Yine ‘kara bir gün’ ve ilginç bir 10 Kasım anma töreni 40 yıl önce, 1976.. O zamanlar, Millî Gazete’de yazıyorum.. ‘Kara Bir Gün’ başlığıyla bir makale yazmıştım. Yazıda, bir ölüm yıldönümünde sergilenen ve bir tapınmayı andıran fetişist tavırlara işaret olunuyordu. O yazı, Senato’da, H. Çelebi isimli bir senatör tarafından okunmuş ve dakikalar boyunca yuhlanmıştım. Ertesi gün, o senatöre, ‘O kişilere ben o yazıyı dinletemezdim, okuduğunuz için teşekkür ederim’ diye bir yazı kaleme aldığımda, mesele daha bir alevlenmişti.
***
40 yıl sonra; bakıyorum, değişen bir şey olmamış, aynı saçmalıklar yine sürüyor. Küçücük çocuklar bile TV ekranlarında konuşturuluyor; onlara, mânâsını bile bilmedikleri kelimelerle ‘ata’larının ölmesinden dolayı çok hüzünlü oldukları söyletiliyor, ağlatılıyor. TV sunucularının ağlaklı ifadeleri ise daha bir komikti.
Yanlışıyla-doğrusuyla, tarihimizin bir parçası olan ve 78 sene öncelerde ölen bir kişinin ölüm gününde hâlâ sergilenen bu gibi traji-komik durum, TC.’den ayrı olarak sadece Kuzey Kore’de kaldı. Tam da, ‘kemalizmi halkımıza bir din olarak dayatanlar’ın hâlâ da direnmeye çalışan ‘resmî ideoloji tapıcılığı ve şahısperetlik’ gösterisi..
***
Ama, bu yılki 10 Kasım’da, bir başka anma toplantısı vardı, Türkiye Yazarlar Birliği’nin İstanbul Şubesi’nde; yoğun bir katılımla..
10 Kasım 1983’de vefat eden Osman Yüksel Serdengeçti, 33. ölüm yıldönümünde anılıyordu. Konuşmacıların başında da şair ve yazar Yavuz Bülend Bakiler vardı.
Bakiler, bir sorudaki ‘Atatürk Cumhuriyeti’ sözüne değinerek; ‘Atatürk ve Cumhuriyet kelimelerinin asla yan yana gelemeyeceği; çünkü, bir Cumhuriyet’te muhalefet partilerinin bulunması gerektiği; M. Kemal’in ise, Kâzım Karabekir ve arkadaşlarının Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapattığı; daha sonra da yakın arkadaşı Fethi (Okyar) Bey’e kurdurduğu Serbest Fırka’yı da kuruluşunun 99. gününde kapattırdığı; öyle bir sisteme Cumhuriyet denilemeyeceği; M. Kemal döneminin tam bir mutlakiyet olduğu’ karşılığını veriyordu. Bakiler, ‘1923’den bu yana, M. Kemal’ in Nutuk’u dışında, Millî Mücadele’nin hiçbir komutanın eserinin devletçe basılmasına izin verilmediğini’ de hatırlatıyordu.
Bu arada, 5816 sayılı zulüm kanununun kaldırılması gerektiğine dair görüşler de dile getirildi.
***
Bir başka konuya da kısaca değinelim..
9 Kasım akşamı, bir başka mekânda, A. Ö. Hoca çocukluk yıllarından başlayarak tahsil hayatının hâtıralarını anlattı.
Hoca, 90 yaşına dayanmış.. Bu yüzden, bazı tarih sıralamalarında konuyu yanlış yansıtan önemli buğulanmalar olduğu görülüyordu.
Nitekim, 1951 sonunda Kahire’ye gittiği halde, halktan kopuk ve fâsid bir hayat tarzıyla meşhur olan ve 23 Temmuz 1952’de devrilen Kral Faruk zamanını birkaç yıl gibi yaşamışçasına, Kahire’nin son derece gelişmiş olduğunu iddia ederek anlatıyor ve dahası, General Necîb ve C. Abdunnasır tarafından yapılan ve ‘felaketler getiren askerî darbe’yi, İkhwan’ul Muslimîn’in yaptığını sanıyor; zihinlerde bizdeki 15 Temmuz hıyaneti’ni çağrıştırıyordu.
***
İkhwan’ul Muslimîn’e yapılan bu isnad, yanlışın ötesinde, açık bir haksızlıktı. Çünkü ihtilalin lideri Abdunnasır, ‘yoksul kitlelerin kurtarıcısı’ edâsıyla sahneye çıkmış, İkhwan da buna karşı çıkmamıştı. Fesadı ayyuka çıkan Kral Faruk’u sahiplenmenin bir mânâsı da yoktu. (Faruk, daha sonra Avrupa’nın eğlence merkezlerinde, 10 yıl kadar daha mübtezel bir hayat yaşadı.)
***
Hoca, bu arada, Ezher’de okurken; kemalist-laik ilkelere sımsıkı bağlı ünlü isimlerden Ali Fuad (Cebesoy) Paşa ve de 1962-64’lerdeki İsmet Paşa Hükûmeti’nde Eğitim Bakanı olan Ş. R. Hatiboğlu gibi isimlerin Kahire’yi ziyareti sırasında, onların iltifatlarına mazhar olduğundan, onları hâlâ da övgülerle anıyor ve hattâ Hatiboğlu’nun üyesi olduğu partiye oy verdiğini de açıklıyordu!
***
Tercih veya görüşlere karışılamaz elbette; ama, hiçbir tarihî gerçekliği olmayan ithamlar, bu konulara yabancı olanları yanıltabiliyor.
stargazete