Türkiye’ye sığınan Suriye’li müslümanların sayısı, resmî rakamlara göre, 1 milyon 950 bin küsur.. Bu resmî kayıtların dışında pasaportla gelenlerin ya da resmî kayıtlara girmemiş olanlarla bu rakamın 2,5 milyonu aştığı tahmin ediliyor..
Bu rakamın iki mislini aşkın kısmı da Ürdün ve Lübnan’da.. Bu ülkelerin kabataslak 5’er milyonluk nüfuslarının olduğunu düşünürsek, 2 milyonu aşkın mültecilerin bu ülkelerin sosyal bünyesindeki ağırlığının korkunçluğu daha iyi anlaşılabilir. Çünkü, nüfusu Türkiye gibi 80 milyona dayanan bir ülkede bile, Suriye’li çaresiz insanların sığınmasından meydana gelen bazı olumsuzluklar da yok değil.. Câmi önlerinde. Ana caddelerde görülen dilenen insanlar, insan olanın yüreğini parçalıyor.. (Ama, hemen ekliyeyim.. Mesela İstanbul’da, hele de Fatih, Üsküdar gibi mütedeyyin kesimlerin daha yoğunluklu olduğu mekanlarda dikkati çekecek derecede göze çarpan Suriyelilerin varlığı, halk arasında hiç bir rahatsızlık meydana getirmiyor ve Suriyelilerde de bir rahatsızlık görülmüyor.. Hattâ, ’Merkez-i Hılafet..’te (İstanbul’da) bulunmaktan dolayı son derece memnun olduklarını söyleyenlere sıkça rastlanıyor.. Bu durum, aslında, İslam Milleti’nin başka coğrafyalarından gelen insanların tarafı..
Bu vesileyle bir tablo daha aktarayım.. Geçen akşam, gecenin saat 21.30 civarında bir parkta, sokak lambasının altında bir şeyler okuyorum..
6 yaşlarında şirin mi şirin bir kızcağız, yaklaştı.. Annesi ileride, önünde kağıd mendil paketleri, alan olursa, satmaya çalışıyordu. Çocuk, türkçe bilmiyordu.. Bana yaklaştı –yaklaştı, durdu.. Ben görmezlikten geldim, ama, görüyordum.. Beni artık elimdeki kitab değil, onun halet-i ruhiyesindeki dalgalanlamalar meşgul ediyordu.. Sonra gitti..
Birkaç dakika sonra tekrar geldi.. Yine görmezlikten geldim.. Parmağıyla ayakkabıma dokunmaya çalıştı, ona da cesaret edemedi.. Tekrar gitti..
Ve sonra, üçüncü kez geldi.. Yüzüne baktım.. Gözgöze geldik..
Boynunu büktü, parmağıyla 1 işareti yaptı.. 1 lira demek istiyordu.. Ama, utanç duyan öyle bir bakışı ve boyun büküşü vardı ki, yürek parçalıyordu.. Cebimde -taşımayı sevmediğim için-, hiç madenî para olmadığını biliyordum. Ama, bu kez onu öyle geri çevirmeye gönlüm razı olmadı.. Cebimdeki bir kağıd parayı verdim. Aman Allah’ın, nasıl sevinerek gitti..
O yavrucağızın da kimbilir ne güzel dünyası vardı; şimdi ise, yıkılmış durumdaydı..)
*
Bu konuya değinişim, Suriye’den, Irak ve Yemen’den, Afrika ve Afganistan’dan, artık yaşamak gücü ve ümidi kalmayıp, ölümü göze alacak macera ve badirelere atılmayı can simidi gibi gören onbinlerin, hele de bu yıl, Akdeniz’de kitleler halinde boğulup ölmeleri veya kara yollarında korkunç şekilde telef olmaları yüzünden..
Yüzlerce insan, çürük teknelerle denize açılıyor ve sonrası, mâlum.. Ya, kara yollarında ortaya çıkan tablolar? Bir de ’Bu sığınmacı teknelerini batıralım’ görüşünü, Avrupa parlamentolarında dile getirebilen ’yüksek insanî’ (!) anlayış..
Geçen hafta, Avusturya’da, terkedilmiş bir TIR’ın içinde havasızlıktan boğulup öldükleri anlaşılan Suriyeli 52 insanı yansıtan fotoğraflar, denizde boğulan binlerden daha kabul edilebilir bir tablo oluşturmuyordu, kesinlikle..
Avrupa kıt’ası, dünya ekonomik değerler şemasında, lokmanın en büyüğünü kapan insanların çoklukta olduğu bir kıta.. Ve bu materyalist insanlar o kadar bencil ki, sadece kendi hayatları aziz, ve diğerleri, yani Cehennem..
