Yine bize diyecekler ki!

Abdurrahman Dilipak

Pandemi sürecinde yaşananları biliyorsunuz.. Bize “komplocu” dediler. Oysa tarihin en büyük komplolarından birine imza atanlar da kendileri idi. Siz bilim adamı mısınız, siz ne biliyorsunuz dediler.

Öyle ya, devlet adamları, siyasiler, akademi, sermaye, sivil toplum, media hepsi koro haline aynı yalanı tekrarlıyordu. Hatta cemaat denilen yapılar da bu komploya katılıyordu. Onlar bilmiyor da biz mi biliyorduk!

Komplocu da olduk, yalancı da. Adımız “felaket tellalı”na çıktı. İktidar ve muhalefetin kanlı bıçaklı olduğu bir ülkede, taraflar bu yalan söz konusu olduğunda tek ses oluyorlardı. Herhalde tartışmadıkları tek konu buydu.

Sonunda, “pardon” dediler. CoVID diye bir şey yokmuş, bu sıradan bir gripmiş, ölümcül de değilmiş; maske de PCR de aşı da verilen haplar da o kapanma ve kapatmalar da faydasızmış..

Bu arada ne oldu ise, nasıl oldu ise yargıdan aşı, maske, PCR konusunda arkası arkasına lehimize kararlar geliyor. Bade harabul Basra. Geciken adalet, adalet olmasa da, gelecekteki benzer durumlar için emsal teşkil edecek olması açısından önemli. Hani bazan diyorum ki, süreçle ilgili engellenmem, dışlanmam, hak kayıpları için şimdi gidip tazminat davası açayım. Çünkü gerçekten büyük bir mobing uygulandı topluma, ciddi bir zulüm yapıldı, hayatını kaybedenler oldu, toplumun psikolojisi üzerinden vahim sonuçları oluşan korku üretildi.

Şimdi DSÖ bizim için 500 milyon dolarlık, dünya bankasından süreçle ilgili olumsuzlukların giderilmesi için bir fon ayırmış. Güler misin ağlar mısın!

Sahi o CoVID görsellerine ne oldu. O yarasaya ne oldu! O bilim adamlarına, o bilimsel makalelere, o FDA DSÖ bilim kurullarının açıklamalarına ne oldu! Maske, mesafe de kalmadı. Elde kaldı milyarlarca doz aşı.. Ama bir iki doz da olsa damarlarımıza o sıvıyı akıttılar, o hapları yutturdular. Yine rahat durmayacaklar yeni komplolarla gelecekler. Neyse ki DSÖ toplantısında, ülkelerden itirazlar yükselmeye başladı. Davos’ta da umduklarını bulamadılar.

Peki bu iki buçuk yılın faturasını kim ödeyecek.

Şimdi o defter kapatılıyor. Yeni bir komplo üretecekler. Yeni mikroplar, yeni pandemiler, yeni mutasyonlar, yeni varyantlar, yeni ilaçlar önerecekler. İklim diye gelecekler, bilim diye, teknoloji diye gelecekler. Biz yine “Hayır” diyeceğiz, yine onlar bizi komploculukla suçlayacaklar. “Felaket tellalı” diyecekler.

Yine aynı devlet adamları, siyasiler, akademi, sermaye, sivil toplum, media hepsi koro halinde aynı yeni bir yalan bulup yollarına devam edecekler. Bu kez doktorların yerine, mesela veterinerler, farmakologlar, meteoroloji uzmanları, toksikoloji uzmanları konuşabilir. Tabii hepsi de bilimsel açıklamalar yapacaklardır.

Bize de “siz bilim adamı mısınız” diyecekler. Desinler, onların politikasını da gördük, bilim adamını, gazetecisini de, tanıyoruz onları artık. Utanmadan yine çemkirecekler. Hâlâ onlara inanmak isteyen varsa inanmaya devam edebilir tabii. Sonuçta kendi düşen ağlamaz. Eğer pandemi sürecindeki tecrübeler akıllarını başlarına getirmemişse ne diyebiliriz ki.

