Derin Gerçekler
Bu %20, neyi %20’si derseniz. Edille-i Şeriyenin delillerinden bir de Kitap sünnet, icmai ümmeden sonra tarih ya !? (Haşa sümme haşa). Osmanlı bir şey yapmışsa meşru mu oluyor. İmam-ı Azamı şehid eden. Halife değil mi idi? Gavur Padişah kimdi, ya da Mason Şeyhülislam.. Tevbe estağfurullah.
Hatta bugün bizi o da kesmiyor, o günkü işlemleri te’vilden öte tahrif ederek, kendimize bu işlerden pay çıkartıyoruz.
Allah bizi bir konuda uyarıyorsa, dikkatli olmamız gerek. Ne buyurdu Allah. (cc): “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın”. Şeytan sarık da sarar, sakal da bırakır, başörtüsü de takar. İnsin Şeytanları da aynen öyle yapar.
Hz. Ömer zamanında, zekat/vergi toplama işi bir bakıma bir takım grublara ihale ediliyordu. Bunlar bölgedeki vergi memurları ile gidiyorlar, Maden, tarım, hayvanlık, zanaatkarlar, ticaret erbabına vergi tahakkuk ettiriyorlar. Duruma göre, 5 at, 10 eşek, şu kadar tuz, şu kadar kömür, şu kadar buğday ve arpa, şu kadar altın-gümüş, neyse onları alıp toplama merkezlerine taşıyorlar. Mesela biri Urfa’dan kervanla yola çıkıyor, Mardin, Hakkari’yi, Diyarbakır’ı dolaşıp, toplanan zekat ve vergileri, orada ihtiyaç varsa onlara verip, diğerlerini toplama merkezlerine, nakit, yükte hafif, değerde ağır olanları ise İstanbul’a gönderiyorlar..
Bu işi yapanlara Müstelzim deniyor. Her şey titizlikle kaydediliyor.
Mesela, 1858 “Arazi Kanunnamesi”nde 5 çeşit arazi söz konusudur. Bu araziler “Mülk arazi”, “Devlet arazisi”, “Vakıf arazisi”, “Metruk arazi” ve “Ölü arazi” olarak tanımlanır. Mesela Osmanlıda genel olarak “Toprak Mülkiyeti” yoktur. “İntifa hakkı” yani yararlanma hakkı vardır. Toprak üzerinde yaptığınız, ağaç dikme, ekip-biçme, kuyu açma, ev yapma gibi her türlü değişiklik size aittir.
Rusum-u şeriyye Tekalüfi örfiyye’de bir sürü kavram ve kurum var. 3 çeşit Mukataa var mesela. Devlete ait bir arazi veya gelir kaynağının bir bedel karşılığı kiraya verilmesi veya geçici olarak devredilmesi işlemine Mukataa deniyor.
“Kitabul Ammal, Kitabul Harac” diye önemli eserler vardır bu konuda, bizim maliyecilerin, bankacıları, Tapu çalışanlarının çoğunun bunların adını bile duyduklarını sanmıyorum. “Neoİslamcı”lar böyle.
Zekât, Cizye, Fey‘, Haraç dışında mesela, Nas’la belirlenenler dışındaki örfi ya da yeni ihdas edilen vergiler için, İçtihad sahibi mezheplere göre mesela Meks, Darîbe, Vazîfe, Naibe, Külef Sultâniyye, Tekâlîf, Resm/Rüsûm, Avârız, Bâc , Uşûr/Öşür, Geçmişte öşür için “Darîbetü’l-öşr”, haraç için “Harîbetü’l-harâc”, Memlükler’de “Resmü’l-ganem, Resmü’l-câmûs, Rüsûmü’l-vilâyet” gibi isimlendirmelerle vergi tarh edilmiştir. Mesela yakın geçmişe kadar DAMGA PULU, HARÇ PULU, RUSUM adı altında Maktu vergiler alınmıştır.
Şimdi, toplanan verginin %20’sinin siyaset ve bürokrasinin, yani idarenin örtülü ödenek gibi, icabında kendi şahsi tasarrufu gibi algılanması mümkün değildir.
Yukarıda izah ettiğim gibi, verginin toplanması için gidiş ve dönüşler oldukça meşakketli bir iştir. Vergilendirmede adalet, dürüstlük yanında, vergi tahsilinde güvenlik, ayni vergilerin naklinde ciddi güvenlik sorunları vardır. Onun için bu maliyet %20’den fazla ise, vergi mükelleflerinden tahsil edilecek miktar onlara yedi emin olarak bırakılmış ya da çevredeki ihtiyaç sahiplerine aktarılmış olur. Yoksa Ankara’dan yola çıkan Müstelzimler, Haymana’dan tahsil ettikleri vergilerin Ankara’ya nakil için alacakları bedel %3 bile etmeyecektir.
