Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mes’ele kalmayacak.
Halbuki, biz sussak, tarih susmayacak..
Tarih sussa, hakikat susmayacak..
Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak..
Halbuki, bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamıyacaklar; vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamıyacaklar..
Tarihin azabından kurtulsalar, Tanrı’nın gazabından kurtulamıyacaklar..’
Evet.. Sezaî Karakoç bir yazısında böyle diyordu..
*
Şimdi..
Halkın seçimle ortaya çıkan eğilim ve iradesinin nasıl bir sosyo-politik tablo çıkaracağı üzerinde ister-istemez herkes kafa yoruyor, herkes sağdan soldan görüş almaya çalışıyor.
Bu tabiî de..
Çünkü, hükûmet çalışmalarının nereye varacağı kestirilemiyor. Amma, açık olan şu ki, AK Parti’nin 13 yıla yakın tek başına iktidarı, 7 Haziran seçimleriyle sona ermiş bulunuyor.
Bu neticenin elde edilmesi için diğer bütün muhalefet partileri ve gruplar işbirliği yaptılar.. Hattâ, birbirleriyle selamlaşmayanlar değil, inanç ve ideolojik yaklaşımları açısından birbirleriyle asla bir arada olamıyacaklarını söyleyen kişi ve gruplar bile, bu seçim öncesinde çaba ve duygularını birleştirdiler.
Çünkü, hiçbirisinin çabası, seçimi tek başına iktidara gelecek şekilde kazanmak iddiasına dayanmıyordu; kazanamıyacaklarını biliyorlardı. Böyle olunca da, hepsinin de ilk merhalede hedefleri, iktidar partisini hep birlikte yıpratmak olmuştu. Ama, sonrasında ne olacağını kendileri de bilmiyorlardı.. ’Hiç bir bir durum, AK Parti iktidarının devamından daha kötü olamaz..’ diyorlardı, o kadar.. Çünkü, çalışmalarıyla halkın takdirini kazanıp, kendilerine bir iktidar şansı bırakmayan bir AK Parti vardı karşılarında.. Onu durdurmak, tökezletmek ve yere yatırmak için, her araç, yol ve yöntemi, kendilerine bir hak ve ’meşru’ bir yöntem olarak görüyorlardı.
Bunun için herbirisi bir tarafından çekiştiriyor ve birbirlerine ise, asla bir zarar vermemeye azâmi dikkati sergiliyorlardı.
Hepsi, yıkmakta birleşmişlerdi.
Evet, başarılı oldular.. Bu neticenin ortaya çıkmasında kendilerinin de pay sahibi olduğunu düşünen ve seçim öncesinde ’yüzde 17’yi aştık’ diye hayalî rakamlar üreten SP ve BBP liderleri Kamalak ve Desdici’nin kameralara beşüş çehrelerle verdikleri pozlar, bu neticeden onların da öğündüklerini yansıtıyor..
Gerçi, bütün muhalefet partilerinin elbirliğiyle AK Parti’yi yenilgiye uğratamadılar, sadece tökezlettiler, ama iktidardan tek başına iktidardan olmaktan uzaklaştırdılar. AK Parti, yüzde 41’le, kendisine en yakın CHP’den yüzde 16 daha fazla oy almıştı..
Buna rağmen, muhalefet partileri bu durumu bile kendileri için büyük bir zafer olarak ilan ettiler, ilk anda.. Seçimlerde yüzde 25 ile ikinci olan CHP lideri Kılıçdaroğlu, seçimden bir hafta kadar önce, ’Yüzde 26’nın altında oy alırsam, istifa ederim..’ demişken, yüzde 25’de kalınca, ’İstifa edecek bir durum yok..’ diyecek kadar pişkinlik gösteriyor, bu yüzde 41 oy alan bir partinin artık iktidarda sözsahibi olamıyacağını sanıyor ve ’Seçimler yeni bitti, (…) Halkın mesajı çok açık. Oturun, uzlaşın. Türkiye‘nin sorunlarını çözün diyor. Tek parti hükümeti çözmede yetersiz kaldı. Halk uzlaşın diyor, ama bu tablonun içinde AK Parti yok!’ diyordu.
