Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.. Trump hem ABD, hem NATO ve hem de diğer ülkeler için bir bela. Öyle ki, kimse önünü göremiyor ve yarın ne olacağını bilmiyor. Herkes “Gazze trajedisi bitsin, Netenyahu savaş suçlusu olarak cezalandırılsın” derken, o yangına körükle gidiyor. İnsanlığın haline gelince o da bir garib. Kimse Hak, Hakikat, adalet neyi gerektirir diye bakmıyor olaylara, bu işlerden benim kazancım ne olur, benim için fırsat mı, tehdit mi oluşturur diye bakıyor.
Neredeyse Allah’ı ve ahiret gününü düşünen yok. Düşünen pek az kişi ya da grub da birbiri ile kavga ediyor, kendi kanaatı ve yorumunu merkeze aldığı için.. Bu şartlarda işimiz hiç de kolay değil. Bu hercümerç içinde bizim durmamız gereken yer “Havf ile Reca”, yani Korku ile umud arası bir yerdir. Ancak umudumuzun korkumuza galip gelmesi gerekir, sevgimizin, merhametimizin Nefretimize galib gelmesi gerektiği gibi. Ehveni şer, yeri gelir şerlerin en büyüğü olur.. Bu nereden baktığınıza bağlı.. Karıncalar fil ordusunu yener. Ebabil kuşları gibi.. Ayaklarında yanar taş olmasa da. Sivrisinekler mermer sarayları yıkar.. Küçük günahların çeşitliliği çoksa ve çok sık tekrarlıyorsanız, bu küçük günahlar, büyük günahlara açılan bir kapı olur. Ah şu karınca sürüsüne benzeyen seçmenler yok mu, bal tuzağına doğru ya da korktukları şeyden başka yöne doğru sürü halinde giderler. Siyaset, bazan toplumu böyle yönetiyor.
Sanal korkular, sanal ikramlar peşinden seçmenler de, bir bakıma, adeta cellatlarını seçmek üzere sandığa koşuyorlar. Yaşadığımız çağ “Cilalı adam çağı”. Kahramanları hain, hainleri kahraman gibi gösteren, trollerin cirit attığı bir Media, bir de Sosyal Media var artık. “Artırılmış sanal gerçeklik” diye bir şeyden söz ediyoruz bugün. Halkla İlişkiler şirketleri, Reklam ajansları artık toplum mühendisleri, Psikologlarla, sosyologlarla çalışıyorlar. Görevleri insanların akıllarını çelmek. O korkuttukları “düşman” yok mu, o aslında karıncaların oyuna muhtaç. Onları kazanmak için şirinlik muskası takacaklar.. Onlardan korkacakları için bazı konularda cür’et ve cesaret edemeyecekler. Biz de bu gücümüzü doğru kullanırsak direnebiliriz. Haklı isek, Hakkın yardımı bizimle ise daha cesur olmamız gerek..
Bizimkiler iktidar olunca, “nasıl olsa bizimkiler iktidar oldu” diye yorgun bedenlerimize gaflet uykusu çöküyor. Teyakkuz hali sona eriyor. Bir de iktidarın nimetlerinden yararlanmak için iktidara yaklaşıyor, onu korumaya çalışıyor, iktidar nimetleri konusunda birbirimize rekabet ediyor ve iktidar sahiplerini kardeşlerimizden kıskanmaya başlıyoruz. Öncekiler hakkında hep suizan ederken, bizimkiler konusunda hep hüsnü zan ediyor. Hep bir sebeb, bir bahane arıyor ve buluyoruz. Dost edindiklerimizin yanlışını görmüyor, rakiplerimizin, düşman edindiklerimizin iyiliklerini görmüyoruz. Öteki Hakka ve hayra çağırmak yerine onları kahretmek, onları cezalandırmak istiyoruz. Mikro milliyetçilik hayatımızı kuşatıyor. Kendi ırkımız, kendi mezhebimiz, kendi tarikatımız, kendi kabilemiz, kendi ailemiz, ve aile içinde BEN’e dönüşüyor bu iş. Kardeş katline kadar varıyor, hele menfaat ve iktidar söz konusu olursa.
