Çocukluğumda seyrettiğim siyah-beyaz filmlerde imam ya da hoca tiplemeleri karikatürize edilmiş kirli kara bir görünüş, aksanı da kendisi gibi abartılı, her an öfke nöbetine tutulmaya hazır, bol salyalı bir mahluktu. Yakınçağ Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren yönetilen bu algı operasyonunun asıl sebebi Cumhuriyet’in ilk yıllarında muhalefet etmesi beklenen ve muhalefet eden bir kesimi bastırmaktı. Bu yıllarda hem muhalefeti temsil eden hem de muhtemel bir muhalefet hareketini oluşturabileceği öngörülen Bediüzzaman Said Nursi, Şeyh Said, Atıf Hoca, Abdülhakim Arvası, Şeyh Esat Erbili gibi yüzlerce zevatın hitab ettikleri insan sayısının fazlalığı, modernizasyonla gelen değişimlerin yerleştirilmesini olumsuz etkileyeceğinden “Etkisiz” hale getirilmişlerdi. Bu kanlı ve eziyet verici “Etkisizleştirme” operasyonu sırasında Cumhuriyet’in prestij kaybetmemesi için ideolojik romanlarımız devreye sokulmalıydı.
Bir derginin, “Ahirete inanır mısınız?” sorusuna, “Dünyaya gözlerinizi kapar kapamaz sevdiğimiz şeyleri orada bulacağımızı ümit etmek çok güzel bir şeydir. Fakat ben bu saadeti çoktan kaybettim” cevabını veren ünlü romancımız CHP’li vekil Reşat Nuri Güntekin gibi “ate” öldüğünü ilan etmiş “kıymetli yazarların” “kıymetli eserleri” önce gazetelerde tefrika halinde yayınlanmıştı. Tabii bu eserler ön sayfadaki son derece rahatsızlık verici hoca karikatürleri ve “İmam, köpeği ısırdı” türünden haberleri ile de desteklenmişti. Daha sonra okullarda “Her Türk Gencinin Okuması Gereken Temel eserler” haline getirilmişti bunların bir çoğu. Gerçek ilim sahibi hiç bir Müslüman’ın asla kabul etmeyeceği ne kadar kötülük varsa daha sonra filmleri de çekilerek genç beyinlere iyice kazındı. Hurafelerle, tabularla, dinin köşesinden bucağından geçmeyen ritüellerle süslenmiş bir din üretildi. Medyaya aktarıldı. İçinde neler yoktu ki, hacılar, hocalar, çarşaflılar, sarıklılar, cüppeliler, şalvarlılar, peçeliler. Bu tiplemeler kültürümüzün ayrılmaz bir parçası haline getirildi. Hocalarımızı temizlikten uzak, yalancı, üfürükçü, düşmanla işbirliği yapan kendi milleti aleyhine casusluk yapmaktan çekinmeyen mahluklar gibi göstermişlerdi.
Gelinen noktada bu milletin “Kahir Ekseriyeti”nin sinesinden İslam’a olan muhabbet ve ona hizmet eden din adamlarının sevgisi hamdolsun silinmemiştir. Reşat Nuri’ler, Yakup Kadri’ler ve daha pek çok ideolojik yazar dine ve dindarlara attıkları iftiralarla kaldılar. Devletin ideolojik aygıtı ekseninde üzerlerine düşeni yaptılar. Şaşırmadık. Olması gereken, onlardan beklenen buydu zira. Öte yandan, din adamlarına düşen en büyük görev bu milletin dinimize ve dolayısıyla kendilerine olan saygıyı daha da yukarılara taşımaktır. Bugünün Türkiyesinde edebiyatçılarımıza ve sinemacılarımıza düşen en büyük görev de yine bu noktada şekilleniyor. Görselliğin ön plana çıktığı bu devirde daha önemli projelere imza atmak bir zorunluluk bugün. Teknik konularda yoğunlaşmaya çalışırken bu konuları biraz es mi geçiyoruz, ne dersiniz?
yeniakit