Veda'da Tarihî Yanlışlar ve Atatürk'ü Yüceltme

Zülfü Livaneli'nin "Veda" filmine eleştirmenlerin yorumu: Sadece Atatürk'ü yüceltmek için yapılmış bir film... Suya sabuna dokunmayan bir film... Tanrısal bir Atatürk imajı veriliyor

Zülfü Livaneli'nin yazıp yönettiği 'Veda' filmi, Can Dündar'ın Mustafa'sına kırgınların gönlünü alan bir yapım. Veda, tarihî gerçekliklere işaret eden ayrıntıları işlerken hataya düşmekten kurtulamamış.

NTV Tarih dergisi yazarlarından Ahmet Kuyaş, Necdet Sakaoğlu ve Derya Tulga, filmde göze batan hataları listelemiş.

Gazeteci-yazar Can Dündar'ın 'Mustafa'sıyla başlayan tartışmalı Atatürk filmlerine bir yenisi daha eklendi. Mustafa Kemal Paşa'nın yaveri Salih Bozok'un anılarından yola çıkılarak kurgulanan Veda'da, Atatürk'ün çocukluğundan ölümüne kadar geçen süre, Latife ve Fikriye Hanım çatışması dışında; politik, resmi tarih esas alınarak anlatılmış. NTV Tarih Dergisi yazarlarından Ahmet Kuyaş, Necdet Sakaoğlu ve Derya Tulga, filmde göze batan hataları listelemiş. İşte birkaçı...

Selanik'te Molla sıfatıyla tanınan Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım karakterinin tavrı, giyim kuşamı ve çoğu sahnede başının açık olması, dindarlığıyla çelişiyor. Kafa karışıklığına sebep olan sahnelerden biri, oğlunu karşılamak için başında örtü olmadan sokağa çıkması. Bu tür bir davranışın, o dönemin Selanik'inde gerçekleşmesi mümkün değil. Mustafa Kemal'in mahalle mektebine giderken giymek istemediği sarığı o dönemde çocukların kullanması ise gerçek dışı. Çünkü erkek çocuklar, o zamanlar büyüklerin eskiyen feslerinden dönüştürülen veya ev yapımı külahlardan takıyordu. Sarık sarmak için en azından hocalık derecelerine ulaşmak gerekiyordu.

Veda'daki Conkbayırı sahnesi de hatalarıyla göze çarpıyor. Süngü hücumuna, muharebenin komutanı Mustafa Kemal'in en önde katılması doğru bir bilgi değil. Bunun yanı sıra savaş tekniği açısından da asılsız. NTV tarih yazarlarına göre, grup komutanı Mustafa Kemal, 10 Ağustos 1915 sabahı gerçekleşen taarruzda, Conkbayırı'nın hemen doğusunda, Boyun noktasının Kördere tarafındaki korunaklı siperdeydi. Arıburnu Raporu'nda yalnızca saldırının işaretini verdiği yazılmıştı. Fakat gösterildiği gibi Anafartalar komutanı olarak saldırının en önünde değildi.

Atatürk'ün Samsun'a Milli Müca-dele'yi başlattığı 1919 tarihli ziyaretinin işlendiği bölümde, Paşa'nın bölgeden yanında yalnızca iki yaverle ayrılması ise oldukça kafa karıştırıcı. Yine aynı mevzuda Mustafa Kemal'in bir köylüyle yaptığı konuşmada, "Düşman yakında Samsun'u işgal ediyor." demesi de ilginç. Çünkü o tarihlerde Samsun Limanı, İngiliz işgalindeydi ve giriş-çıkışlar onların kontrolündeydi.

Erzurum Kongresi düzenlendikten bir yıl sonra Mustafa Kemal ve beraberindeki beş kişinin idama mahkum edilmesi konusu, filmde kongreden hem önce hem de yalnızca Paşa için geçerliymiş gibi gösteriliyor. Aslında 11 Mayıs 1920'de Nemrut Mustafa Paşa'nın başkanlığındaki 'Birinci Divan-ı Harb-i Örfisi' Atatürk ve birkaç arkadaşını gıyaben ölüme mahkum eder. Bu isimler şunlardı: Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Kara Vasıf Bey, Mirliva Salacaklı Ali Fuat Paşa, Washington Sefiri Midillili Alfred Rüstem Bey, Doktor Adnan Bey ve Halide Edip Hanım.

Filmin tarihi gerçekliğin dışına çıkan en önemli hatalarından biri ise Mazhar Müfit Kansu'nun anılarından alınan sahne: Mustafa Kemal Paşa'nın zaferden sonra Cumhuriyet'in kurulacağına, fesin yasaklanacağına ve diğer devrimlere dair notlar aldığı, üçlü toplantı gecesi... Kansu'ya göre bu gece, Erzurum Kongresi'nin kapandığı, aynı zamanda da 7-8 Temmuz 1919 tarihli gecedir. Bu ikili bilgi nedeniyle birçok ciddi tarihçinin sonradan uydurulmuş olduğunu düşündüğü, fazla önemsemediği bu sahne filme alınmış. Yine Kansu'nun anılarında o gecede İbrahim Süreyya (Yiğit) Bey yer alırken, filmde aynı sahneye Kazım Karabekir Paşa konulmuş. Böylelikle bir anı tahrif edilmiş Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra da Tek Parti fikri etrafında yapılan tartışmalarda tavrını muhaliflerden yana koyan Karabekir, ideolojik ve siyasi olayların destekleyicisi gibi tanıtılmış.

