Sil baştan başlıyoruz. Milli kimliğin yeniden tanımlanmasına geçeceğiz bundan sonra. Bir taraftan kavramlar dünyamızda bunu gerçekleştirmeye gayret ederken diğer taraftan da bu değişikliğin günlük toplumsal hayatımıza yansımaları ile yeniden şekilleneceğiz. Osmanlının milletlerden oluşan üst ve kapsayıcı kimliğine benzer gibi gözükse de tam olarak onunla da örtüşmeyecek, cumhuriyet döneminin 2013 senesi itibariyle Türk ve Kürt halklarından oluşan yeni kimlik yaklaşımı. 21 Mart ve bu seneki nevruz bu anlamda bir başlangıç oldu. Bundan sonra zihinsel dönüşüm, rejimin vatandaşlarını ana-orijinleri itibariyle dışlamaması ile başlayacak. Ama asıl belki de en zorlanacağı alan Türklükten Türkiyeliliğe geçişle beraber vatandaşını tarihi, dini, kültürel geçmişleriyle beraber ve bütün bunları birer zenginlik olarak görerek bağrına basması aşamasında yaşanacak. Burada bizimkisi gibi korkularla beslenen rejimlerde rejimin kendini önceleyen reflekslerin son bulması ve bunun yerine özverili, vatandaş merkezli yeni davranış biçimlerinin gelişmesi gerekecek ki bu da bir gecede olmaz. Zaman en önemli elzem olacaktır bu noktada. Bazı reflekslerin yenilerine evrilmesi de hataların yapılması, vatandaş tarafından sivil toplumdan kabul görmemesi sonucunda düzeltilmesiyle de olacak"
Sivil toplum güçlenip hak taleplerine karşılık bulamayanlar bir bir itirazlarını seslendirdikçe de milli kimlik yeniden yoğrulacak, şekillenecek. Başörtülü kadınlar hareket alanlarını bir miktar daha genişlettiler. Kürt açılımı ile hemen hemen örtüşen zamanlarda geldi bu gelişme de. Şimdi kamusal alandaki yerlerini daha da genişleterek ilerlemeleri gerekecek başörtülü kadınların. Yine sivil toplumun aktif savunmasının himayesinde olacak bu da.
Bu noktada hem etnik anlamda en büyük azınlık olarak Kürtlerin, hem de laiklik çerçevesinde bu ülkede en büyük sorunu yaşayagelen ve de çoğunluk olmalarına rağmen bu anlamda "azınlık" olarak niteleyebileceğimiz başörtülü kadınların Türkiye"nin demokratikleşmesine katkıları büyük olacaktır. Şimdiye kadarki dönem içinde rejim tarafından benimsenmiş olmasına rağmen insanî, ahlaki ve elbetteki dini anlamda sorunlu tanımlamalar, sıfatlandırmalar, nitelemeler yerini boşluğa bırakacaktır. Bunun diğer alanlara yansıması da genel anlamda insanları küçültücü, onurlarını kırıcı ve hiyerarşik anlamda sınıflandırıcı ibarelerin zihnimizden ebediyen kazınması anlamına gelecektir.
Başörtülülere sıkmabaştan tutun da her türlü hakaretmeyi, benzetmeyi sarfedebilen zihinle Kürt vatandaşa kart kürt diyen ağız aynı bedenin parçasıdır. Peki bunca onyıldan sonra bu ve benzeri kullanımların suç olduğunu, yanlış olduğunu bildirecek, insanlara öğretecek, zihinlerini sil baştan formatlayacak mekanizma hangi kurumda gelişecektir? Eğitim kurumunda.
Yanlışın doğrudan farkı, yanlışın ne olduğu, neye istinaden yanlış olduğu insanlara bildirilecektir. Bunu yapabilecek kapasitedeki eğitim kurumunu kim oluşturacak? Onu kim şekillendirecek, eski halinden yeniye değiştirecek? O da yine devlet makinası olacaktır. Bütün bunların olabilmesi için de en başta devlet yapısının değişmesi gerekecektir. Bunun için olmazsa olmaz şart ise rejimin vatandaşını bakış açısının yeniden şekillenmesidir. İşte anayasal süreçle bu yeni bakışın önce doğru şekilde tasvir edilmesi sonra da tam anlamıyla benimsenmesi sağlanmalıdır.
Demem odur ki açılımlar iyi hoş ancak hala havada asılı konumdalar. Onları sağlam temellere oturtmaksa bundan sonra olacaklara bağlıdır.
yeniakit