Yanlış!
Susarak siyaset yapılmaz.. Siyasetçinin bir diğer adı da parlementerdir. Yani konuşan kişi. Meclise de bunun için parlemento denir. Siyasetçi konuşur, konuşmak zorundadır..
Milletvekili gelip, teşkilatları dolaşıyorlar sonra.. İbadetin çok olanı değil, sürekli olanı makbul. Siyasi ilişkiler de böyle.
Yerel media ile ne kadar bir araya geliyor milletvekilleri. Bilgi alışverişinde bulunuyorlar mı? Aldıkları notları kendi üst yönetimlerine, parlamentoya, hükümete yansıtabiliyorlar mı? Ya da gelişmeler hakkında düzenli ve sürekli bilgi aktarabiliyorlar mı?
Sanmıyorum.. Peki STK'larla ve Demokratik Kitle Örgütleri dediğimiz, Odalar, özel kanunla kurulmuş yapılarla ilişkileri ne durumda.. Mesela il ve ilçe örgütleri, kendi bölgelerindeki bu tür kuruluşların kongrelerine ya da toplantılarına çelenk göndermek ve temsil edilip adını okutmak dışında özel bir diyalogları var mı?
Bilgi alışverişinde bulunabiliyorlar mı? STK ve DTÖ'lerin fikir ve eylemleri ile süreçte daha etkin yer almaları konusunda bir çalışma var mı? Bırakın onları, belediyelerle parti yönetimi arasında bile normal ve sağlıklı bir ilişki yok. Var olan ilişki de çok sağlıklı değil..
Bilim, sanat çevreleri ve toplumsal aktörlerle düzenli ve düzeyli bir ilişki kurulabiliyor mu?.. Akıl danışılabiliyor mu, gelişmeler hakkında bilgi akışı sağlanabiliyor mu? Uyarılar ve talepler merkeze taşınabiliyor mu? Afiş tamam, bülten bastırıp dağıtmak tamam, seromonial, dostlar alışverişte görsün kabilinden gösterişli yemekler, salon toplantıları, mitingler tamam. Bastırıyorsunuz paraları, işi profesyonellere ihale ediyorsunuz, bu iş oluyor. Ama iş bununla bitmiyor.. Her milletvekilinin özel ilişkisi, siyasi misyonu, entellektüel kariyeri, mesleki disiplini doğrultusunda teşkilat ve toplum arasında kilit bir rolü olması gerek. Ama olmuyor işte. Adamları araziye sürüyorsunuz, her şeyi berbat edip geliyorlar.
Sonunda soru önergesi vermek için bile izin alması gerekiyor. Meclis'te konuşmak için de öyle. Konuşacaksa da ne konuşacağı "abiler / grub mümessilleri" tarafından görülüyor.. Her şey kurgusal..
AK Parti toplantılarında biri çıkıyor: "10. Yıl Marşı okunacaaak, oku!" herkes ayakta 10. Yılı Marşı okuyor. "Dağbaşını almış okunacaaak, oku!", "Bir başkadır benim memleketim okunacaaak! Oku!"
Nereye gidiyorsunuz beyler.. Böyle bir Yasama olmaz.. Demokrasi bir müsamereye dönüşür.
Bu sadece AK Parti'de değil, hepsinde durum üç aşağı beş yukarı böyle.
Siyasiler aç-kapa bir gelenek, ciddi bir kadro oluşturamıyor. Sonunda partiyi kuran kişinin iradesi, ideolojisi, derin kadrosu her şeye hakim.. Peki bunlar hata yapmadan nasıl öğrenecekler..? Hata yapacaklar.. Ve öğrenecekler.. Kimliklerini, kariyer ve kişiliklerini geliştirecekler. Başka çare yok..
Konuşmamalarının bedeli, konuşmalarının bedelinden daha ağır..
İş sonra dönüp dolaşıp emir komuta zincirine geliyor. Paramiliter bir yapı ortaya çıkıyor. Onun için Partilerin Genel Merkezlerine "Karargâh", üst yönetimine "Kurmaylar" diyorlar.. Parti Genel Başkanları ise Önder, yani "Führer". Yapı Demokratik Cumhuriyet'ten, Monarşi'ye dönüyor. Lider dedikleri "Tek adam"laşıyor.. Partiler "lider"in aile şirketine dönüşüyor zamanla.. Lider ve ideoloji kutsanıyor.. Yükselmek için zeka ve performansın yerini, dürüstlük ve cesaretin yerini lidere sadakat alıyor.. Her şey lider için, lider tarafından, lidere göre! İşte bu Faşizmdir! Düşmanına bile adaletle davranmak zorunda olan ahlâklı bir kişiliğin yerini yalaka tipler alıyor..
Bakın, "derin partiler"le "derin devlet" tasfiye edilemez.. Aksine derin devlet, derin partinin eline geçer.. Tetikçiler ve hedefleri değişir.. Onun için bizde iktidar mücadelesi derin bir hesaplaşmadır.. Ve bu hesaplaşma demokratik teamüllere göre değil, kendi raconuna göre yapılır.. Görüntü kısmı ise dostlar alışverişte görsün kabilindendir.. Demokrasi işin şov kısmı, makyaj kısmıdır. Onun için birileri iktidar icazeti almak için başka kapıları çalmak üzere yaban ellere uçarlar.