Eleştirmenlerin gözüyle Veda

-Atilla Dorsay (Sabah): Böyle bir hayatı tek bir filme sığdırmak... Bu neredeyse imkânsız çaba, filmi bir tür illüstrasyon (resimleme) haline getirip bırakıyor. Kaliteli bir illüstrasyon ama yine de bir illüstrasyon... Oysa kimi 'intime' (mahrem) sahneler, aslında filmin çerçevesini daha dar tutsa, nasıl olabileceğini haberliyor: Tüm Latife ve Fikriye bölümleri gibi... Keşke sevgili Halit Refiğ, bu üçlü üzerine o senaryosunu hayata geçirebilseydi. Ve keşke geleceğin Atatürk filmleri artık öyle yapılsa... Yine de filmi sevdim. Çünkü hele bu karışık dönemde, ama aslında her zaman için, Atatürk sevgisinin Türk halkını birleştirmede çok önemli bir çimento olduğunu düşünüyorum. Ona ve onun getirdiklerine temelde hep ihtiyacımız var. Onu hatırlamak, hatta yeniden tanımak, Türkiye için hâlâ çok gerekli. Öyleyse, yaşasın Atatürk filmleri!

-Uğur Vardan (Radikal): Livaneli, geçen yıl Can Dündar'ın 'Mustafa'da 'insanileştirdiği' Atatürk'ü, yeniden eski yerine koyuyor. Yani ulaşılmaz, mutlak, her daim doğru ve neredeyse tanrısal... Film bütün o başarılı kostüm tasarımı, dönem atmosferi ve görsel zenginliğine karşın ne yazık ki içerik anlamında hiç yeni bir şey söylemiyor, Livaneli'nin senaryosu bildiğimiz, ilkokuldan bu yana okuduğumuz, gördüğümüz olayların kronolojik akışı şeklinde gelişiyor. Kafamızda var olan imaja taze bir soluk ya da farklı bir bakış getirmiyor. 'Veda'nın sinemasal anları da ancak filmin sonlarına doğru beliriyor; o da Fikriye'yle Latife'nin çekişmesinde kıyıya vuruyor. Yani hikâyenin yaşayan ve seyirci gözüyle baktığımızda içine girebildiğimiz sadece iki karakteri var; onlar da aynı erkeğe sahip olma yarışında birbirlerinin değili konumuna düşen iki kadın... Bence 'Veda' harcanmış bir proje olmuş...

-Murat Özer (SİYAD Başkanı): Filmde resmi tarih dışına pek çıkılmamış. Suya sabuna dokunmayan bir Atatürk filmi yapılmaya çalışılmış. Bilmediğimiz, okumadığımız pek bir şey yok gibiydi filmde. Ama bunun da ötesinde filmin teknik olarak da çok başarılı olmadığını söyleyebilirim. Özellikle savaş sahnelerinde, daha özenli bir çalışma beklerdim böylesi bir prodüksiyondan. Film bize ekstra bir şey katmadı diyebilirim. Zülfü Livaneli'nin Atatürk'e bakışı ama; resmi tarihten pek farklı bir bakış değil.

-Cüneyt Cebenoyan (Birgün): Gerçekten kötü bir tasvir var filmde. Artık onu insan olarak anlamak filan bugünlerden mümkün değil bence. Sadece Atatürk'ü yüceltmek için yapılmış bir filmle karşı karşıyayız. Salih Bozok'la olan ilişkisi, onun bağlılığının nasıl geliştiği... Karakterler ortaya çıkmıyor yani. Latife Hanım'ın bir yere kadar melek, bir yerden sonra şeytan olması da çok garip. Onu da hiç anlamaya çaba harcamamış bu film. Her haliyle kötüydü.

-Mehmet Açar (Habertürk): ... Öncelikle senaryonun ne yazık ki sağlam bir omurgası yok. İyi işlenip geliştirilmiş bir ana fikirden ziyade dağınık bir akış tercih edilmiş. Aceleye gelen öykünün tam olarak ne üzerine odaklandığı belirsiz. Belirli bir etkileyicilik taşıyan Selanik'teki birkaç sahnenin ardından film, resmi tarihin özet halinde görselleştirildiği vasat bir doküdrama halini alıyor ve öykü çok zayıflıyor...

(Zaman)

Kültür Sanat Haberleri

İranlı ressamın tablosu Hz. Ali’nin (k.v.) türbesine asılacak
Hamaney'in kişisel kütüphanesinde hangi kitaplar var?
Türkiye, İran'a ait 55 tarihi eseri iade etti
Hollywood'da Aptal Asyalılar, Tehlikeli Afrikalılar, Ahlaksız Latinler, Zalim Ruslar
Bugün İran’da “Kızlar Günü”