Derin Gerçekler
Artık “Yeşil Kemalizm” gibi bir de “yeşil feminizm” de var. Kendi hovardalığına dini kılıf giydiren “Yeşil Maço”ların olduğu gibi. Artık “yeşil”, Thatcher’in 1991’de NATO toplantısında ilan ettiği gibi bir “tehlike rengi” değil. Ellerinden gelse bugün kullanılan anlamda “gökkuşağında bir renk” haline getirecekler. “Eşcinsel imam ve onlar için cami” arayışı buna yönelik değil mi?
Bu kirli senaryonun figüranı olma eğilimi gösterenler, bir türlü alışkanlık haline getirdikleri dinden de “her ihtimale karşı” vazgeçmeyi, “ya lazım olursa yedekte bulunsun” açıkgözlüğü ile içlerine sindiremeyenler, kendilerine göre bir çözüm yolu bulmuş gözüküyorlar. Onların paraları var ya, akıllarınca bir çözüm bulmak için bir yol bulacaklarını düşünüyorsa olsalar gerekir ki, fetva ise fetva, bir hocanın sırtını sıvazlaması ise o mümkün, Her yıl bir Umre yapıp defteri sildirmekte bir yol. Dönüşte Şarm el Şeyh'e, oradan Ege adalarında bir hafta tatil fena olmaz değil mi? Defter erken dolarsa yine gider sildirir. “Tevbe“ ettiniz mi zaden o iş tamam, tevbe tevbe! Aslında onların asıl Şeyhleri Şeyhüşşeytandır. Şeytan onları bekliyor sırtlarını sıvazlamak için. Şarm el Şeyh’ten Kudüs'e giden bir yol olduğu gibi, bir yol da Mikenos’a gider. O yolun yolcularının varacakları yer, “İl cehennemüzzümera” diye işaret edilen yer olacaktır. Sistem zaman içinde kendi şeyhini de üretiyor. Onlar da lazım gelen fetvayı buluyor, üretiyor zaten... Hal böyle olunca kim tutar evdeki hatunu, kızını, oğlunu... Yaşasın Yeşil Sekülarizm!
Yeşil Feministler, Yeşil Sosyalistler, Yeşil Kemalizm durduk yerde çıkmadı. Oğlan sakallı, kızın başörtüsü var ya. Onlar artık bu aksesuarları taşıdıklarına göre onlar da dünyanın keyfine varmak için her yolu deneyebilirler, özgür BİREY’ler olarak, kime ne?. Şarkılar onlara yol gösteriyor, Kime ne, kime ne! “Yeşil” bir zamanlar bir Özel harp elamanının KOD adı idi. Şimdi “Yeşillik” oldu, siyaset pazarında. Halk arasında Anonim bir markaya dönüştü. Bekri Mustafa’nın Ayasofya'ya imam olma örneğinde olduğu gibi Yeşil Liberal, Yeşil Kapitalist, Yeşil Faşist, herşey mümkün. Hem de herbiri, yeşilin her tonunda. Neyse Global Reset sonrası o biyolojik insanın köküne kibrit suyu dökecekler. Kadın erkek yok, din, ahlak, gelenek, biyolojik cinsiyetten bağımsız, yönelim ve deneyime göre toplumsal bir cinsiyet kimliği seçebilecekler. Bu değişken ve akışkan bir cinsel kimlik de olabilir. Yok “Toplumsal cinsiyet adaleti” imiş yok “Kadın ve adalet”miş. GENDER diye tanımlanan GENOM BİREY’ler için cinsiyet sadece anlık bir tercih konusu. Siz hangi KADIN ya da ERKEK’den söz ediyorsunuz! Sahi bu kara lekeyi alnımıza kim sürdü? Onların elinden yakamızı nasıl ve ne zaman kurtaracağız. Onlar kim, şimdi neredeler ve ne yapıyorlar. Ve bu işler olurken biz ne yapıyorduk ve nasıl farkına varmadık!
Bu sorunun cevabını bulmak o kadar zor olmasa gerek. Bu haksızlıklar olurken, olanlar karşısında susanlar hiç vijdan azabı çekmiyorlar mı? Ve bu gün hala neden susuyorlar? Lut kavmi helak olurken, onlara karşı sessiz kalanlar da onlarla birlikte helak oldular. Ayet demiyor mu: “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allahım?”
Dünyadan pay almak için kadın ve erkek arasındaki cinsiyet ve rol farkını görmezen gelerek onları rekabet ve çatışmaya kışkırtanlar, bilerek ya da bilmeyerek sonunda Ahiret hedefi olmayan bir dünyevi kazanç peşinde koşmaya çağırılıyorlar. Meclisteki başı açık-örtülü dindar milletvekilleri seçime giderken yine susmaya devam edecekler mi? Aile elden gidiyor, gençlik de, din elden gidiyor din! Huuu sesimi duyan var mı?
