Dünya savaşına doğru sürüklenirken, Yaklaşmakta olan Gazaba rağmen kendini derin bir çaresizlik içinde hissedenlerin sessiz kalabalıkların içine sürüklendikleri bir hastalıktan söz edeceğim bugün..
Geçen Cuma hutbesi’nin konusu “Vehn”di. Umarım, siyasilerimiz bu hutbeyi dikkatle dinlemişlerdir ve bu konu üzerinde düşünmüşlerdir. Bu konuda haberi olanlar, haberi olmayanlara, ölüm uykusundan uyanmaları için, bir vesile olsun diye bu yazıyı iletebilirler. “Aranan, muhtaç olduğunuz kan /Ab-ı hayat / iksir” Resulullah’ın aşağıdaki uyarılarında gizli.
Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir keresinde Sahâbe-i Kirâm’a “Açgözlü kimselerin yemeğe üşüşmeleri gibi, düşmanlarınızın üzerinize saldırmaları yakındır.” buyurdu. Orada bulunan bir sahâbî, “Sayıca az olduğumuz için mi düşmanlarımız üzerimize üşüşecekler?” diye sordu. Allah Resûlü (s.a.s), “Hayır, siz sayıca çok olacaksınız. Fakat selin önündeki çer çöp gibi savrulacaksınız.” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Allah, düşmanlarınızın kalbinden heybet ve azametinizi çıkartacak; sizin kalplerinize de vehn’i yerleştirecektir.” Sahâbî, “Ya Resûlallah! Vehn nedir?” diye sorunca Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), “Dünyayı aşırı sevmek ve ölümü kötü görmektir!” buyurdu.
Resulullah “Ağzınızın tadını kaçıran ölümü sıkça anınız” der. Ölümden kaçışın tek yolu ise Şehadet gösterilir bizim inancımızda. Çünkü onlar Rableri katında diri olacaklardır.
Resulullah 622 yılındaki hicrete kadar hayatının ilk 52 yılında (570-622) Mekke'de yaşadı. Risalet ona 610 yılında, 40 yaşında geldi. Mekke dönemi 12 yıldır. Hicret MS 21 Haziran 622 – MS 2 Temmuz 622 arası gerçekleşti. 8 Haziran 632 tarihinde vefat etti. Medine 10 yıl kaldı. O Şemsi takvime göre 63 yaşında vefat etti.
Hz. Muhammed'in (sav) vefatının ardından 632 yılında başlayan Dört Halife Dönemi; son halife olan Hz. Ali'nin şehid olduğu 661 yılına kadar sürmüş ve ortalama 30 yıl devam etmiştir.
Hz. Ebu Bekir 632-634 yılları arasında sadece 2 yıl halifelik yaptı. Hz. Ömer bin Hattab dönemi 634-644 arası 10 yıl, Hz. Osman bin Affan dönemi 644-656 arası 12 yıl ve Hz. Ali bin Ebu Talib dönemi 656-661 arası 5 yıl sürdü.
Süre olarak düşünmeniz için söylüyorum, AK Parti 2002-2024 arası tek başına 22 yıldır iktidarda. 1.Meclis 23 Nisan 1920’de açıldı ve Mustafa Kemal 10 Kasım 1938’de öldü. Yani siyasi hayatı 18 yıl. İsmet Paşa 1938’de geldi, DP’nin iktidar olduğu 14 Mayıs 1950’ye kadar 12 yıl iktidarda kaldı.
Kemalistler Cumhuriyetin 10 yılında “on yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan” diye marşlar söylüyordu. Yaklaşık çeyrek asırlık AK Parti iktidarı döneminde, Buna Refah yolu da ekleyin, 70-80 arası süreci de ekleyin. Geldiğimiz yer ortada. Sakallı radikal İslamcı hacı amcaların oğulları hovarda oldu, Çarşaflı hacı annelerin başörtülü kızları Feminist oldu. Bakın nine çarşaflı, gelin başörtülü, torun lay lay lom.. Evet evet, o başörtüsü mücadelesi veren annelerden söz ediyorum. Korkunç bir savruluş yaşadık ve bu süreç hala hızlanarak devam ediyor. Siyasette, iş dünyasında, cemaat yapılarının çevresinde bunu görmek mümkün.
Oysa İslam tarihinin ilk 12 yılı Mekke dönemi. İslam yasak. Medine dönemi 10 yıl. Geldikleri Medine halkı, ayrıldıkları Mekke halkının bir benzeri. Müşrikler, Yahudiler ve Hristiyanlar var. Göçmen oldukları yerde sayıca azlar. Mallarını mülklerini geride bıraktıkları için yoksul durumdalar. Ama iktidar oldular. Peki bu nasıl oldu?
Medine halkı Hz. Muhammed (sav) in emin bir kişi olduğunu, adil davrandığını biliyorlardı. Medine’de din, mezheb, kabile kavgalarını bitirmek için onun hakemliğinin, adaletin tesisi ile şehre barış getirilmesini umuyorlardı. Medine halkı ise Müslümanlar için “onlar bilirler ve yalan söylemezler ve söz verdiklerinde sözlerinde dururlar” diyorlardı. Medine’de ticaretin gelişmesi ile zenginlik olmasını ümid ediyorlardı.
4 halife dönemini de söyledim, 30 yıl. Zaman ne çabuk geçip gidiyor.
