-Ömer Faruk: (’Bir trajedi sürerken, muhteşem bir hayat sürenler’ başlıklı yazıya), Bu ne kayıtsızlık Allah’ım.. boğularak ölen bu insanların sessiz çığlıklarının Ebu Gureyb’deki feryadlardan, şehid Ahmed Yâsin’in ümmeti şikayetinden, Rachel Corrie’nin sessiz ölümünden ne farkı varki.. insanlık olarak ne kadar utanmaz ve vurdum duymaz olduk Allah’ım… Dindar sayılan medyada bile gereği kadar duyulmayan bu feryadları kim duyacak, duyuracak, durduracak?
Âkif Yıldızoğlu: (Yine aynı yazı üzerine), Niçin hep Avrupa ülkelerine sığınılır da, müslümanların ülkelerine sığınılmaz?
*SEÇ: Bir yangından kaçarken kaçanların o andaki tercihlerini sorgulamak zor bir iştir.. Kaçan insan, daha emniyetli bir lyere gitmek ister, tabiatiyle..
Gerçi, bu dikkate sahib bazı müslümanlar, başka imkanları olduğu halde, 12 Eylûl 1980 askerî darbesinden sonra, başka yerlere gitmek imkanları da olduğu halde, sırf bu gibi görüşlere karşı savunmada kalabilmek için de, üstelik, savaş halindeki ülkelere de gitmişlerdir, İran, Afganistan gibi..
Unutmayalım ki, Osmanlı güçlü olduığu zamanlarda da, Osmanlı’ya sığınırılırdı, Avrupa’daki karışıklıklardan karşısında.. Nitekim, Nâzım Hikmet’in büyük dedesi Alexander Borjensky isimli Polonyalı bir subay ve silah arkadaşları, 1848’deki devrim karışıklıkları sırasında Osmanlı’ya sığınmışlardır. Borjensky, daha sonra müslüman olmuş ve Mahmud Celaleddin adıyla Osmanlı ordusunda paşalık rütbesine kadar yükselmiştir. İstanbul’daki Polonezköy o iltica dönemlerinin sonucunda meydana gelmiştir ve o insanlar orada, kendi din ve dilleriyle hâlâ da yaşamaktadırlar, nesiller boyu..
Ayrıca, Macar kralı ve macar özgürlük savaşçılaarından niceleri de Osmanlı’ya sığınmışlardı. Onların evleti, Tekirdağ ve Kütahya’da hâlâ da müze olarak korunmaktadır. Aynı şekilde İsveç kralı Demirbaş Şarl bile, Rusya karşısında yenildiği zaman Osmanlı’ya sığınmış ve Fransa kralı Françesko da hapse düştüğü zaman, Kanunî Suleyman’dan yardım ve himaye istemişti.. Keza, Polonya’da da kral değişiklikleri Osmanlı Sarayı’nın desteğinin olup olmamasına göre şekillenirdi.. Bu geçmişle öğünmek için değil, geçmişi tamamiyle görmezlikten gelmemek için hatırlatılmaktadır. Ve de, sen güçlü olduğun zaman sana da sığınırlar demek için..
Ama, sizin o yazıdan hareketle sözünü ettiğiniz ilticalardan dolayı Avrupalıların suçlanması yerine, müslüman ülkelerin başındaki rejimler suçlanmalı ve kendimizi sorgulamalıyız derim.
-Mahmud Köse: (Yine aynı yazı dolayısiyle..) Biz Müslüman olsaydık bu feryadlara hacet kalmazdı!
Benim acizane kanaatim, İslamın en temel şarti/direği; VICDANSIZ OLMAMAKtır.
Biz bu hasletlerimizi yitirdik, Allah da bize ona göre karşılığını veriyor.
Çocukluğumda Hz. Ebubekir’in irtidad savaşlarını anlıyamıyordum. ’Nasıl olur da bu merhametli halife, bugün şahsi olarak elden verdigimiz zekatı otorite tarafından toplamak icin müslümanlara savaş acıyor?’ derdim..
Şimdi, yeni anlıyorum ki, asıl mevzu başka! İslam, bir paylaşim ve kardeslik toplumu nizamını öngörmeketedir. Bu münasebetle lisede almanca ögretmenimin ’Komunizm davasinda haklı fakat insanın temel yapısı olan bencilligi hesaba katmıyor.’ Şeklindeki sözünü hatırlıyorum:
İslam ise, bence, sûreten Âdem olanı, ruhen de adam yaparak paylaşıma saglikli bir zemin hazırlıyor! Anlıyorumki arablar bu sebepten dolayı, Hz. peygamberin vefatı üzerine, bayram edercesine sevinip yüzlerini cevirdiler.
Hakeza haccın durumu da perişan.