Onlara “içinizdeki rakiplerinizin zihniyet ikizlerinden uzak durun” dediğinizde sizden yüz çeviriyorlar.
Çünkü içimizden bazıları, meğerse onları kıskanıyor, onların sahip oldukları şeylere ulaşmak için iktidarı bir sıçrama tahtası gibi görüyorlarmış. Toplumu dönüştürmek için yola çıkanlar, maalesef bu yolda, siyaset önce onları dönüştürüyor. Ebu Müslim Horasaninin sözlerini hatırlayın..
Dikkat edelim, o kazanalım diye peşlerine düştüğümüz, İyimsirimtrakımsı’lar bizi kendilerine benzetmesinler. Onların bir kısmı zaten, öteki taraf kendilerini kabul etmediği için aklı karışık, Arafta mekan tutmuş, kazanandan tarafta olmaya meyleden kişiler ve topluluklardır. Daha hesabı olan iki kardeşten biri bir tarafta, öbürü öbür tarafta mekan tutar. Yollarını öyle bulurlar!? Bunlar köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyen reelpolitik, iş bitirici, Pragmatizmden öte oportünist tiplerdir. Sizinle işleri bitince kendilerine yeni dostlar bulurlar. Onlar için “dün dündür, bugünse bugün”. Fırıldak gibi dönerler. Dün haram dediklerine, bugün Helal de derler, dün düşman ilan ettiklerini tekrar dost da edinirler. Gelen ağam, giden paşamdır. Kendilerinin küfrettikleri ya da kendilerine küfredenlerle de yeri geldiğinde dost da olurlar. Dostlarını da düşman görebilirler. İktidarı kaybetme korkusu iktidar sahibinin gözünü karartır. Cesaretlerinden değil, daha çok korktukları için daha acımasız olurlar.. Biz de artık aklımızı başımıza toplasak ve Herşeyi iktidar sahiplerinden beklemekten vazgeçsek, her konuda yasal düzenlemelerle kendi haklarımızı koruyabileceğimiz gibi bir yanlış düşünceden vazgeçsek. Unutmayın her yasal düzenlemede karar veren siyaset, uygulayan bürokrattır. İşte o zaman rüşvet, torpil, bürokrasi devreye girer ve emdiğiniz sütü burnunuzdan getirirler. Biraz cesur olalım yahu. Korkmayın ecelinizden önce ya da sonra ölmeyeceksiniz. Rızgınızdan az ya da çok yemeyeceksiniz, kaderinizden başka bir kader de yok. VEHN hastalığına bir kez yakalandınız mı, şifasını zor bulursunuz. Peygamberimize “VEHN hastalığı nedir?” diye soruyorlar, o da diyor ki; ‘Ölümden korkmak, kaçınmak ve bunun sonucu cihadı terketmek, risk almamak ve dünyaya, dünya malı, mülkü, metaı, parasına, itibarına / makamına aşırı bir şekilde muhabbet etmek. Marka yaşamak, Mütrefin’lerden olmak: Refah peşinde koşmak. Birinde bu hastalık varsa o “Vehn hastalığı”dır. Vehn hastalığının şifası Gazze direnişindedir Bu ahir zaman hastalığına yakalananların vay haline! Biz başkasında gördüğümüz bir şeyi kınarken, bugün onu bizden biri yapınca bahaneler arıyor ya da görmezden geliyorsak, hatta savunuyorsak, bu iki yüzlülük, ahlaksızlıktır. Adil Şahitlik değildir.. Bakın “önce ahlak ve maneviyat” diye çıktığımız yolun sonunda nereye vardık. Ne ahlak, ne maneviyat kaldı. Şahsiyetli dış politika diyorduk, “Uluslararası sistemle birlikte” hareket ediyoruz. Yarım asrı geçen bir süredir AB kapısında “uysal koyun” gibi bekliyoruz. Hani “Uysal başlı” olmak “uysal koyun” olmak değildi. Müstevlilerin siyasi emelleri ile siyasi emellerimizi tevhid edip, şahsi çıkarlarımızı Riba’cı Finans Kapitalin çıkarları ile tevhid eden bir noktaya savrulmadık mı? Daha geçen gün, Kadına şiddet günü dolayısı ile, bunca acı tecrübelere rağmen hala birileri bu düzenlemelerle övünebiliyor. İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ülkelerin yarıdan fazlası metne çekince koymuş, 7 ülke iç hukukunda hiçbir düzenleme yapmamıştır. Türkiye, sözleşmeden çekilmesine rağmen hem iç hukuk mevzuatında hem de 6284 sayılı Kanun’la bu mücadelede eksikliklerini tamamlamış yegâne ülkedir. Avrupa’da, Türkiye dışında bu hususta müstakil kanun yapan başka bir ülke bulunmuyor. Bakın bu yasadan sonra her şey daha kötü gitmeye başladı.