*
Türkiye, sadece Suriye’den 2,5 milyon insanı ağırlarken, ve Ermenistan, Gürcistan gibi Kafkas ülkeleriyle Balkan’lardan ve Orta Asya ve Afrika’dan kendisine sığınanların sayısı itibariyle, yaklaşık 3,5 milyon insanı barındırırken.. Bütün Avrupa, en fazla 215 bin kadar sığınmacı kabul edeceğini açıklayıp, onu da AB üyesi ülkeler arasında nüfuslarına göre taksim etmeyi kararlaştırmış bulunuyor.. Ve bunu bile çok büyük bir insanî yardım olarak gösteriyor ve bu yolda yaptığı propaganda ile, kendisini dünyaya şirin göstermenin reklamıyla elde ettiği ekonomik değer, o insanlara yapacağı harcamanın kat kat fazlasını oluşturuyor.
*
’ÜLKEMİZDE MESCİD YOK, ONUN İÇİN MÜSLÜMAN SIĞINMACILARI ALAMIYACAĞIZ..’ GİBİ KOMİK GEREKÇELERİN ALTINDA YATAN…
Bu arada daha da ilginç tablolar ortaya çıkıyor..
Slovakya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler küçük ülkeler, kendi paylarına ayrılan 3- 400 kadar sığınmacı için bile şartlar koydular ve ’müslüman sığınmacı istemedikleri’ni ve kabul etmiyeceklerini resmen açıkladılar..
Gerekçeleri de çok ’insanî!?..’
Efendim, bu ülkelerde hiç mescîd yokmuş, o yüzden müslüman sığınmacılara kapıyı kapatmışlar..
Ne kadar yüksek bir ’insanî’ bir düşünce değil mi!!?..
Kaldı ki, bu ülkelerde kendi halklarının geçmişten kalan dev kiliseleri, mâbedleri olmasına rağmen, o mâbedlere de pek itibar edildiği yok, ateizm kasırgası kasıp kavuruyor bu toplumları.. Kiliseler, Pazar âyinlerinde bile büyük çapta bomboş.. (İki sene önce, koskocaman Prag’da, bir mescîd bulamamış, sadece, ’İslamî Bilgilendirme Bürosu’ tabelasıyla karşılaşınca, o isim altında kiralanmış bir mekanı her dil ve ırktan ve çeşitli coğrafyalardan onlarca müslümanın mescîd olarak kullandıklarını görmüştüm.
Slovakya’nın başkenti Bratislava’da o da yoktu.)
Slovak ve Çek hükûmetlerinin müslüman sığınmacı kabul edemiyecekleriniaçıklamalarını, sadece mescîd yokluğuna bağlamalarını hiç de mâsum bir mazeret olarak görmek mümkün değil..
Hattâ bu durumu, sadece, müslümanların, Almanya, Fransa, İngiltere, Avusturya Hollanda, Belçika gibi Avrupa ülkelerinin büyük şehirlerindeki mescidlerde, Cuma namazlarını binler halinde kıldıklarından duydukları ürküntü ile izah etmek de kolay değil..
(Tabiî, bir de kendilerini yanlış şekilde ’Selefî’ olarak tanıtan ve Avrupa halklarının ’Salafist’ dedikleri bazı küçük müslüman grupların, bu toplumların sosyal düzenlerine ve hukuk sistemlerine meydan okurcasına ve kendilerine göre bir çokmübahlar icad ettikleri ve hattâ bazı haramları, ’Dâr-ul’Harb’ diye niteledikleri o diyarlarda caiz görerek-göstererek sergiledikleri tavırlar da bunda etkili olmuyor değil..)
Onlar, anonim halk kültürlerinde ve halk kitlelerinin şuûr altlarında yer etmiş olan’korkunç düşman İslam’ karşısında duydukları hınç ve tedirginlik yüzünden, ama, ’ mescîd yokluğu’ yüzünden gibi bir mazerete sığınarak reddediyorlar busığınmacıları..
*
Ama, Türkiye’ye sığınan milyonlarca sığınmacı içinde müslüman olmayan onbinlerce insan da var.. Türkiye’de de öyle bir ayırım yapılsaydı, öyle sudan bahanelerle, ’gayrimuslimlerin / müslüman olmayanların kabul edilemiyeceği’açıklanmış olsaydı, bu duruma herkesten önce, bizzat müslümanlar karşı çıkardık.. Çünkü, mazlum ve mağdura, bize sığınana, kimliğinin, inancının sorulması barbarlıktır. Ama, bizi de utandıracak öyle bir durum sözkonusu olsaydı, o zaman siz görürdünüz modern denilen dünyanın, emperyalist yayın organlarının Türkiye aleyhinde nasıl korkunç bir propaganda başlattığını..
