Zenci Ama Özgür Hacer (Bir kızın günlüğünden...)

(...) Bu asrın kızlarının mezar taşı asla olmayacak! Çünkü hiçbir kız diri diri gömüldüğünün farkında değildir. Çünkü katilin adı ya özgürlük ya da eşitlik...

Abdullah Mesud'un  kaleminden...

… Tarih diri diri gömülen kızlara, yerlerinin kaybolmaması için, sayfalarını mezar taşı yapmıştır. Ama bu asrın kızlarının mezar taşı asla olmayacak! Çünkü hiçbir kız diri diri gömüldüğünün farkında değildir. Çünkü katilin adı ya özgürlük ya da eşitlik olmuştur. Kızlar tıpkı, tuzlu suya atlayan göl balıkları gibidir. Sahildekiler de, tuzlu suyun derinliklerine batmış göl balıklarının, özgürlüğün tadını çıkarmak için bir süreliğine gözden kaybolduğunu sanırlar. Ve gidenler döndüklerinde deniz kızı olamayacaklarının da farkında değildir.

                 Zenci Ama Özgür Hacer

Merhaba sevgili günlüğüm diye başlamayacağım bugün! Güya içindeki duyguları aktaramayan insanlar günlük tutarlarmış. Hoş, sanki aktarsam ne oluyor ki? Geride, karalanmış bir sürü sayfa acı tatlı hatıralar. Gelecekte kim bilir daha ne tatlı ve ne acı hatıralar sırasını beklemekte...

Rahmetli dedem hep söylerdi; “Kızım kaderde ne varsa o olur” gerçekten böyle midir acaba, yoksa insanların başlarına gelenleri savuşturmak için uydurdukları bir savunma mekanizması mı? yoksa tembelliklerine biçtikleri bir kılıf mı?
 

Sevgili günlüğüm, biliyorum sen bu sorulara cevap verecek durumda değilsin. Ama biliyorum ki kader diye bir gerçek var ve bu kader kavramını kullanan ayrı ayrı insanlar var.
 

Kimisi tembelliğine, kimisi acizliğine birer kılıf olarak kullanıyor. Kimisi de dedem gibi elinden geleni yaptığı halde geldiği noktada nasibimiz buymuş diyerek şükrediyordu. En doğru yön bu olsa gerek!
 

Üff be!... Sıkıldım yine nereden girdim bu acayip konuya? Sanki hacıya mı gideceğim ne? Ne alakam var benim böyle acayip konularla?
 

Daha yaşım kaç? Gencim, güzelim hayatın tadını çıkarmam gerekiyor. Hayat çabucak geçiyor. Daha dün ilkokula yeni başlamıştım, bak bugün üniversiteye hazırlanıyorum. Hayat böylesine akıp giderken benim gençliğimin güzelliğimin kıymetini bilmem lazım. Bak geçen sene en sevdiğim arkadaşım Necla"yı kaybettim, sarhoş bir sürücünün hatası yüzünden. Necla benden daha güzeldi. Öldü gitti kızcağız. Ah Necla seni ne kadar özledim bilemezsin. Onun kaderi kısaymış ya benim ki ne kadar acaba, ya bana da böyle bir şey rastlarsa ya bende ölür gidersem, öff be!... Saçmalıyorum galiba niye ölecekmişim? Daha çok gencim, annemin yaşına kadar yaşasam yeter. Daha en az kırk yıl yaşamaya vaktim var. Ama Necla"da bir keresinde böyle demişti, onu korkutmak için terasta ölüm muhabbeti açtığımızda... Aman bee ne diyorum ben nereden geldi bu aptal konu aklıma, ne yani şimdi ne zaman öleceğim belli değil diye, rahibe gibi manastıra mı gireyim? Çok komik görünürdüm doğrusu... Buna en çok rahmetli dedem sevinirdi herhalde, en çok kim üzülürdü acaba? Herhalde okulda sokakta peşimde koşturan erkek arkadaşlarım üzülürdü... Aptal erkekler niye üzülürsünüz ki sanki size ne benim rahibe gibi kapanmamdan?
 