Mesela Cizye Hz. Peygamber zamanında ya doğrudan mükelleflerden veya gayri müslim kabile reisleri yahut da ileri gelenlerinin aracılığıyla toplanırdı. Hz. Ömer döneminde Beytül Mal konusunda yeni ve kapsamlı düzenlemeler yapıldı. Toplanan vergiler, adil şekilde herkesin menfaatine uygun bir şekilde kullanıldı. Kervan yollarının güvenliği sağlandı, su için kuyular açıldı, konaklama bölgeleri oluşturuldu, gıda ihtiyaçlarını karşılamak için yol güzergahında ikram çadırlarında yolcuların ihtiyaçları ve doyurulmalarının yanında sağlık sorunları ile ilgilenildi. Hz. Ömer döneminde, Basra, Şam, Mekke ve Yemene kadar bütün kervan yollarında bu hizmetler karşılanmaya başlanmıştı. Toplanan vergiler, bu maksatla toplanıyordu ve toplanan her vergini mahiyeti ve miktarına göre, harcanacağı yerler ayrıca belli idi. Zekat, sadaka, fitre, vakıf için, İcar, haraç, cizye olanlar, ayrı ayrı belirlenirdi. Bugün birilerinin özel ya da resmi topladıkları ya da kendi kontrollerindeki kamu mülkü üzerindeki keyfi tasarrufları, bu şekli ile asla kabul edilemez ve şer’i bir mahiyeti de yoktur.
Bakın, afete uğramış, ya da hastalık olmuş, kıtlık olmuşsa, bırakın onlardan vergi almayı, toplanan vergilerden onların ihtiyaçları karşılanmıştır, adil yöneticileri zamanında. Yoksa tabi “Selam verdim rüşvet değildur deyu almadılar” diye şikayete konu olan dönemler de olmuştur. Açın bakın “Su Kasidesi”nin yazarı Fuzuli’nin “Şikayetname”sine. Dönem Kanuni dönemidir. “Bir hırsız bir bağdan bir bostan çalarmış, rüşvet alan biri ise, bir bostan karşılığı bir bağı satar”mış. Vay o, yetim malı hükmündeki kamu malının çalanların haline ki, onların namazları, duaları da da kabul edilmeyecektir.
Aslında Müstelzimlerle birlikte hareket eden başka unsurlarda vardı ve bu vergi toplama işi ile birlikte hem istihbarat toplanıyor, hem şikayetler merkeze aktarılıyordu. Toprak terki ya da gaspı önlenirdi. Koruyucu bir askeri birlik olarak Müstelzimler Sipahilerle birlikte hareket ederdi. 3 yıl üst üste boş bırakılan araziler kullanıcısından alınıp taliplisine verilirdi. Solcuların “Toprak işleyenin su kullananın” sözü buradan gelir aslında. Zilliyet’lik de buradan gelir. Tarım ve hayvancılıkta azalma artma incelenin ve değerlendirmeye tabi tutulurdu. Askerlik çağı gelenlerin tespiti, asayiş sorunları ve gerekli tedbirlerin alınması, Kolcu’luk sistemi kurulması da buna dahildi. Tarım arazilerine ulaşmada yol, köprü, su yolları açılması gibi bayındırlık hizmetleri de eş zamanlı değerlendirmeye tabi konulardı.
Şimdi bu modelden yola çıkıp, cami derneği için toplanan paranın %20sini toplayıcıların meşru hakkı gibi görmekte, siyaset ve bürokrasi erbabının imza attığı işler konusunda kendine böyle bir pay alma hakkı görmesi asla meşru kabul edilemez. Hani bu zatı muhteremlerin aldıkları bu para içlerine sinmiş olmamalı ya da işte biz bu parayı cami, yurt, Kur’an kursu yapmak için ya da devletin resmileştiremediği bir takım harcamaları için fon olarak ayırıyoruz, ya da ötekiler çok yedi biz de kendi payımıza düşeni alıyoruz, Vakıf, dernek, parti için dava için bir kaynak bulmamız gerek mantığı ile bu işlere tevessül ediyorlarsa, bilsinler de, bunlar dini, ahlaki, hukuki açıdan meşru işler değildir. Şeytan onları Allah’la aldatmaktadır. İyi niyetli olduklarını söylemeleri de bu anlamda bir değer ifade etmez, çünkü Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir.
Şeytanın bu konularda herekse söyleyecek bir yalanı var, kimi cami, kimi Cem evi der, kimi ideolojisi, kimi mezhebini, kimi tarikatını , kimi partisini bahane edecektir. Kimi fetvasını almakla haramı helal edeceğini zanneder. Kimi büst yapacaktır, kimi kültür ocağı, kimi yoksulları giydirecektir. Hemen belirtelim ki “kem alat ile kemalat olmaz”. Haram para ile hayır yapılmaz.
Selam ve dua ile.