Kadınların “eşitlik” iddiası, esasen potansiyel anlamda “kadını aşağılayan” bir dildir. O metinlere bakın, “Din sizi aşağılıyor, Gelenek sizi aşağılıyor, tarih sizi sizi aşağılıyor'' diyor. Ardından dönüyor, ''zaten biyolojik cinsiyet diye bir şey yok, toplum size 2. Rol veriyor, siz kendinizi yeniden tanımlayın, herkes eşitlensin” diyor. Kadını yüceltmiyor, cinsel tercihlerin bir farklılık ifade etmediğini söylüyor. Humanizm de aslında insanı yüceltirken onu yaratılış gayesinden soyutlayarak ele alır. İslam bize “İnsan merkezli” değil, “Hak merkezli” düşünmemizi emreder. İnsan için bugün birileri toplumun ona yüklediği roller üzerinden konuyu tartışırken, biz konuya “Yaratılış gayesi” üzerinden bakarız. Modern batı bugün insanın cinsiyetiniz eğilim-yönelik, deneyim sonucu, din, ahlak ve gelenekten bağımsız bir tercihle belirlemeyi esas alıyor. Esasen uluslararası sözleşmelerde “Toplumsal cinsiyet”i, “toplumun kişiye yüklediği roller açısından” değil, bu açıdan bakıyor. Cinsiyetin Bireyin eğilim, yönelim, deneyim ve tercihi ile ilişkilendiriyor. İnsan, ekmel-i mahlukat, eşrefi mahlukat olabildiği gibi Belhum Adal da olabilir. Allah'ın rızasının tecellisinin vesilesi olarak O'nun halifesi olabileceği gibi İnsan Şeytan’a da dönüşebilir. Her insanı eşit olarak yücelten aslında Eşref-i Mahlukat olan insanla, Belhum Adal olarak insanı eşitler.
Kadın erkeğe eşitlenecekse, hangi insanla eşitlenecek. Havva ile Lilith aynı mı. Adem ile Havva aynı mı? Ya da Hangi Erkek Hz. Haacer, Hz. Meryem ile eşitlenebilir. Hz. Haacer peygamberlerin ayak izinde koştuğu bir kadındır. Firavunun hizmetkarı olan bu kadın, bir Peygamberin çocuklarının annesidir. O kadın bir Peygamberin annesidir. Ya da hangi Kadın, Hz. Muhammed’le, Hz. İsa ile, Hz. Musa ile eşitlenebilir. Biz farklıyız, eşit değiliz, Allah bizi parmak uçlarımız gibi farklı yarattı, üstünlüğümüz takva iledir. Birimiz diğerimizin ötekisidir. Allah bizi farklı yarattı, birbirimize muhtaç kıldı ve aramıza muhabbet koydu ki, tearüf edelim ve yardımlaşalım.
Kederler paylaşıldıkça azalır ve mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır. Birbirimizin gözümüzü oyalım diye değil. Bizi birbirimize emanet etti ve el emin olmamızı istedi. Hükmettiğimizde adaletle hükmetmemizi istedi. Ötekilerle duruma göre kardeş de oluruz düşman da. Ama asla zalimlerden olmamamız şart. Ötekileştirdiklerimize hayran da olabiliriz, düşman da. Hoş da görebiliriz görmeyebiliriz de. Ayırımcılık da yapabiliriz, yapmayabiliriz de. Nefret söylemini, belli bir ırk ya da coğrafyada yaşanan herkese şamil kılmak yanlıştır. Yoksa kutsal kitapların hepsinde Şeytan'ın eseri olan hertürlü günah ve ahlaksızlığa karşı nefret örgütlenir. Elbette, Barış her zaman önceliğimizdir ama savaşabiliriz de. Yeter ki işimiz rızaya uygun olsun. Bakarsınız ittihad etmiş kardeş olmuşuz biriyle, bir başkası ile ittifak yapmışız, müttefikiz Hılfu'l fudul üzere, Müellefetül Gulub yapıyoruz güzel söz ve hikmetle. Bakarsınız. İtilaf yapıyoruz, nimet ve külfet dengesini göstererek, bakarsınız düşman olmuş savaşıyoruz, bize İlahlık ve Rablik taslayan temel haklarımıza karşı açık ve yakın tehlike oluşturanlarla. Bizim yememiz, içmemiz, toplantılarımız “Euzübillahimineşşeytanirraciym, Bismillahirrahmanirrahiym” diye başlar ve her iş ve söz, bu ilkeye uygunluğu ölçüsünde bizim için muteberdir. Değilse onlar bizden uzak dursunlar. Ve zaten biz onlardan uzağız! Biz Şeytanı sadece Mekke-i Mükerreme’de, yılda bir kez ve bir gün değil, her yerde her zaman taşlarız, sadeve o büyük şeytanı değil, İns’in ve Cin’nin şeytanlarını da.
Hadi, şimdi herkes kendi yoluna. Hak ve Batıl belli olmuştur... Kim ne yapıyorsa ya da söylüyorsa, bilsin ki, o işler ve sözlerle ya kendi cennetine kendi sırtında tuğla, ya da kendi sırtında, kendi cehennemine odun taşıyordur. Yardım edip-etmediklerinizle, alkışlayıp alkışlamadıklarınızla siz de o şeyin sonucundan pay sahibi olacaksınız.
Selam ve dua ile.