TİME dergisi bu hafta kapak yapmış. Çocuksuz ailelerin sayısı hızla artıyor. Artık çocuk isteseler de yapamıyorlar. Zaten çalışan kadın çocuk istemiyor. Bir de CoVID aşısından sonra küresel anlamda bir kısırlık pandemisi var. Zaten 5G, WiFi, GSM’ler, akıllı arabalar, akıllı evler, akıllı işletmeler hepsi insanları kısırlaştırıyor. Yakında sakat doğumların ya da düşüklerin arttığı önce duyacak, sonra göreceksiniz. Doğurganlık ile ilgili sorunların tek kaynağı bunlar değil, hava, su, toprak herşey zehirlendi. Gıda ve sudaki kimyasallar, ilaçlar vb. dahil olmak üzere, bunu tetikleyen faktörlerin ne olduğunu sorgulamalıyız. Macaristan öyle yapıyor: Gençlere evlilik kredisi veriyorlar ve 2 çocuk yaparsanız geri ödemeniz gerekmiyor. Ayrıca vergiler her çocuğunuz için düşürülüyor. Mesela 4 çocuğunuz varsa gelir vergisi ödemiyorsunuz. Herşey üstüste geldi. Bu aşının kısırlığa sebeb olduğunu, olacağını yazdık, ama kimse farkına bile varmadı. Zaten gıda, ilaç, kozmetik, tekstil, Spor, cep telefonu, WiFi, 5G, Röleler hepsi kısırlaştırıcı etkiye sahip. Bir de bunun üzerine 6284 no’lu yasasının sebeb olduğu felaketi ekleyin.
Evlilik durma noktasına geldi. Evlilikte mutluluk katsayısı çok düşük. Çocuk yapmıyorlar. Çocuk doğuran anne çalışıyorsa, çocuk ana okulunda, okulda, gündüz bakımevinde, televizyonda, telefon ya da notebook’la oyalanıyor. Televizyon yayınları, bilgisayar oyunları üzerinden sadece çocukların değil, aile fertlerinin hepsi tehdit altında. Subliminal mesajlar, BioRezonans yöntemleri, Beyin kontrol tekniği insanların psikolojileri altüst ediliyor. Yapay zeka üzerinden BioHacker’ler sadece çocuklar, gençler değil herkesi hedef alabiliyorlar. Durduk yere intiharlar, öfke patlamaları yaşanmıyor. Cinayetler, şiddet olayları durduk yere olmuyor. Ekonomik kriz, çalışan kadınlarla ilgili cinsel taciz olaylarında patlama yaşanıyor. Hakime hanımla, Ağır Ceza hakimi yasak aşk (!?) yaşıyor, savcı aile reisi eve gelip olanı görünce, Ağır ceza hakimi balkondan aşağıya atlıyor. Buna benzer olaylar ne ilk, ne de son olacağa benziyor.