Orasi dünyada bütün caresizlerin sığınabileceği bir gönüller limanı olacak yerde „Big Ban“ kuleleriyle ticaret merkezine döndü, döndürdük, dönüstürüldü…
Hacccda, bana öyle geliyor ki sanki ilk müslümanlar ziyaretten sonra fazladan getirdikleri mallarını fakirlere hibe ediyorlardı.. Biz ise, tesbih, zemzem vs. getirmeyi tercih ettik…
-Yavuz Özdemir: ( 12 Nisan günü yayınlanan, ’Korku ve vehim de psikolojik bir zehirdir’ başlıklı yazı üzerine), Hele de Eski Genelkurmay Başkanı em. Org. İlker Başbuğ’la ilgili yazıda dile getirdiğin ‘Isparta’da S. Demirel Üni.de konuşan İlker Bey, ’Bu cumhuriyet o kadar güzel bir rejim ki Sizin hemşeriniz Süleyman Demirel bir köyden çıkıp cumhurbaşkanı oluyor. Bu cumhuriyet sayesinde oluyor.’ demiş, fatura çıkarmış, adeta.. Halbuki, aynı mantıkla, saltanatçılardan birisi de, diyebilirdi ki, ’O saltanat o kadar güzeldi ki, Selanik’li fakir bir ailenin çocuğunu alıp, paşalığa kadar yükseltiyordu.. Vs.’ Bu mudur mantık, İlker Bey? (…) 90 yıldır yeni nesillere, ‘O olmasaydı, olmazdık..’ dedirttiren mantığınızı bir kontrolden geçiriniz.. Sizin mantığınızla, ‘Eğer 2. Abdulhamid olmasaydı, Sultan Reşad olmasaydı, Sultan Vahdeddin olmasaydı, M. Kemal de olmazdı..’ diye bir mantık geliştirilse, ne diyeceksiniz?
Bize gelince.. Varoluşumuzu da, hayatımızı da kimseye borçlu filan değiliz.. Hâlık’ımız, Yaratanımız Allah’u Tealâ’dır ve sadece ona karşı sorumluluk duyarız..’ şeklindeki görüşler ve sorduğun sorular için teşekkürler.. Tam yerindeydi..
-bekir ziya: 28 Nisan, (Yemen’in mazlum halkkı nasıl keşfedildi?’ başlıklı yazı üzerine..)
‘Mazlum halklara saldırmak, iki dünyada da saldıranlara utanç getirecektir.’
Ne kadar doğru bir söz. Ama ben, sizden bu sözleri söyleyen Ruhani’nin çelişkilerini de yazmanızı beklerdim doğrusu. Suriye’de yapılanlar mazlum bir halkın dünyasını bitirmek değilse nedir ki? Ve Yemen için o doğru sözü söyleyenler, Suriye’de çelişkilerinde boğulmaktadırlar. Ne diyor yüce Kitabımız: ’Sakın zulmedenlere ’meyletmeyin’, yoksa ateş size de dokunur!’
*SEÇ: O başlıkdaki sualin içinde sizin beklediğiniz konu zımnen vardı..
-El’Huseynî: 27 Nisan, Yemende, suriye, irakta,libya ve diger müslüman ulkelerinde, diktaurlerce surdurulen, katliam ve vahsice saldirilar ve diktaturlere yönelik tehlike boyutuna karsilik, General Sisî, İbadî, Suud krali, İran rejimi, ABD ve batili usaklarin, herkesin kendi menfaati acisinda olaylara yaklasimi tarih buyunca süren bir durumun tekrarıdır. Bizleri ilgilendiren, tum diktaturlerin, islami gelismeler karsisinda eteklerinin tutusması ve karsi tedbir alinmasidir.
Iran ve suud rejimine gelince, ikisinin de bayraklari aynı.. Birinde, Lailaheillallah, digerinde, Allahu Ekber yazili.. Suud’un elinde bir de, Mekke ve Medine gibi mukkaddes topraklar..
Müslüman olarak, hangi tagutu destekliyeceğiz?
-Orhan Gülerer: 26 Nisan, Merhabalar Selahaddin abi. Diriliş Postası’ndaki bugünkü yazınızı okudum. Ancak bir algı farklılığı çıktı ortaya.. Biz sanıyorduk ki, bize saldırıldı da, Birinci Dünya Savaşı’na girdik.. Sizin yazınızdan anlıyoruz ki, Osmanlı devleti olarak Rusya limanlarını bombaladığımızdan savaşa girmişiz.. Pek tabiîdir ki, onlar da bize karşılık verecekti.. Hal böyle iken.. Bizleri saldırıya uğrayan ve mazlum, onları iste saldıran ve zâlim olarak nitelemek pek doğru olmaz diye düşünüyorum. Yanlış düşünüyorsam, lütfen düzeltin.
*SEÇ: Ben de tam sizin anladığınız mânâya dikkati çekmek istemiştim.. Bir macera idi, hele de o savaşa girmek.. Ama, savaşa girmeden de kenarda durabilir miydi, o da ayrı bir mes’ele..