Heyy Hacer! Ne oluyor sana böyle dindarlar gibi düşünmeye mi başlıyorsun yoksa? Yok be kızım şurada kendi kendime günlüğümle dertleşiyoruz işte. Dur biraz makara yapalım. Hem ben niye rahibe gibi örtüneyim ki, ben Hıristiyan mıyım? Hıristiyanlar öyle örtünür. Benim dedemle ananem hacıya gitti geldi. Biz aydın, dindar bir aileyiz öyle yobazlıklar bizim ailemizde geçmez.
 

Ama kafama şu takıldı, benim rahibe gibi örtünmeme en çok peşimden koşan erkekler üzülür meselesi yani! Hele şu Erkan denen aptal herhalde arkamdan küfreder. Geçenlerde bir gazeteye bakıp kuduruyordu “ulan şu yobazlardan tiksiniyorum arkadaş” diyordu. Şimdi gerçekten merak ettim doğrusu beni kapalı görse, bendende tiksinir mi acaba? Niye tiksinsin ki kapanınca kamburum mu çıkacak, ya da etrafa pis kokular mı yayacağım, yoo! Dedem öldüğünde ananem namaz örtüsünü bana örtmüştü, hani hiçte fena olmamıştı. Peki neden tiksinsin ki benden, tiksinmesini istemiyorum fena çocukta değil hani! Acaba bende ya da örtünen kadınlarda ne gibi değişiklikler oluyor ki? Ben örtünmesem de kalbim temiz. Hem örtünmeyi de bilmiyorum. Dedem bana amentüyü de öğretmişti. Fatiha suresiyle Kevser"i de biliyorum, daha gencim ileride yaşlanınca örtünürüz be! Peki ya Necla gibi bende gencecik ölür gidersem... Yine aptal aptal düşünüyorum işte. Aptalı maptalı yok kızım, kaderde ölmek yok mu sanki, gerçekçi ol sen de biliyorsun ki bu bir gerçek ve bu gerçeğin ne zaman geleceği belli değil. Aman bee!... Yarın ölecekmiş gibi sabaha kadar namaz mı kılayım yani? Yalnız şu konuda hemfikirim, örtünmemden erkekler memnun olmazlar. Acaba neden? Bu soruyu çözmem lazım. Galiba şu tarikatçı babası olan kız biraz doğru söylüyor gibi, kadınlar kullanılıyor sanki, hani diyordu ya: “Televizyon reklamlarında hep kadın metaı öne çıkıyor. Araba lastiği konulu reklamda minili kadın, tıraş köpüğü reklamında şortlu kadın, şampuan reklamında bile yarı çıplak genç kadınlar saçlarını yıkıyorlar, sanki toplumda başka insan yok. Ya da ihtiyar kadınlar hep kel, veya erkekler hep kel(!) doğru be kardeşim ihtiyar kadınlar senede bir gün anneler gününde hatırlanır. Kadını genç ve güzelken kullan, minileri giydir ve sokakta, okulda aç gözlere yem yap. Sonra ihtiyarlat hatta eşitlik sevdasıyla akşama kadar iş yerinde çalıştır. Sonrada sabaha kadar evde çocuk bak, iş yerinde patronun hizmetine bak, akşam da evde kocanın hizmetine bak...
 

Ne o kız Hacer feminist mi olacaksın ne? Dur be kızım açılmışken döktürelim biraz nasıl olsa biz bizeyiz, hakikaten kız, kadınlar biraz fazla yıpranıyor gibi. Şu, babası tarikatçı olan kızın evine gidip evlerindeki şu garip dini kitaplara bakacağım, bir de şu hep ilgiyle takip ettiğim Çağdaş Kadınlar Derneği"ne gideceğim, sana bilgilerimi aktarırım sevgili ruhsuz ama beni anladığına inandığım günlüğüm...
 

