Hürriyet’ten E.Ö, 16 Temmuz günü -kısaca- ‘Önce Mursî’nin, sonra da Sisî’nin antidemokratik uygulamalarını hicvettiği için sonunda (sadece 11 aylık bir Mursî döneminde nasıl bir baskı gördüyse..) ülkesini terk etmek zorunda kalan Mısırlı mizahçı B. Yusuf’u sözkonusu ederek, ‘15 Temmuz Darbesi muvaffak olsaydı, ben nereye sığınırdım?’ sorusuna cevaben, ‘Batı’ya sığınırdım!’ demiş.. ‘12 Mart 1971’den beri bütün askerî darbelerden sonra, Marksisti, Ülkücüsü ve İslamcısıyla herkesin Batı’ya sığındığını’ da ekleyerek..
E.Ö., Batı’ya sığınma konusunu izah etmeye çalışarak diyor ki,: ‘Sonra bir de bütün bu insanlar çocuklarını eğitim almak için nereye göndermiş.. Bugününküler, dünküler,.(…) Şimdi önümüzde bir S-400 sorunu var...
Ve ister istemez Batı’yla ilişkilerimiz sorgulanıyor...’
***
İddia veya tesbitlerinde büyük çapta yanlış da değil, E.Ö.
Evet, sığınmaların çoğu Batı Dünyası’na oluyor. Sığınmaların çok büyük çapta Batı ülkelerine yapılması konusunun yeni nesiller arasında tartışıldığı da bilinmiyor değil..
(Hemen belirteyim ki, ‘fakir’, 12 Eylûl 1980 sonrasının zor şartlarında bile, sırf o eğilime karşı çıkmak için Avrupa’ya götürülmeyi kabul etmemiştim. Ayrıca, Suûd rejimine bakışım sebebiyle, onun hâkim olduğu coğrafyaya götürülmeye de ‘Hayır!’ demiştim. 1998 sonunda Almanya’ya geçişim ise, sırf, o dünyayı da tanımak içindi, iltica etmek niyetiyle değil..)
***
Sığınma konusunda çaresiz durumda kalan insanlar-kitleler, yumuşak demirler mesabesinde olup, güçlü mıknatıslara yönelirler. Ama, değinilmesi gereken bir diğer husus da şu: Bir kimse başka bir ülkeye sığınmak noktasına gelince şu birkaç noktayı hesab eder:
*Sığınacağım yer, beni koruyacak irade ve güce ve de imkânlara sahip midir?
*Sığınacağım ülke, benim inanç, ideoloji gibi aslî değerlerime düşmanlık besler mi? Vs.
***
Nitekim, Osmanlı güçlü olduğu zaman cazibe merkeziydi. Rusya’ya yenilen İsveç Kralı Demirbaş Şarl, Macar kral ve Prensleri, 1848-50 arası büyük halk ayaklanmalarında yenik düşen yüzlerce subay da Osmanlı’ya sığınmışlardı.(Ki, onlardan birisi olan Alexander Borjensky Lehistan (Polonya) ordusunda bir subay iken Osmanlı’ya sığınmış ve Müslüman olup Mahmûd Celâleddin adıyla paşalığa kadar yükselmişti. Bu kişi, Nâzım Hikmet’in büyük dedesiydi.)
Kezâ, İstanbul’daki Polonezköy’de 170 yıldır dinlerine, dillerine bağlı yaşamaktadırlar ve TC vatandaşı olarak..
Bugün de çevre ülkelerden milyonlarca insan bu ülkeye sığınıyorsa, kendilerini koruyacak bir irade ve imkâna sahib olduğuna inanmalarındandır. Dünya Savaşı esnâsında birbirlerinin boğazına sarılan Avrupa devletlerine de kimse sığınmıyordu.)
***
Ama yaklaşık 250 yıldır, kendimize güvenimiz sarsıldığından bir ‘Avrupa aşkı’na bağlanmışızdır. Ve yüzbinlerce öğrenci de oralarda yetiştirilmişler ve onlar da, içinden çıktıkları halkın aslî değerlerine karşı -büyük çapta- düşman kesilen laik ‘mankurt’lardurumuna düşmüşlerdir. Onların kalbleri ve kafaları, hattâ kasaları Avrupa ve Atlantik ötesindedir.
***
Şimdi, bir S- 400 füzesi satın almakla, o ‘mankurt’lar 250 yıllık dışsiyaset çizgisini terkedilir mi korkuyorlar. Bu korku, bu bahaneyle, Batı dünyasında da açıkça dile getiriliyor. Korkular aynı.. Türkiye, tarihî ve aslî mihverine döner mi?
E.Ö’nün yazısından çıkan mâna da şu:‘Batı’ya beyin ve kalbiyle bu kadar bağlı olan nesilleri, s-400’lerle, başka bir yöne çevirmek mümkün olmamalı!’
Yani, laik mankurtların 100 yıldır dayattıkları yaşayış tarzına ve Batı’yı korumak için jandarmalık vazifesini üstlenmeye devam!
Esasen, emperial odakların asıl korkusu da, Rusya filan değil..
***
Müslüman halkımız ise, Avrupa ve Atlantik ötesi güç odaklarından nefret ederken, Rusya veya başka güç odaklarına değil, kendi aslî yörüngesine dönmeyi hedeflemektedir; ‘Geceyi onaran bir mimâr vardır’, inancıyla..