Ayrıca, unutmayalım ki, Rusya da zaten savaşa girmek bahane arıyordu.. Çünkü, 1977-78 (93 Harbi)’ ndeki kazanımlarının bir çoğunu İngiltere ve sonra da Bismarck Almanyası’nın engellemeleriyle koruyamamıştı. Zaten savaşa girmiş olan Rusya’ya, henüz savaşa girmemiş ve yönünü belirlememiş olan Osmanlı tarafından odesa bombardımanıyla, yeniden saldırı için bir fırsat verilmiş oldu..
-Akın MORÇOL: 26 Nisan , Türkiye dışarıdan bir kıskaça alınıyor içerde de kriptolar vasıtasıyla kargaşa çıkartılmaya çalışılıyor. Ve kumpaslar, tuzaklar devam ediyor: Apocular+Sağcı + Solcu ve Ulusalcı kemalistler.. Komitacı Geziciler+Peensilvanya’cılar..
Bu mücadelede ya Yeni Türkiye’ye doğru yürünecek, ya da 2001 yılının iflas etmiş Türkiyesi’ne yuvarlanılacak! Olay bu!
Ermeni Mes’elesi’ne gelince.. Biz Müslümanız; her zaman mazlumun yanında zalimin karşısındadır yerimiz..
Bir kanunla tehcir’ kurbanlarının çocuklarına ve torunlarına TC Vatandaşlığı verilmelidir.
İkinci olarak da, yağmalanan Ermeni emvali tesbit edilip, hak sahibi olan mirasçılara iade edilmelidir.
İmam Hz. Ali’, Hılafet’e getirildiğdeki ilk hutbesinde; ”Beytulmalden kim haksız bir dirhem de almışsa, midesinden çıkartıp onu alacağım ve hak sahibine vereceğim!” demişti.
Ha “Facia”, ha “Felaket Günü”, ha “Soykırım” de, ne fark eder?
Müslümanlardan öncelikle hakkaniyet temelli bir hassasiyet beklenir.
Bu arada.. Batılı kaynaklara göre 200.000 Ermeni genç Osmanlıya karşı Milis Ordusu oluşturmuştu.Bunlara lojistik destek Ermeni Halkındandı tabii ki. Van7daki müslüman Katliâmı ve Ruslarla işbirliğini görmezden gelmek, tehcir’deki trajik ölümlere birlikte ağlamayı engelliyor.
Ermenistan, diaspora’ya esir düşmüş durumda.. 1.Dünya Savaşı; Osmanlı giyotine giderken savaşı kendileri için bir umut olarak gören ermeni örgütlerinin ihanet ve katliâmları n’olacak?
1915 filmi baştan sona ve bütün yönleriyle tekrar seyredilmelidir.
*SEÇ: Şu kadarını belirteyim ki, ’ha facia, demişsin, ha felaket, ha ’soykırım’ , ne farkeder?’ diyorsunuz. Çok şey farkeder.. ’Soykırım’ diye bir şeyi kabul edersiniz, onun bedelini ağır ödetirler.. Toprak ve ağır tazminat taleblerine kadar.. Bunlar da yeni savaşlar demek olur.. Şimdilik ise, diplomatik baskılarla güç denemesinde bulunuluyor..
-Mustafa Topatan: Savaş anında 5 milyon ölen insanın hali ne olacak? diyorsun.. O 5 milyon ölüme, ermeniler mi yol açtı, yoksa bu genel savaş, yani 1. Dünya Savaşı’ndan tevellüd eden bir rakam mı?
*SEÇ: Müslümanların savaş dolayısiyle karşı karşıya kaldıkları nüfus kaybı.. Ama, ermeniler de, aynı şekilde savaş dolayısiyle bir tedbir alınmak istenirken o kayıplara uğradılar.
-Faik Kaynak: (Bangladeş’le ilgili yazı üzerine) Uyanma, irkilme, öze dönme, yeniden dirilme, âdil sosyal şahidler olma, cihada ve kıyama hazır durma, hicrete hazırlanma, ensar/ muhacir kardeşliğinde buluşma, tek yürek olma, birlikten kuvvet, uhuvvetten sıdk ile taçlanma vaktimiz gelmedi mi ?
Zâlim hükümdar ve hükümranlar tarafından bir âlimin boynuna idamlık ip asılıyorsa, o ip ümmetin tüm ferdlerinin boynunda bir yafta olarak asırlar boyu durmaz mı ?
Bu zillet içinde, izzet ve iffeti ne derece yakalayabiliriz, bilen varsa anlatsın da ikna olalım !
-Mustafa Güzel: Abi, sana bir bilgi notu ileteyim. Senin de bildiğin Köln- Dormagen’de müslüman kılığına bürünmüş, son derece sogfuca gösteriler içinde, ama, müslüman bile olup olmadıkları üzerinde şübheler bulunan bir aile tipi türedi son zamanlarda.. Bu tip aileler, müslümanları tahrik edip, töhmet altında bıraktırıcı bir çizgi izliyorlar ve bir kısımları da onların çağrılarına inanıyorlar. Sanırım, bu eğilimdeki kimseler Almanya’nın diğer şehirlerinde de mevcud.. Konuya değinirseniz..
dirilişpostası