Yüzeysel bir Clinton okuması

Merve Kavakçı

Evet, tarihin yazılısına tanıklık ediyoruz. Bilmem iyi bir tarih mi yoksa her şeyin kartopu etkisi gibi büyüyerek aşağıya doğru kötüleştiği bir tarih mi olacak…bilemeyiz ama tarihi anlar, dönemler yaşadığımız doğru. Amerikan seçimlerini Trump’ın kazanmış olması durumu çoğumuz için henüz kabul edilebilir bir zihin netliği kazanmadı. Sanki rüya, kötü bir rüya, tam bir kâbus.. Ama gerçek olan bir kâbus. O zaman felaket demek daha doğru. Bundan yaklaşık bir veya bir buçuk sene önce yaptığım bir televizyon programında Hillary’in kazanamama ihtimalinden söz ederken “kadın” faktörünü gündeme getirmiş, sunucunun şaşkın bakışları arasında açıklamıştım; “ABD’liler bir kadına kolay kolay başkanlığı teslim etmezler.” Evanjelist kimlikleri buna müsaade etmeyebilir demiştim, bu kanaatimi de öğrencilerimle yapmış olduğum konuşmalara ve kişisel gözlemlerime dayandırmıştım. Hillary Clinton’ın seçimi kaybetmesinde bu ne kadar rol oynadı kestirmek zor, ama bilinen bir şey var ki o da Clinton’ı sevmeyenlerin Trump’ı sevmeyenlerden çok daha fazla olduğu gerçeği. Evet bütün kampanyalar sevenler ve sevmeyenler üzerinden yürütüldü bu seçimlerde. Hillary’ye bakıp, ondan nefret edenler onun kendi cismi ötesinde bir şeyler görerek bu nefreti pekiştirdiler. Keza Trump için de.

FBI ile başını derde sokan Libya temalı iletişim fiyaskosu Clinton’ın başını en çok ağrıtan mesele oldu. Ama bence bundan daha da önemli bir faktör vardı bu mağlubiyetin arkasında. O da Hillary’nin tabiri caizse yanlış zamanda yanlış yerde olması sorunu. Kasteddiğim şu: Bu kadın başkan olan kocasının bütün ahlaksızlıklarına rağmen sabretti, kendisini bütün dünyaya rezil eden eşi ile mutlu bir aile resmi vermeye devam etti, çünkü ileride kendi de siyasete girmek arzusundaydı. Nitekim bu gerçekleşti, önce amatör bir senatör olarak kendini ispat etti. Zaten eski first lady olarak hukukçu kimliği ile Beyaz Saray’da etkin bir yeri de vardı. İkisi birleşince başkanlık yolu Hillary’ye açılmayacaktı da kime açılacaktı…

Ama bir baktı karşısında siyahi bir adam. Hem de kendisinden çok daha genç, hiç de tanınmamış, ama onun gibi entelektüel, iyi eğitimli ve hukukçu. Obama’nın yıldızı parlarken Hillary’ninki çoktan sönmeye yüztutmuştu bile. Obama rüzgarı sadece Amerika’yı değil bu sefer bütün dünyayı kasıp kavurdu. Başkan Obama’ydı. Hillary akıllılık etti, gurur kibir yapmadı, gözden ırak olan gönülden de ırak olur korkusu içinde dışişleri bakanlığına yerleşiverdi. Çünkü gözü başkanlıktaydı. Sağlık problemleriydi, Irak’tı, Libya’ydı hepsine sabredecekti. Sabredecek ve başaracaktı…

Nitekim zamanı gelmişti, iki dönemlik Obama başkanlığından sonra ufukta güneş parlamıştı, ama o da ne! bu sefer de karşısında Trump gibi “tuhaf” bir adam vardı. Atıyor tutuyor, kesiyor, ağzına geleni söylüyordu. Kim Trump’a şans verirdi ki…haklıydı Hillary Clinton, mantık, izan, aklıselim sahibi kimse hiçbir şartta Trump’a geçit vermezdi, ama koskocaman bir AMA vardı takip eden. Ama ne yazık ki iki dönemlik bir Demokrat parti iktidarı hiçbir şey olmasa halka yeni bir kan değişimi ihtiyacını hissettirdi. Bir dört sene değil, iki dört sene yani tam iki dönem boyunca Demokrat etiketi ile yönetilen bir Beyaz Saray vardı. Ve halk artık değişim istiyordu. Bütün anti-Amerikan değer yargılarına rağmen, bütün politik doğruluktan uzaklığına rağmen Trump diyordu. Yeni soru şu: bir dört sene daha bekleyip, son gülen iyi güler diyecek mi Clinton? 

yeniakit