Yeni Dünya Düzeninde Japonya ve Almanya’nın yeri

Abdurrahman Dilipak

Pek gündeme gelmeyen önemli bir konu var. Aslında “yeni normal” döneme geçerken sadece NATO’nun değil, BM ve bağlı/paralel örgütlerin, AB’nin, FED’in, LIBOR’un, daha birçok devletin geleceği de belirsizliğini koruyor.

Yeni dünyanın liderliğinden söz ediyoruz da, o gün ABD, İngiliz-Fransız milletler topluluğu filan da olmayacak ki! Yani ne Rusya, ne Çin, ne Hindistan, ne Kanada, ne Avustralya kalacak.

Peki bu nasıl olacak?. Bu yapılar kendilerini fesih mi edecekler?

Bu süreçte, 2. Dünya savaşının sonucuna bağlı olarak Almanya ve Japonya’nın geleceği! Her iki ülke de işgal altındaki ülke statüsünde. Almanya’nın durumu daha vahim. Japonya’da tek bir işgalci var Almanya’da 3 işgalci. Bu 3 ülkenin 3’ü de BM Güvenlik konseyi üyesi. Çin ve Rusya da “beşli çete”nin diğer iki üyesi ama bu iki ülke de hedefte. 5’li çete kendi içinde ayrıca 2 bloktan oluşuyor.

Bu süreçte “Milletler Topluluğu” çerçevesindeki “Bağımlı” ülkelerin geleceği de, söz konusu ülkelerin geleceği ile bağlantılı.. Bir de İsrail konusu var.

Bu yapı içinde en karmaşık olanı ABD ve İsrail. 3. sırada İngiltere ve aynı şekilde Vatikan..

Eğer Almanya ve Japonya bu süreci iyi değerlendirmeyecek olursa en büyük kaybı onlar yaşayacak. Ya da bu iki ülke bu süreçte 2. Dünya savaşında ayaklarına bağlanan prangayı kıracaklar.

Almanya Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğunun devamı olan bir ülke. Bugüne gelirken herkes Hitler’i biliyor ama Almanya’da bir de Hasburg’lar var. Kuzey’den gelmişler, Bugün, Almanya dışında Benelüks ülkeleri Hollanda, Avusturya, hatta İsviçre, Fransa’nın, İtalya’nın belli bölgeleri Germenik’tir. Avusturya Macar imparatorluğu döneminde Germenlerin Balkanlar’da önemli bir ağırlığı vardı. Bir cihan imparatorluğu olma hayali, işgalle sonuçlandı.

Almanya’nın kuruluşu Kutsal Roma German İmparatorluğu’nun kuruluşu olan 2 Şubat 962’dir. Bugüne gelince 83 milyonluk nüfusun yaşadığı 357.578 km2’lik bir toprağa sıkışmış bir ülke. İşgal altındaki bir ülke statüsünde oldukları için Almanya ve Japonya savunma için harcayacakları kaynaklarını bilim ve teknolojiye ayırınca bugünkü zenginliklerine ulaştılar.

Almanya’nın GSYİH’sı 4,744 trilyon $. Kişi başına 57.000 Dolar. Japonya’nın nüfusu 125 milyon. Yüzölçümü 377.973 km2, GSYİH’sı 22.6 trilyon $. Kişi başına 46.000 Dolar. Japonya’nın kuruluş günü MÖ 11 Şubat 660.

ABD ile Japonya ya da Rusya ile askeri bir çatışma, Avrupa’da Almanya ve Asya’da Japonya’nın hareketlenmesine yol açabilir.

Yani, Globalistler Çin’e pirince giderken evdeki bulgurdan olabilirler. Evet bize şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir.

Bize bu işin ağır bir faturası var. Onlar açısından ise iş başından beri yolunda gitmiyor. 2000’in üzerinden 20 yıl geçti, yıl 2021 hâlâ inat ediyorlar. 2025’i de ertelemek zorunda kaldılar. CoVID ile başlayan süreç de istedikleri gibi gitmiyor. 2025 hedefini 2030’a ertelediler, projenin insani boyutu, yani TransHumanizm 2045’e kaldı. Bu durumda uzay projesini de revize etmek zorunda kalırlar. Hep dile getirdikleri güneş patlaması ya da bir uzak savaşı Starlink ve uyduları, dolayısıyla uzay projeleri ve yatırımları için bir felakete dönüşebilir. Bu iş Ay’a Mars’a seyahat hayalleri ya da uzaydan gelecek başka canlılarla tanışma fantezileri ile gündemde tutulacak bir konu değil.

Küçücük İsrail için bir planları vardı, onu da yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. İsrail’in geldiği durum ortada! Her şeyi ile kendilerine ait bir siyasi projeyi bile içinden çıkılamaz hale getirdiler. Yeni dünya düzeninin mimarları bunlar mı olacak!

Başlattıkları süreç devam ediyor. Vazgeçmiş de değiller. Ama görünen o ki, gelecek günler onlar için geçen günleri aratacak.

Ama şunu da görelim, dünyanın geldiği nokta, birçok açıdan eski günlere dönüş için artık imkansız seviyede zor. Yeni bir dünya kurulacak, bu beklenen gibi olmasa da, eskisi gibi de olmayacak ve bu ara dönem uzun sürebilir ve çalkantılı olabilir. Bu durum beraberinde teolojik beklentiler, esoterik fikirleri, kehanetleri, felsefi, ideolojik ve politik tartışmaları beraberinde getirebilir. İçtimai olaylar, ekonomik ve askeri hareketliliklere sebeb olabilir. Yani evdeki hesaplar çarşıya uymayabilir.

Bakarsınız bu işin sonunda tarihin sonuna giden yolda bir kıyamet savaşı da yaşanabilir, batı uygarlığı için sonun başlangıcı ve beraberinde Asya’da bir yıkıma da sebeb olabilir. İslamofobyanın yerini beklenenlerin aksine bütün dünyada yeni bir İslamlaşma hareketi alabilir.

Zira, karanlığın en koyu anı aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Her karanlık gecenin nurlu bir bahası vardır. Zaten değil mi ki, umutsuzluk haramdır. Allah, resul ve kitap varken kim kendini yalnız ve çaresiz hissedebilir. İslam dünyası siyasi ve ideolojik körlükten, dinlerini kendi aralarında parça parça etmekten kurtulsalar aslında işimiz çok daha kolay olacak. İslam bugünkü Müslümanların (!) elinde işte bu halde. Allah’ın dini ölümü ve hayatı, yerde ve gökte olanı açıklar ama bizim yaşadığımız din gelin-kaynana kavgasını bile çözmüyor. Allah’ın emrine uymazsan haram, resulün sünnetine uymazsan mekruh, benim gibi düşünmezsen dinden çıkarsın, kendine din ara, hainsin diyen kalabalıklarla nereye kadar gidebilirsiniz ki!

İnşallah onlar da bu dönemde yaşananlardan ders alır da daha geç olmadan yakamızı bu musibetlerden kurtarırız.

Evet, sadece İslam dünyası değil, işte Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da, Amerika’da, Avustralya’da olan durum ortada. Kesin olan bir şey var; “eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal.” Asırlar süren bir zulmün bir hesabı olacak. Asırlar süren bir zulmün hesabı öyle hemen olmayacak tabii.

Bundan sonra yaşanacakları şeylerin ve bu şeylerin sonucunu, esbab anlamına bu halkların akıl, zeka, çaba, cesaret ve merhametleri belirleyecek.

Selâm ve dua ile.