Seçimlerden söz ediyoruz.
Tabii ki yerel. Ama “genel seçim havasında geçecek bir yerel” olduğundan da kimsenin şüphesi yok.
Bununla birlikte partiler, “Yerel”liği de unutmak istemiyor. Çünkü her oyun kritik olduğu ve hele seçim sonuçlarının hangi şekilde olursa olsun, çok önemli gelişmeler doğuracağı bir yerel seçim bu. Belli ki yereli ihmal ettiğinizde de toplumsal karşılığınız düşebilir. (Adayların değerlendirmesinin yapıldığı bir sivil ortamda ‘adayın performansına baksam ilçeme hiçbir şey yapmayan şu adaya oy vermem ama genel duruma bakıp oy kullanacağım” diyen pek çok insana rastlayabilirsiniz) Onun için “Yerel” hassasiyet gözardı edilmiyor. Yerel’de zaaf söz konusu ise onun da genel gerilimle telafi edileceği hesaplanıyor.
Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerek ittifaka heyecanla sarılan Bahçeli’nin ve gerekse karşıt kanadı oluşturan Kılıçdaroğlu’nun seçime “hesaplaşma” niteliğinde baktığı açık. Söylemler de o nitelikte oluşmuş durumda.
Hesap şu: Bir tarafta Ak Parti-MHP bloklaşsın, diğer tarafta da CHP-İyi Parti, belki HDP...
Bu denklemde iki bloklaşma yüzde 50 artı 1’i bulma ümidini taşıyor.
Böyle bir hesabın dilinin, gerilimi besleme niteliğinde olacağı açık. Ta ki arada kalanlar varsa bu gerilimin gücü ile şu bu tarafa aksın.
Şu anda yürüyen “meşruiyyet” tartışması bu gerilim dilinin hangi boyutlara çıkacağının da göstergesi.
Ancak yerel seçimin sembol şehirleri olarak İstanbul, Ankara ve İzmir’in (CHP henüz belirlemedi) adaylarına bakıldığında her iki blokun keskin imajları değil, ılımlı simaları tercih ettiği görülüyor.
İstanbul’a Binali Yıldırım-Ekrem İmamoğlu...
Ankara’ya Mehmut Özhaseki – Mansur Yavaş...
İzmir’e Nihat Zeybekçi - .....
Cumhur İttifakı’nın üç ismi: Binali Yıldırım, Özhaseki ve Zeybekçi...
***
Binali Yıldırım önceki seçimde İzmir’den Ak Parti adayı idi. İzmir seçmeninin özelliğine keskin bir Ak Partilinin hitap edeceği düşünülmüştü.
Şimdi kritik İstanbul zeminine yine o sunuldu. Onun toparlayıcı olacağı hesaplandı.
Şimdi soru, onun toparlayıcılığı ile genel dildeki kamplaşmanın hangi dengede buluşacağı ile ilgili. Binali Yıldırım kucaklarken onu gölgeleyen bir gerilim dili negatif etki yapar mı?
Ankara’ya Mehmet Özhaseki getirildi. Öncelikle Kayseri’deki hizmet birikimi ile... Ama onun yanında, kamuoyu önündeki kapsayıcı imajı ile... Özhaseki’nin takip ettiğim siyaset yürüyüşünde en çok dikkat ettiği şey bu kapsayıcı duruş. Kayseri’de esnafla içiçe ilerleyen siyasette başka türlü olmak da mümkün değildir zaten. Çarşıda iseniz, herkesle çay içebilir olmanız gerekir. Bunu siyasete taşıdığınızda parti farkı olsa bile herkesle selamlaşabilir olmak ana tavrınız oluyor.
Karşı ittifak’ın İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nu, Ankara’da Mansur Yavaş’ı aday olarak göstermesi de üstte oluşan gerilime rağmen, altta, toplumla yatay ilişkide geçişli alanlara ulaşabilme amacını güdüyor. Ak Parti’nin kemik oyları var. MHP’nin kemik niteliği İyi Parti ile sarsılmış olsa da bir oy potansiyeli var. Her iki partinin bir de kemik alan dışında ulaştığı seçmen var. Karşı ittifak, bu alana ulaşabilme hesabı içinde. Ekrem İmamoğlu’nu İstanbul adaylığına getiren Beylikdüzü deneyimi, İstanbul’da başka birkaç örnekle birlikte bu politikaya ümit veriyor.
Seçim kampanyaları bir, yerel aktörler, iki, genel aktörler üzerinden yürüyecek.
Acaba yerel dil zarureti ile genel hesaplaşma dili arasında bir ahenk çalışması yapılır mı?
Genel hesaplaşma dili, partilerin üst kadroları tarafından yürütülüyor. Dolayısıyla daha belirleyici bir konumu var.
Yerel aktörler, farklı parti zeminlerine vardıklarında genel gerilim dilini nasıl aşarlar, bu bir sorun.
Ben hepsinden öte, dindar hüviyetleri ile tanınan siyasi kadroların kendi alanını tahkim etme düşüncesiyle, karşıt kamplar oluşmasına yol açma riskini gözardı etmemelerinin önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye için “siyasal taraf”olmakla “Dini taraf” olmak arasında çok derin bir mahiyet farkı bulunduğunu unutmamak lazım.