Seçimlerden yüzde 16,5’la üçüncü çıkan MHP de, Bahçeli’nin ağzından, AK Parti’yle koalisyona sıcak bakmadığını hissettiriyor, kendilerinin asla HDP ile bir arada olamıyacaklarını ifadeyle, AK Parti’nin diğer partilerle işbirliği yapmasını ve olmazsa, seçimlerin en erken bir tarihte tekrarlanmasını öneriyordu..
Seçimlerden yüzde 13 ile 4. parti olarak çıkan HDP ise, daha bir ilginçti.. Bu partinin eşbaşkanları, AK Parti’nin kanı durdurmasının ve Çözüm Süreci’ni başlatmış olmasının ortaya çıkardığı barış ortamından da istifadeyle palazlandığı halde, AK Parti ile asla koalisyon yapmıyacaklarını açıklıyordu ve CHP-MHP ve HDP’nin bir ortak hükûmet oluşturabileceğini iddia ediyordu. Bu arada PKK’nın dağ kadrosunun önde gelen isimlerinden ve HDP’ye yol haritası gösterenlerden birisi olan ve son zamanlarda, Mesud Barzanî ile de ağız dalaşına giren ve Barzanî’nin, ’vatan hainliğiyle suçlayıp, susturulmasını’ istediği Duran Kalkan’ın, kendi mantığı içinde tutarlı gözüken, ’HDP de mevcut güçleri yönetime giremez. Girerse ‚Düzen partisi‘ olur. Çünkü; Türkiye‘de yasalar, Anayasa, sistem değişmedi. 12 Eylül faşist sistemi ile hesaplaşılamadı. Kenan Evren‘i bile sonunda ‚Devlet başkanı‘ diye gömmediler mi? Ulus-devlet diktatörlüğü ile hesaplaşılamadı. Türkiye‘yi bu yasa, Anayasa ile kim yönetir, hükümet olursa o düzenin partisi olur.’ şeklindeki sözleri de HDP için ilginç bir balans ayarıdır; her ne kadar, Demirtaş, ’Biz partimizin kanûnî kurulları dışında bir yerden emir almıyoruz..’ dese de, bu sözlerine herhalde kendisi de gülüyordur.
Aradan geçen iki haftaya rağmen, nasıl bir hükûmet oluşturulacağı henüz de belirsiz..
MHP, gerçi yelkenleri epeyce indirdi. Ancak, ’Çözüm Süreci’nin rafa kaldırılmasını şart koşuyor. Bu da, yeniden kanlı mücadelenin başlaması demek olmayacak mıdır?
CHP lideri de 22 Haziran günü, Bahçeli’yi CHP-MHP-HDP arası bir üçlü koalisyona katabilmek için, Bahçeli’ye başbakanlık teklif ediyor, ama, Bahçeli, ’Bu, Çin’den gelen yeni bir oyuncak türü mü?’ diye alaycı bir karşılık veriyordu. Tabiî, böyle bir koalisyon merhalesine nasıl gelineceğini ve gelinse bile, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle bir emr-i vâkı’yi kabul ile öyle bir hükûmet’i imzalayıp imzalamıyacağını gözönünde bulundurmuyordu, Kılıçdaroğlu..
Kılıçdaroğlu, Bahçeli’den gelen bu olumsuz ve alaycı mukabeleden ve MHP’nin AK Parti ile hükûmet kurabileceği ihtimalini güçlenmekte olduğunu hissedince, 21 Haziran günü yaptığı açıklamada ise, son bir şans daha arıyor ve AK Parti ile, büyük koalisyon yapılabileceğinin işaretlerini veriyor, koalisyon seçenekleri konusunda ‚kapıları kapatmamak lâzım‘ vurgusunu yaparak, ’Sayın Davutoğlu‘nun ne düşündüğünü bilmiyoruz. Ne düşündüğünü görmemiz, bir dinlememiz gerekiyor. Bugünden kalkıp bir şeyler söylemeyi, ‚şöyle olacaktır-böyle olacaktır‘ demeyi doğru bulmuyorum. Her ortamın kendine göre koşulları vardır.’ diye konuşuyordu.
Tabiî, bu arada, Ankara siyasî mahfillerinde sözkonusu edilen ve Kılıçdaroğlu’nun Deniz Baykal’ın Tayyîb Erdoğan’la görüşmesinden işkillendiği ve Ahmed Davudoğlu’nun kuracağı bir azlık hükûmetine, Baykal’ın CHP içinden kendisine yakın m.vekillerini güvensizlik oyu verdirmeyerek, güvenoyu almasını sağlıyacağının korkusu düşmüş bulunuyor.
