sosyal ve manevi mimarisini yeniden gözden geçirmemiz gerek. Misafir yok misafir odası var. Evde dedeye, nineye yer yok. Aile için iletişim-bilişim kopuk.
Çocukları anne-babaları, ya da dede ve nineleri büyütmüyor. Okul, sokak ve internet büyütüyor onları. Kalabalıklar içinde yalnız yaşıyorlar. Komşuluk giderek kayboluyor. Akrabalık da. Arkadaşlık ise geçici, yüzeysel. Hayat birileri için oyun ve eğlenceden ibaret. Haz ve heyecan peşinde koşan kalabalıklar içinde biri de bizim çocuğumuz.
Anneler, çocuklarını nasıl bir dünyaya doğurduklarını görmeleri gerek. Babalar, sağlıklı bir gelecek için sorumluluklarını kuşanmalı artık.
Kadınlar sadece çocuk doğurmazlar, toplumu doğururlar. Her kadın ve erkek bir başka kadının eseridir. Ne yazık ki, anne-babaların sağlığı, entelektüel derinliği ve psikolojisi çok da iyi değil. Çocuklar sürekli stres altında.
Düşünsenize o trafik, 5 gün okul, hafta sonu ödev. Hep sınav, hep sınav.. Haberler felaket zaten. Çocuklar da bu gidişle selüloz alerjisine kapılacaklar. Sürekli ezber yapıyorlar. Kitap görünce öğürecek kadar bilgi yükleniyorlar. Bilgileri kontrol etmiyorlar, ilişkilendirmiyorlar, akıl yürütmüyorlar, sorgulamıyorlar. Çocuklar “kitap yüklü hamallara” dönüştürülüyor bir bakıma. Ve tabi hayata atılınca da bir daha kitap yüzü görmek istemiyorlar. Mukaddes kitabı bile çocukların erişemeyecekleri bir yere asıyorlar. Onu “ikon”laştırıyorlar. Din de zaten bir ritüel ve seremoniden ibaret!?
Çocuklarımıza daha iyi bir dünyayı miras bırakmamız gerek. Onlara güzel örnekler olmamız gerek. Onların “alameti farikaları” olmalı. Onlara kimlik kazandıracak değerleri olmalı.
Eğitim ve iş dünyası maalesef çok sağlıklı değil. Çok sağlıklı bir hayatımız yok. Bilgi kaynaklarımız sağlıklı değil, beslenme kaynaklarımız da öyle. Tarih bilinci eksik, gelenekten koptuk zaten, sağlıklı bir gelecek hayalimiz de yok. Oysa “Kökü mazide olan ati” olacaktık. Geçmişin bilgi birikimi ve geleceğin hayali ile bugünümüzü anlamlı kılacaktık..
Evde birlik olmayınca, toplumda da birlik yok. Atomize olduk. Hep birbirimizle uğraşıyoruz. Sabitelerimizi kaybedince gençler neye inanacağını, kime güveneceğini de şaşırdı.
İhtilaf edince hakeme gitmiyoruz mesela. İstişare ve şura yapmıyoruz. Herkes kendi kafasına göre takılıyor. Sabırlı değiliz. Şükretmeyi bilmiyoruz. Kendi nefsimizi hesaba çekmiyor, sürekli başkalarını eleştiriyoruz. Dini hayatımız sağlıklı değil. Din diye kafamızı birilerine kiraya veriyoruz gidiyor. Bakınız Gülen, bakınız Kalkancı ve diğer benzerleri. Hani din büyüklerimizi İlah ve Rab edinmeyecektik, hani kafamızı kiraya vermeyecektik..
Bu bataklıktan Allah’ın yardımı ile yine kendi çabamızla kurtulacağız. Karanlığın en koyu anı aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Bir de kurtarıcı beklemeyelim, ya da kurtuluşa çağıran birini de.. O biz olalım. Bizim çocuklarımız olsun. Dua edelim: “Allah bizim ellerimizle cezalandırsın zalimleri ve bizim ellerimizle yardım etsin mazlumlara”.
Çocuklarımız “yaşayan Kur’an olsunlar”, “veresetül enbiya” olsunlar. Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olarak, Taif’e giden peygamberin ayak izlerinden yürüsünler ki, bizi öldürmeye gelenler bizde dirilsinler. Ve bizler Allah’ın açıklanmış rızasının tecellisinin vesilesi olalım!
Çocuklarımıza böyle bir davayı miras bırakalım. Onlara çileyi, sabrı öğütleyelim. Direnişi öğretelim. Hakk’ın ve halkın, gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmayı öğretelim ki, işi ehline versinler ve haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı dursunlar. Kuyudaki Yusuf’un Rabbi olan Allah, onların eli ile zalimleri cezalandırsın ve mazlumlara yardım etsin. Ki O Allah, bizi yeryüzünün varisi kılmak istemektedir. Ki; O Allah yeryüzünü bize mescid kılmak istemektedir. Ki; O Allah bizim ellerimizle yeryüzünü imar etmek istemektedir.
Ve 7. torunum geldi cihana. Bize, anne-babalarımıza, çocuklarımıza, çocuklarımızın çocuklarına dua edin, Müslüman kardeşlerimize de. Yüce Allah (c.c.) bize hakkı hak batılı batıl göstersin, Hakk’ta toplanmamızı nasib etsin. Bizi nimet verdiklerinin yoluna iletsin, gazaba uğrayanların değil. Allah sa’yinizi mübarek, daunızı kabul etsin. Müslüman kardeşlerimiz için istediğinizi daha fazlası ile size ikram etsin inşallah. Selam ve dua ile.
Not: Medeniyet Üni. Tıp Fakültesinde doğum öncesi ve sırasında büyük ilgi ve desteğini gördüğümüz Prof. Dr. Ateş Karateke ve Doç.Dr Abdulkadir Turgut ve diğer doktor ve hemşirelere, mesai arkadaşlarına teşekkür ediyorum.
yeniakit