Bu vesileyle şunu da ekleyelim ki, bu – sözde- ’yüksek kültür ve medeniyet’ (!?)in trajik etkileri, onların zulmünden geçen sionist yahudilerde görülüyor. Onlar Avrupalı hristiyanlardan asırlarca zulüm görmüşken, onlardan öğrendikleri zulümleri şimdi, Filistin müslümanlarına uyguluyorlar.. Bu cümleden olarak, 29 Agustos günü haber bültenlerine düşen son bir haber de bu durumu teyid ediyordu.. Filistin’de, Nebi Salih bölgesinde, kendi topraklarını gasb eden ’yahudi yerleşimciler’i protesto eden Filistinlilere sionist İsrail rejimi askerlerinin her zaman olduğu gibi, yine nasıl gaddarca saldırdıkları ve bir gence yaptıkları korkunç zulümleri gösteren bir video görüntüsü vardı.. Bir kolu alçıda olan Filistinli çocuk, iki kaya arasına sıkıştırılmış, öteki kolu da kıvrılarak eziyet ediliyordu..
Buna karşı herhangi bir itiraz yükselmedi, emperyalist dünyanın liderlerinden.. Dahası, sionist İsrail rejiminin Kültür Bakanı olan Miri Regev isimli kadın, görüntüleri izledikten sonra, ’Facebook’dan yaptığı açıklamada o çocuğa silah kullanılması gerektiğini de savunarak şöyle demiş: ’Bu sabah bir İsrail askerine yapılan saldırının görüntülerini izleyince şaşkına döndüm. Askerlerimizin göreve silahsız şekilde gönderilmesi akıl almaz bir şey, bir rezalet! İsrail vatandaşlarına ve askerlerine zarar vermeye çalışan kim varsa bilmelidir ki, vatandaşlarımızın kanı yerde kalmayacaktır. Saldırıya uğrayan bir askerin anında karşılık verebileceği bir yasa çıkarılmalıdır. Savunma Bakanı’na bu aşağılanmaya bir son vermesi ve ateş açma konusundaki usûlleri derhal değiştirmesi çağrısında bulunuyorum!’
Evet, böyleyken, o çok ’yüksek’(!?) ’kültür ve medeniyet’in liderlerinden, silahsız olarak protestoda bulunan bu Filistinli çocuklara ne yapılması gerektiğini açıkça ve alçakça ortaya koyan ve o protestoculara silahla karşılık verilmesini isteyen bu resmî çağrıya, o dünyanın liderlerinden herhangi biritiraz yükseldi mi?
*
YA, MÜSLÜMAN COĞRAFYALARINDA ZENGİNLİK İÇİNDE YÜZEN ZALİMLER?
Gönül isterdi ki, Çek ve Slovakya hükûmetlerince ortaya konulan bu barbarca düşünce ve tavırları Almanya, Hollanda, Fransa ve Avusturya gibi ülkelerde direkt veya dolaylı olarak dile getiren bazı siyasetçileri yüksek ve ortak insanî değerlerle kınayacak, ayıplayacak, tepkilerini dile getirecek kimseler olsundu..
Ama, ne gezer.. Tersine, Alman şasöylesi Angela Merkel, ’Bu sığınmacıları Türkiye’de tutalım.. Türkiye’ye para verelim, orada kalsınlar..’ diyor, yüksek perdeden.. Tam da ’müstemlekeci yüksek medeniyet’in bir egemeni sıfatıyla, birmüstemleke genel valisi edâsıyla başka ülkelere roller ve vazifeler yüklemeye kalkışarak..
İnsasın içini karartan bir acaiblikte bu Garb/ Batı medeniyeti ve onun ’yüksek’ (!) kültürü..
Tabiatiyle, bu arada, bazı müslüman coğrafyalarında, hele de petrol zengini olup, yüzmilyarlarca dolarlarını ne yapacaklarını bile bilemiyen melik, sultan, padişah, kral reisicumhur, lider vs. diye anılan bazı kişilerin ve onların yönettiği ülkelerin, dünyada yaşanan bu sığınmacı dramını gidermek ve onların durumlarını insanîleştirmek için bir harcamada bulunmayı aklından bile geçirmeyip; o yüzmilyarlarını, o sözde ’yüksek kültür ve medeniyet’in daha da azgınlaşması için, onların ölüm / silah tâcirlerinden aldıkları silahlara veren zavallılıklarını, ruhî sefaletlerini de görmeliyiz..
*
Selahaddin E. Çakırgil (secakgirgil@yahoo.com)
dirilişpostası