Türkiye bir kez daha seçimini yaptı. Sonuçlar, her şeyin kaldığı yerden devam edeceğini, Türkiye'nin hem içeride hem de dışarıda başlattığı uzun yürüyüşün daha da güçlenip hızlanacağını gösterdi. Bu millet, devlet için de kendisi için de nelerin doğru olduğunu kendine yol gösterenlerden çok daha iyi biliyor.
İktidar partisi ile muhalefet partileri arasındaki açı bu seçimle daha da büyüdü. Muhalefetin, bırakın projeyi, siyasi söyleminin bile Türkiye kamuoyunda karşılığının olmadığı bir kez daha ortaya çıktı. Tükenmişlik, yorgunluk, eskimişlik iktidarda değil muhalefette kendini gösterdi. AK Parti oylarını artırdı ve hiçbir siyasi kadronun kendine rakip olamayacağını ortaya koydu. Yüzde elli civarındaki oy, inanılmaz bir siyasi başarıdır. Oylarını sürekli artıran bir siyasi liderin karizması ve vizyonu işte bu uzun yürüyüşün en büyük güvencesidir... Türkiye Cumhuriyet tarihinin en ciddi meydan okumasıdır, Türkiye'nin küresel ölçekte konumlanmasıdır.
Elbette sonuçları çok tartışacağız. Ama AK parti kadrolarını içeride ve dışarıda çok yoğun ve belki de en hareketli iktidar dönemi bekliyor. Bu hareketliliğin içinde de en önemlisi güney komşumuzda yaşananlar.
Peki Türkiye, yakın çevresinde nasıl bir seçim yapacak? Seçim yorgunluğundan çok daha yorucu, çetin bir sorun bu. Bugünden itibaren işte müthiş karmaşık bir sorunla yüzleşeceğiz. Çünkü ertelemek, görememek, içinden çıkamamak diye bir seçeneğimiz kalmadı. Can alıcı kararlar alınacak ve uygulanacak. Tabii bu kararlar kamuoyunda yoğun tartışmalara yol açacak.
Türkiye seçime kilitlenmişken, ister istemez içeriye yönelmişken, alevler bütün çevremizi sardı. Kuzey Afrika'dan Türkiye sınırına uzanan bölgede, çaresizlikle, şaşkınlıkla, kafa karışıklığı ile izlediğimiz, bu coğrafyayı yaktığı gibi yüreklerimizi de yakan, içimizi sızlatan bir durumla karşı karşıyayız.
Tunus'la başlayan dalga sınırlarımıza dayandı. Yarın Türkiye sınırını aşıp aşmayacağına dair kimsenin bir öngörüsü yok. Bu kuşağa yönelik bütün istilacı girişimleri sorgularken, aynı istilacı zihnin kendi içimizdeki zorbalıklarını izliyoruz şimdi. Bu anlayışın bize, kendi insanına yaptıklarının açıklanabilir bir tarafı kalmadı. Bağımsızlık, ülke bütünlüğü, devlet, iktidar, özgürlük, güvenlik hepsi bir yana, insan yaşamını yok sayan zihnin tahammül sınırlarını çoktan aştı.
Suriye'de endişe verici gelişmeler oluyor. Hep birlikte izliyoruz. Ülkenin hassas pozisyonu, Türkiye açısından ne ifade ettiği, model ortaklık üzerinden devam eden bölgesel projenin ne olacağı, Fransa ya da diğer batılı ülkelerin bir hafta ya da bir ay sonra bu ülkeye neler yapabileceği elbette derinlemesine tartışılması gereken, tartıştığımız şeyler.
Ancak endişelerimiz korkuya, paniğe doğru yöneliyor. Baas yönetimi, kendisine tanınan krediyi, tahammül sınırını aştı.. Reform yapmaya, ülke içindeki huzursuzluğun üstesinde gelmeye yönelik beklenti sona erdi. "Beşşar Esad iyi niyetli ama ekibi, eski basçı kadro bunları yapıyor" söylemi de anlamını yitirdi. Bu konuda Türkiye kadar sabırlı davranan, Şam'a destek olan bir ülke olmadı. Suriye'yi daha doğrusu Suriye yönetimini en son terkedecek ülke Türkiye'ydi ve bu oluyor artık.
Bugünden itibaren, hükümetin önündeki en önemli gündemi Suriye olacak. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın son sözleri, iplerin koptuğunu gösteriyor. Türkiye, Şam yönetiminin kendi halkına yönelik acımasız tutumuna tahammül gösteren, çetelerin tamamen mezhepsel bir reaksiyonla sokakları kana bulamasını tolere eden bir ülke görüntüsü vermeyecek.
Beklenti şu:
En yakın zamanda Suriye ile son bir görüşme olacak. Pek şans tanınmasa da, "farklı" bir konuşma olacak bu. Alınan mesaj Türkiye'nin yeni durumunu belirleyecek. Kanaatimiz, Suriye yönetiminin Ankara'ya verdiği yanıltıcı bilgiler bu sefer ikna edici olmayacak. Ardından Ankara'nın ipleri kopardığını göreceğiz belki. Ve Şam'a karşı sertleştiğini...
Şu an bu ülkede yaşanan şey bir güvenlik önlemi değil. İç isyanı bastırmak da değil. Hiç kimsenin kaldıramayacağı, tahammül edemeyeceği bu yöntemin, İsrail'in Gazzelilere uyguladığı yöntemden farkı yok.
Düşmanlarının dostlarına karşı kullandığı yönetimi Suriye kendi halkına kullanıyor. Bir azınlık rejimi olduğunun açık görüntüsünü veriyor. Devlet olma yerine, kuşatıcı olma yerine örgüt gibi, mezhepsel bir kimlikle kıyım yapıyor.
Bu bölgede, neresi olursa olsun işgallere, dış müdahaleye karşı hassasiyetimiz en üst noktada. Suriye örneğinin yeni bir işgal senaryosunu meşrulaştıracağını, zihinleri buna hazırlanacağını çok iyi biliyoruz. İşgal ve istilaya karşıt duruşumuz devam edecek, bu endişemiz de devam edecek. Ancak muhalefet üzerinden, kan üzerinden, zaaflar üzerinden işgal senaryosu çizenlerin bu sefer ellerini güçlendiren şey Şam'daki mafya düzeninin eylemleri oldu. Suriye'ye yönelik böyle bir senaryo hazırlanıyorsa, bence hazırlanıyor, bunun en büyük müsebbibi bu yönetimidir.
Türkiye'nin bütün bölgeye yönelik ortaklık projelerini destekledik, desteklemeye devam edeceğiz. Ama bu, bütün günahları affetmemiz, gidişatı normal görmemiz anlamına gelmiyor. Kendi kalkına yönelmiş tankların, kurşunların affedilir bir yanı yok.
Beşşar Esad ve yönetimi kredisini tüketti, iyi niyetleri yok etti. Suriye'yi yalnızlaştırdı, yalnızlaştı. Bundan sonraki her cinayet, her kıyım bu kadrolara büyük bedel ödetecek.
"Türkiye Suriye'yi terkettiği anda Şam yönetimi biter" demiştik.
Galiba önümüzdeki günlerde bu olacak. Süreç, Soğuk Savaş artığı Baas rejiminin tasfiyesinin çok yakın olduğunu gösteriyor. Esad hata yaptı, çok büyük hata yaptı ve kaybetti. Artık yeni bir Suriye üzerine konuşma zamanı...
yenişafak