Âkif merhûm ne diyordu ?
’Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir,
Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade sen gösteriver ‚işte budur kubbe‘ diye,
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye..
Ama, gel kaldıralım dendi mi, heyhat o zaman,
Bir Süleyman daha lâzım, yeniden bir de Sinan…’
Bugünkü siyasî tablo da aynen Âkif’in mısralarında olduğu gibi bir manzara gösteriyor.
Görülüyor ki, seçim tablosundan, paniklemeden, ’Hiç bir partiyle olmaz..’ demiyerek, kendisine güven içinde herkesle görüşebileceğini açıklayan sadece AK Parti..
Tabiî, bu arada seçimlerin tekrarlanması ihtimali de güçlü olduğundan, yeni bir seçim yapılması halinde, listelerin yeniden hazırlanacağı ve 7 Haziran seçimlerinde listelere giremiyenlerin yeni listelerde yer alabilmek için paçalarını sıvadıkları da anlaşılmaktadır.
Bu arada, AK Parti’de, 3 devre arka arkaya m.vekili olup, parti tüzüğündeki üç devre engeline takılan 70 kadar eski m.vekilinin Abdullah Gül ile bir araya gelip iftar ettikleri ve Gül’ün ’Ben ülkemin, partimin dengelerini koruyarak görev yaptım. Son derece hassas davrandım.. (…) Bana ihtiyaç varsa koşarım. Görevden ve hizmetten kaçmam. Ancak kongreydi, seçimdi gibi yarışlar içinde olmam. Bir görev yapacaksam seviyeyi düşürmeden yapmak isterim..’ dediği ajanslara yansıdı. Gerçi Gül’ün bu sözlerinden nasıl bir rol üstlenmeyi düşündüğü anlaşılmıyor. Yine de, seçimin tekrarı halinde, araya bir dönem boşluğu girdiği yorumuyla, eski m.vekillerinin yeniden aday olmak yolunun açıldığını zihinlerinde canlanmış..
Politikaya bir defa bulaşınca, ondan el çekmenin o kadar kolay olmadığının bir isbatı daha..
*
Bütün bu gelişmeler içinde, Tayyîb Erdoğan’ın kararının asıl belirleyici rol oynacağı da gözardı edilmemelidir. O da, üstelik halkın yüzde 52’sinin oyuyla cumhurbaşkanı seçilen ve onun bu durumunu anlamayan muhalefete rağmen, kendi konumunun farkında olan ve politik manevraları bilen birisi.. Yani, partiler halkın iradesiyle seçildilerse, Erdoğan da, onların herbirisinden fazla bir oy almış ve halka hesab vermek sorumluluğunda bulunduğunu unutmayan birisi olarak seçildiğinden, kanunî hak ve yetkilerini sonuna kadar kullanacağını vurguluyor.. Nitekim, 21 Haziran akşamı MÜSİAD İftarı’nda yaptığı konuşmada, ’Sandık tek başına iktidar demedi, sandık koalisyon dedi. Tabii ki sandıktan çıkan milli iradenin bu tecellisine saygı duymak zorundayız. Kimse ’Hayır, ben buna saygı duymuyorum’ diyemez. (…) Mevcutta dört partinin temsil edildiği bu dönemde temennimiz bir an önce yeni hükümetin kurulmasıdır. Koalisyon kaçınılmaz, yapmamız gereken bir an önce hükümeti kurmak. (…)’ dedikten sonra, ’Türkiye’nin böyle bir zaman kaybına tahammülü olmadığına inanıyorum. Bunun için koalisyonun mümkün olan en kısa zamanda kurulmasını temenni ediyorum. Eğer ego’lar öne geçerse bu süreç uzayacaktır. O zaman da, krizi çözecek tek mercii millettir.. ’ diyerek seçimin tekrarlanması ihtimalini yine hatırlatıyordu, Erdoğan..
Seçim yenilenirse, halkın ve Hakk’ın gazabının nasıl ortaya çıkacağını ise, önceden kestirmek olmaz.
*
dirilişpostası