Bir yalancı, düzenbaz, sahtekar sizi aldatmışsa, Allah o dolandırıcının belasını versin. Aynı dolandırıcı sizi 2. kez kandırmışsa, sadece onun değil sizin de belanızı verecektir. 3. kez aynı dolandırıcı yine sizi dolandırıyorsa, o zaman bela o dolandırıcıdan önce sizi bulacaktır.

Biz “geliyorum” diyen felaketten haber veriyoruz. Siz hiçbir tedbir almıyor, uyarıları da dikkate almıyorsunuz, sonra felaket geliyor, kolunuzu kanadınızı kırıyor, yine de sesinizi çıkarmıyorsunuz. Daha sonra yeni bir felaket geliyor ve kapıya dayanıyor ve biz yine uyarıyoruz ve siz yine bizi suçlamaya devam ediyorsunuz.. Eğer durum bu ise, başınıza geleni, hak ediyor değil, daha fazlasına müstahaksınız demektir.

Bazan birileri celladına aşık olur. Gözleri var görmez, kulakları var duymaz, kalpleri var hissetmezler. Tarihte de bu tür olaylar yaşandı, bugün de yaşanıyor. Bu gidişle gelecekte de bunlar olacak. “Akletmeyen topluluklar”ın trajedisi bitmeyecek. Onlar yüzünden, “içlerindeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden” sıradan insanlar da zarar görecek.

Kitap bize “kınayanların kınamalarına aldırmadan hakkı ve hakikati haykırmamızı” emreder.

Görevimiz bu: “Hakkı ve hakikati haykırmak, Hakk’ın ve halkın, gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmak”.

Ben şahsen bu konuda üzerime düşeni yapmakta kararlıyım. Sonucu hakkında gönlüm rahat. Hayır da şer de olsa Allah’ın iradesi içinde bir olaydan söz ediyoruz.

Kendime gelince kaderimden başka bir kaderim, rızgımdan başka bir rızgım, ecelimden başka bir ecelim yok. Ve Allah’ın rızasına tabi işleri yaptığım sürece de mahzun olmayacağımı biliyorum. Sonunda her şey olacağına varacak. Bu bir imtihan, bu süreçte biz hepimiz, yapıp yapmadıklarımız, söyleyip söylemediklerimizle imtihan ediliyoruz. Birileri nasıl cennete girecek, birileri nasıl cehenneme girecek, işte böyle. Yani benim tek başıma ya da başkaları ile Allah’ın takdiri dışında kendi irademizle, Allah’ın iradesi dışında yapacak bir şeyimiz yok. Bizim duamız ve misyonumuz O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olmaktan başka bir şey olmamalı. Birileri bu şekilde zulmederek, Allah’ın gazabını hakkediyorlar. Birileri onlara destek vererek ya da onlar karşısında susarak onlar da Allah’ın gazabını hakkediyorlar. Biz de direnerek sevap kazanıyoruz. Allah bakarsınız bizim ellerimizle zalimleri cezalandırır ve mazlumlara yardım eder. Biz inanıyoruz ki, bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz Allah’ın rızasını istemeliyiz.

Bu hercümerç içinde Allah (cc) bizleri, mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir ve etmektedir. Sonuçta hayat zaten böyle bir şeydir. Yani, iman etmek, O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olmak, sabretmek, çabalamak ve haksızlıklara karşı direnmek..

Hayatımıza anlam katan şey de budur aslında.

Onun için belki şöyle demeliyiz:

“Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.”

Karanlık aydınlığın yokluğudur. Işık geldiğinde karanlık kaybolur. Bize düşen karanlığın kalbine ışığı taşımaktır. Kafamız bilginiz, kalbimiz imanın nurunu yaymalıdır. Sevginin, merhametin nuru aydınlatmalı içimizi. Aklımızla vijdanımızı barıştırmalıyız ki, bu kavga bitsin.

Umudumuzu hiç kaybetmemeliyiz ve son kararımız şu olmalı: “Bizi öldürmeye gelenler bizde dirilsinler”.

Kim ne derse desin, bizim için önemli olan Hak ne diyor!

Evet biz Hakk’ın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacağız.

Hayrun nas, men yenfaunnas”.. İnsanların en hayırlısı insanlara en çok hayrı dokunandır.

“Karanlığa küfretmeyi bırakalım da, kalkıp bir mum yakalım”.

Selâm ve dua ile.