Gıdamıza dikkat edelim. Yiyip içtiklerimizin geni ile oynanmış, uzun ömürlü gıdalardaki kimyasallar insan sağlığını tehdit ediyor. Çoğu hormonlu, kiminde Alfatoksin var. Zirai zehirler, Chemistrail, hepsi insan sağlığını tehdit ediyor. Sadece kısırlaştırmıyor, sakat doğumlara sebeb oluyor. Hasta olanların kullandıkları ilaçlarda öyle. Zaten hamile kadın 2-3 sezeryan’la bir daha çocuk yapamaz hale geliyor. Kullanılan doğum kontrol hapları ayrı bir bela. İstenmeyen hamilelikte, çocuk aldıranların sayısı az değil. O ceninler aslında birileri tarafında satın alınıp, Satanist Pedefolik’lerin Androcrome kullanıcıları için başka ürünlerin üretilmesinde kullanılıyor. Havayı, suyu, toprağı zehirlediler. Ekmeğimiz bile artık zehirli. Kozmetikler konusunda dikkatli olalım. Kadınların fit olmak için yaptıkları bazı sporlar, onların rahimlerinde çocuğun oluşmasını engelleyen sonuçlar doğurabiliyor. Bazı kasların aşırı gelişmesi bu anlamda risk oluşturabiliyor. Bazı sporlar bu açıdan tehlikeli. O daracık streçler, derinin nefes almasını engelleyebiliyor. Arka cepteki cep telefonları, doğrudan yumurtalıkları etkileyebiliyor. Bilgisayar, Tv, tüm elektirikli ve elektronik aletlerin hayatımıza belli bir olumsuz etkisi var. Bir de LGBT benzeri, toplumsal cinsiyet uygulamaları ile, cinsiyetsiz bir topluluk oluşturuluyor. Biyolojik cinsiyete karşı adeta savaş açıldı. Bizim kimliklerimizde bile artık “Toplumsal cinsiyet kimliği” olarak “LGBT tercihi” anlamına gelen GENDER yazıyor.. Bakın, artık dünya nufusu artmıyor, eksiliyor. Sadece Çin’de ve Hindistan’da değil, Afrika dahil bir çok ülkede en azından artış hızında düşüş var. AB ülkelerinde doğurganlık oranı alarm veriyor, Ölümler artıyor, doğum düşüyor. Bugün, Türkiye’yi de içine alan Avrupa haritasına baktığımızda, 2022 için kadın başına canlı doğum oranları şöyle (2024 sonrası durum çok daha vahim): Bizden iyiler (Türkiye 1.63), Gürcistan 1.83, Romanya 1.71, Bulgaristan 1.65, Çekya 1.64. En kötülere gelince: Malta 1.8, İspanya 1.16. Bu arada hemen belirtelim ki, kadın başına 2.1 bebek nüfusun korunması anlamına geliyor. Bu oranı yakalayan kimse yok. Şimdi bir de savaş, kıtlık ve buna bağlı göçü düşünürseniz, bu gidişle bu günkü durumu da arayabiliriz. Erdoğan en az 3 çocuk diyordu ama, aşı ve 6284 sonrası durum bu. Ağızları ile söyledikleri ile ayaklarının gittiği yer aynı olmadı. Konuyla ilgili Avrupa haritası aynı zamanda dünyada ne kadar az beyaz insan kaldığını gösteriyor. Doğum oranları hızla artmazsa, beyaz insanlar 2100’e kadar büyük ölçüde yaşlı ve yok olmaya yüz tutmuş bir insan türü olabilir.
Fecaata bakar mısınız, ABD’de doğurganlık 1960’da 3.8 iken, bugün 1.6’ya gerilemiş. Kanada da 3.8’den 1.33’e gerilemiş. Güney Kore 5.95’den 0.78’e düşmüş. Suudi Arabistan 6.30’dan, 3.89’a gerilemiş. Bu sonucun sorumlularının veballeri, hastahane çetesinin cinayetleri ile kıyaslanabilir mi?. Bu kıyas, sayısal olarak değil belki ama, hacım olarak kıyaslamamak gerek. Bu tablo kadın cinayetlerinden daha vahim bir tablodur. Neyse, bu günlükte bu kadar. Anlayana sivrisinek saz. Selam ve dua ile.
Abdurrahman Dilipak
mirathaber