Aman dikkat! Zalimlere yardım etmeyin, ateş size de dokunur.. Zalimler karşısında tevazu zillettir.. Mal, mülk, makam, mevki, silah, temel içgüdünüz sizi aldatmasın.. Çokça dua edin, tevbe edin.. Ve unutmayın ki; hüküm Allah'ındır (c.c.). O (c.c.), görür, duyar, bilir ve gerçek ve mutlak iktidar sahibidir.. Gerçek ve mutlak iktidar sahibi odur.. Ve O (c.c.) cahil ve zalim bir topluluğa iktidar nasib etmez.. Temel değişim, gücü, serveti ve silahı elinde bulunduran zalimlerden kurtulmadan önce, kurtulmak isteyenlerin kendilerinin değişmesi ile ilgilidir. Biz kendimizi değiştirmeden, Allah (c.c.) bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.. Ama acaba onlar da iktidara yaklaştıkça, değiştirmek üzere yola çıktıkları sistemin bir parçası olmuyorlar mı, gömlekleri değişmiyor mu?
AK Partililer kendi kendilerine şunu sormalı.. Madem toplumda bugün % 60'ların üzerinde bir desteğe sahipsiniz, neden oralarda hâlâ % 20 - 30"larda sürünüyorsunuz. Bunlar, toplumun en dinamik, üreten, kariyet sahibi kesimi? Üyelerinize bir misyon yükleyemiyorsunuz. Onları sürece katamıyorsunuz..
Üniversite mezunu mimar ve mühendislerinizi, Tabib ve Eczacılarınızı, Avukatlarınızı Baro ve Oda seçimlerinde sandığa gidip oy kullandırtamıyorsanız, burada bir yanlışlık yok mu?
Bu örgütleri dinamik bir şekilde sürece katamıyorsunuz.. Bilgi, enerji ve güçlerinden istifade edemiyorsunuz.. Olmaz böyle bir şey.. Bunlarla kim ilgilenecek? Teşkilatlarınızda her şey şeklen var ve kağıt üzerinde işler tıkır tıkır işliyor, ama gerçek.. Gerçekler sandıkta ortaya çıkıyor..
Neyse ki; esnaf biraz bu işlere sahip çıkıyor da! Ama sandığa koşan kesimin iktidardan beklentisi, ya da seçimi kazananların bekledikleri yönetim yapısı her zaman beklentilere uymuyor. Burada da müthiş bir keyfîlik, tepeden inmeci bir tavır var..
Parti, kendi tabanı ile tabiî ve sürekli bir etkileşim içinde değil..
Baş karar verirken, ayak parmaklarından gelen sinyallere göre karar verir. Tek başına beyin hareket kabiliyeti olmayan lop bir sakatattır. Baş, ayakla düşünür.. Ayağa diken batınca ayak başa emreden sinir sistemini harekete geçirir, antikorları gönder der.. Beyin de vucudun hangi fonksiyonunun bu talebe cevap vermesi gerektiğini ona söyler.. Sonunda ayağın talebi, başın emrine dönüşür..
İnsan, sadece beyni ile değil, ayağı, eli, kulağı, gözü ile birlikte akleder.. Düşünen bir akıl, durağan bir süreci değil, eymeli bir dinamizmi ifade eder..
Denebilir ki; "Tamam, yanlış yaptık. Ama bugün çok hassas bir noktadayız, bunu yarın düşünebiliriz.." Bana göre hayır.. Belki en doğru zaman şimdi. Herkes daha fazla kontrol edecektir kendini ve doğru güzel şeyler yapmak için daha çok çaba gösterecektir. Bu kritik zaman, bir motivasyon vesilesi olabilir..
Şimdi herkes liderden gelecek haberi bekliyor.. Herkes yanlış yapmaktan korkuyor. Hiçbir şey yapmamak için bir sürü bahaneye sahip. Sanki parti içinde "Takriri sukûn" ilan edilmiş gibi. Sanki konuşan susturulacak..
Bırakın konuşsunlar, konuşmayı öğrenirler, nerede konuşup nerede konuşacaklarını hayat onlara öğretir, kariyerlerini ve kişiliklerini geliştirirler, özgüvenleri gelir..
Bırakın konuşsunlar, kim kimdir, becerileri, riskleri neler; öğrenirsiniz.
Bırakın konuşsunlar, düşünen beyinlerden yararlanabilirsiniz.
Bırakın konuşsunlar, muhalifleri bu kadar çok akıl, bu kadar çok konuşan insanlarla başedemezler.
Bırakın farklı fikirler çıksın ortaya. Demokrasi, çoğulculuk böyle olur.. Çürük fikirler, siyasi otorite ile değil, tabiî seleksiyonla elenir.. Şimdi susma değil, konuşma zamanıdır.. Yeter ki; dinlenmeye değer şeyler söylesinler. Sukût her zaman altın değerinde değildir.. Hele bir siyasetçi için sukût, suskun bir bülbül gibidir.. AK Parti'de durum böyle de, ötekilerde durum ne dersiniz; yok aslında birbirinden pek farkları.. Hatta ötekilerde durum daha da vahim.. Konuşanlar eklemlenmiş politikacılar. Çoğu "Sahibinin sesi." Majestelerinin sözcülüğünü yapıyorlar.. Kim ne zaman, nerede kime ne diyecek hepsi kurgulanmış.. Çoğu mucize söyleyen papağanlara benziyorlar.. Biyonik robot gibiler.. Konuşur gibi yaparken aslında kavga ediyorlar. Yoksa derin bir sessizlik içinde siyaset.. Selam ve dua ile..
vakit