İhtirasla istediğimiz servet, iktidar, makam, hepsi başımızın belası oldu. Bunlara sahip olmadan önce bunlara sahip olduğumuzda adaletle hareket edeceğimizi zannediyorduk. Rüşvet ve torpil olmayacaktı bizim düzenimizde, istişare ve şura ile hareket edecektik. İktidarın dönüştürücü gücü önce kendine sahib olanları dönüştürdü.
“Müslümanlar birlik ve beraberliği kuşandıkları zaman varlıklarını muhafaza ederler. Ümmet bilinciyle hareket ettiklerinde asil ve vakur duruşlarını devam ettirirler. Yürekleri toplu vurdukça izzetlerini korurlar. Fitne, fesat ve tefrikaya geçit vermediklerinde kardeşlik bağlarını güçlendirirler de işlerimiz böyle değildi. Tersine bir sonuçla karşılaştık. Çünkü “Müslümanlar, yaratılış gayelerini, ölümü, hesabı, cennet ve cehennemi unutup dünyaya aşırı meylederlerse, güçlerini kaybeder zillete düşerler. Kalplerine Allah ve Resûlü’nün sevgisinden ziyade mal ve mülk, makam ve mevki, şan ve şöhret sevgisini yerleştirirlerse rüzgârın önündeki yapraklar gibi savrulurlar. Şahsi menfaatlerini, lüks ve konforlarını i’lây-ı kelimetulla’htan üstün tutarlarsa bölünüp parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar” denmişti ve öyle de oldu..
Geçen cumada camilerde okunan hutbede bunlar söyledi: Bizler, zaman zaman dünya meşgalelerine dalıp İslam’ın hayat veren ilkelerini göz ardı edebiliyoruz. Rabbimize, çevremize ve insanlara karşı sorumluluklarımızı ihmal edip tamamıyla dünyaya yönelebiliyoruz. Kulluğumuzu unutup insani ve ahlaki değerleri hayatımızdan uzaklaştırabiliyoruz. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, “Siz geçici dünya menfaatini istiyorsunuz, Allah ise ahireti kazanmanızı istiyor.” ayetiyle bizleri uyarmakta, ebedi yurdumuzu ihmal etmeden yaşamamızı bizlere tavsiye etmektedir. Yüce dinimiz İslam’a göre dünya, ahiretle kıyaslandığı zaman geçici, boş ve eğlenceden ibarettir. Yoksa dünya ve nimetleri kötü, değersiz ve önemsiz değildir. Kötü olan, insanı Allah’tan ve onun rızasından uzaklaştıran dünyevileşmedir (Laikleşme/sekülerleşmedir). Unutmayalım ki, dünya ahiretin tarlasıdır. Cennetin kazanılacağı yerdir. Kulluk imtihanımızı gerçekleştirdiğimiz, hangimizin daha güzel işler yapacağının tespit edildiği mekândır. Dinimizin bizlerden istediği ne dünya için ahireti ne de ahiret için dünyayı terk etmektir. Allah’ın rızası doğrultusunda her ikisi için de çalışmaktır. Bu hususta Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu kazanmaya bak. Dünyadan da nasibini unutma!”
İİT dışişleri bakanları Gazze için toplanıyor, üzerine ölü toprağı serpilen birileri gelmiyor. Gelse ne diyecek, gelenler ne yapıyor ki!? Kiminin ağzından çıkan sözlerle, ayaklarının gittiği yer aynı yeri işaret etmiyor. Riyad’daki toplantıya Suudi Dışişleri bakan yardımcısı katılıyor ve o da dostlar alışverişte görsün kabilinden bir şeyler söylüyor ve dağılıyorlar. Evet, evet, hutbede de belirtildiği gibi “Bugün; kin, öfke, kötülük ve zulüm yeryüzünü kuşatmış, insan hakları ve ahlaki değerler ayaklar altına alınmışsa bunun sebebi sadece zalimlerin güçlü olması değildir. Asıl sebep, Müslümanların çalışmayı tembelliğe kurban etmeleridir. İnançlarının gereği olan sorumluluklarını yerine getirmemeleridir. (…) İman, salih amel ve güzel ahlakla dünyalarını imar etmemeleridir. Oysaki Yüce Rabbimizin bu husustaki vaadi gayet açıktır: “Allah, içinizden iman edip dünya ve ahiret için yararlı işler yapan kimselere; kendilerinden öncekilere verdiği gibi onlara da yeryüzünde hâkimiyet vereceğini, onlar için beğenip seçtiği İslam dinini yerleştirip yayılmasını sağlayacağını, hâlihazırdaki korkularını güvenliğe çevireceğini vaat etmiştir…”
Bugünün en büyük belası, Satanist Pedefolik Siyonistlerin yeni dünya düzeni adına dayattıkları politikalar konusunda birçok ülke yöneticisinin hayır diyecek mecali bulamaması sonucu ortaya çıkan durumdur. Bugün Dünyevileşme, din, ahlak, gelenek ve biyolojik cinsiyetten bağımsız bireysellik ve bencillikten kurtulma, sınırsız arzu ve isteklerimizi dizginleme günüdür. Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşama iradesine sahip çıkma günüdür. Hılful fuhul, Medine sözleşmesi ve Kudüs beyannamesine sahip çıkma günüdür. Zaman, müminlere karşı şefkat ve merhameti, kâfirlere ve zalimlere karşı vakar ve izzeti kuşanma zamanıdır.
Selam ve dua ile..