Dün burada bir anlaşmadan söz ettim. Avrupa Birliği ülkeleri adalet bakanları ile ABD arasında 30 Kasım'da yapılacak "güvenlik anlaşması" ile yüz milyonlarca AB vatandaşının kişisel bilgilerinin ABD istihbaratına verileceğini, bu kişilerin potansiyel terörist gibi algılanacağını, insanların günü gününe izleneceğini, bunun temel hak ve özgürlükler için bir yıkım olacağını aktardım. "Beş yüz milyon yeni terörist" başlıklı yazının bugünkü bölümünde aynı konuyla bağlantılı olarak ABD Federal Soruşturma Bürosu (FBI) Başkanı Robert Müeller'in Ankara ziyaretinde Türkiye'den ne istemiş olabileceğini tartışacaktım.
Bana kalmadı, Radikal gazetesi (19-11-2009) Müller'in şok edici talebini manşetten duyurdu. FBI Başkanı Türkiye'den, tıpkı AB'den istedikleri kişisel bilgileri istiyordu. Kara, hava, deniz, demiryolu gibi bütün ulaşım araçlarını kullananların parmak izi, ses, yüz, retina/iris gibi en özel bilgilerinin toplanıp kendilerine verilmesini istiyordu. Buna da biyometrik veri deniyor.
Hepimiz, günün her saatinde, her yerde izleneceğiz, bilgilerimiz toplanacak ve ABD istihbaratına aktarılacak. Biz hâlâ telefon dinleme tartışmalarını yapaduralım, onlar bunun çok ötesini istiyorlar. Bir süre sonra DNA örneklerini de isteyecekler.
Sadece "şüpheliler"i izlemek mümkün değil. Böyle bir ayırım yapılamayacağına göre, aldığınız her bilet, attığınız her imza, pasaport alırken alınan on parmağınızın izi küresel terörle mücadele gerekçesiyle onlara verilecek. Sadece bunlar değil, kendinizle, ailenizle, çevrenizle ilgili bilgiler, banka işlemleriniz de aktarılacak.
Bu ne demek?
Yetmiş milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı potansiyel terörist olarak izlenecek demek. Zaten kendi imkanlarıyla izleyebildikleri kadar izliyorlar. Ama bunu Türkiye Cumhuriyeti devlet imkanları kullanarak daha düzenli ve etkili yapmak istiyorlar.
Dün "500 milyon yeni terörist" başlığı altında AB vatandaşlarını terör şüphelisi yapan anlaşmayla ilgili cümleler özetle şöyleydi: "30 Kasım'da, yani Lizbon Anlaşması'nın yürürlüğe girmesinden bir gün önce, Avrupa Birliği ile ABD arasında yapılacak bir anlaşmaya dikkat çekmek istiyorum. 27 ülkenin adalet bakanı ABD ile bir güvenlik anlaşması imzalayacak. Anlaşma ile ABD otoriteleri, 27 AB ülkesinin vatandaşlarına ait banka hesaplarına girebilecek. Para transferlerini izleyecek. Her bir AB vatandaşının her hangi bir bankadaki hesapları, günlük harcamaları, para transferleri en küçük detayına kadar ABD istihbaratının elinde olacak. Sadece para transferleri değil, kişisel bilgiler de bu anlaşmaya göre CIA tarafından izlenebilecek.
AB vatandaşı herhangi bir kimse, "teröre destek olduğunu", terör listesine girdiğini fark etmeyecek bile. Aldığı her hangi bir şey, ABD'nin ambargolu şirketlerinden birine mensupsa, bu kişiler bir anda kendilerini ABD cezaevlerinde bulabilecekler. Mesela Afganistan'ın bombalanmasına karşı çıkmak ABD için suç olabilecek, verdikleri küçük insani yardımlar teröre destek kabul edilebilecek. AB yönetimi ve ulusal hükümetleri yüz milyonlarca insanı CIA'nın insafına terk etmiş olacak""
Endişelerimi son cümleye saklamıştım: "Ne dersiniz; ABD bu anlaşmayı Türkiye ile de yapar mı? Yoksa yapıldı da biz mi bilmiyoruz!"
Müeller'in anlaşmanın imzalanacağı 30 Kasım'dan önce Ankara'ya gelmesi ve bu talepleri iletmesi ne zamanlama değil mi! Haberde, Ankara'nın talebi reddettiği söyleniyor. Bir milletin küresel olağanüstü hal ve güvenlik paranoyasına teslim edilmesi gelecek nesillere yapılacak en büyük kötülük olacaktır. Umuyoruz gerçekten talep reddedilmiş olsun. Ama geçmişe bakınca şüphelerden kendimi alamıyorum. Bakalım o zaman.
Müeller bir kez daha Türkiye'ye sır dolu ziyaret yapmıştı. 2005 yılında gerçekleşen ziyaretten önce Kuzey Irak'taydı. Hemen ardından CIA Başkanı Porter Goss Ankara'ya geldi. O zaman Müeller'in ve Goss'un ziyaretleri, PKK'ya yapılacak operasyon görüşmeleri şeklinde tartışıldı. O günler; ziyaretin operasyonla hiç alakası olmadığını, CIA'nın işkence merkezleri ve gizli uçuşlarıyla alakalı olduğunu yazdım. Çünkü o tarihlerde sadece CIA değil, FBI da havayolu jetleriyle dünyanın birçok bölgesinden başka bölgelere insan kaçırıyordu. Yüzlerce belki binlerce insan bu şekilde kaçırıldı. Af Örgütü'nün 2006 raporlarında uçuşların yüzlerce olduğu ifade ediliyordu. Sadece Mısır'a yüze yakın insan kaçırıldı. Bu faaliyetler Demokrat ABD Başkanı Bill Clinton'ın 1995'te imzaladığı, George Bush'un 2001'de genişlettiği genelgeye göre yapılıyordu. Bütün AB ülkeleri bu pis işe ortaktı ve ortaklık 22 Ocak 2003'te yapılan gizli Atina Anlaşması'na dayanıyordu.
Müeller'in ziyaretiyle Türkiye'nin bu kirli trafikteki rolünü sorguladık. Gizli anlaşmanın altında kimin/kimlerin imzası olduğunu sorduk. Bütün dünya konuşu sorgulamaya başlamıştı. Aynı tarihlerde CIA uçakları İstanbul'a, Diyarbakır'a, İncirlik'e inip kalkıyordu. Gelecek nesillerin bunun hesabını soracağını söyledik. Müeller'in 2005'teki Ankara temasları hâlâ sır. Türkiye'nin kirli ortaklığa "katkısı" ve Türkiye'de olduğu söylenen gizli sorgu evleri de.
30 Kasım'da sözkonusu anlaşma yapılacak. Türkiye'nin neye nereye kadar "hayır" dediği konusunda endişeliyim. Bugün olmasa bile yarın 27 AB ülkesi arasına katılınca ne olacak? Ben o kadar bekleneceğini sanmıyorum.
Müeller'in taleplerinin bununla sınırlı olduğunu da sanmıyorum. Umarım yanılırım"