* * *
 

Evet günlükçük bir gündür sana merhaba diyemedim. Biliyorum adetim değil, yaklaşık on yıldır hiç ara vermeden sana günümü aktardım. Hatta hatırlarsan bademcik ameliyatında bile sana bir satırda olsa “boğazım çok ağrıyor” diye yazabilmiştim. Lütfen beni affet, iki gündür kafam o kadar karışık ki çıldırmak üzereyim.
 

Ama sıkı dur sana neler anlatacağım neler. Ne kadar aptal olduğumuzu sende anlayacaksın. Bir gündür ayaklarıma kara sular indi. Oradan oraya git dur. Görende beni okul bitirme tezi hazırlıyor zannedecek. Neyse sana olanları anlatayım da sende benim gibi apışıp kal.
 

Önceki gün Çağdaş Kadınlar Derneği"ne gittim. İki dolmuş bir otobüs değiştirerek gittim, sıcaktan suyum çıktı, oysa üzerime incecik şeyler giyinmiştim. Hatta aklıma gelmedi değil, şu bizim rahibe gibi örtünenler, acaba nasıl duruyor bu sıcakta diye. Neyse ben konuya gireyim. Bastım derneğin kapı ziline karşıma çok hanım hanımcık bir bayan çıktı. Meğer oranın sekreteriymiş. Çok sıcak karşıladılar beni, birazdan Dernek Başkanı Didem Hanım geldi. Cidden çok hoş bir bayan, çok nazik ve kibar bir hanım. “Buyurun küçük hanım” dedi bana, bu arada sıcaktan mahvolduğumu hissetmiş olacak ki sekreter hanımdan iki buzlu kola istedi. Bende soruları peş peşe sormaya başladım... Kadıncağız beni sabırla dinledi sağ olsun, zaten emekli öğretmenmiş, çok aydın ve kültürlü bir kadın. Önce derneklerinin faaliyetlerini sordum, amaçlarının ne olduğunu sordum. O da bana bir anlattı. Meğer kadınlar ne kötü durumdaymış da bizim haberimiz yokmuş. Neler neler, dövülen kadınlar, sokağa atılan kadınlar, satılan kadınlar, terk edilen ihtiyar kadınlar falan filan, öyle ki, bazen ağlamamak için kendimi zor tuttum.
 

Sonra asıl meselelere geldik. Amaçlarının Türk kadınını çağdaş bir seviyeye ulaştırmak olduğunu anlattı. Bilgilendirmek için elime bir dizi konferans notları verdi. Saatlerce konuştuk. Benim için bir randevusunu iptal etti kadıncağız. Sana asıl konuyla ilgili diyalogumuzu anlatacağım, hatta Didem Hanımın bazı sorularımla kırıldığını fark ettim. Ayrılırken de defalarca özür diledim. Şu reklamlarda kadın konusunu sordum bir ara, neden kadın kullanılıyor böyle diye, kendilerinin de bu konuya hassas yaklaştıklarını ancak çağdaş yaşamda kadının ekonomik bağımsızlığını kazanmak ve erkek tahakkümünden kurtulmak için çalışmak zorunda olduğunu anlattı. Sonra ben;
 

― Ama bu kadının ekonomik bağımsızlık adına, yani kadınlık kimliğini özgürlüğe ulaştırmak için çaba sarf ederken, kadının cinsellik kimliğiyle sahneye çıkıp sadece bir şehevi et parçası olarak ortada gezinmesi değil mi? böylelikle bir yanda bağımsız hür bir kadın diğer yanda reklam aracı olarak kullanılan bir kadın doğurmuyor mu ortaya?
 

Didem Hanım:

― Evet hayatım söylediklerinde doğru paylar var ama çağdaş yaşamda kadınlara peçe giydiremezsin ki, hem bunlar sadece reklam filmi, reklam senaristi senaryoya ne yazıyorsa o oynanır.
 

― Ama ne hikmetse senaristler hep cinsellik üzerine bir şeyler buluyor sanki, ayrıca burada erkekler de kullanılıyor. Kadının cinsel yönü ortada iken erkeklerin de şehevi yönleri kullanılarak reklam filmlerinden en üst düzeyde fayda sağlanıyor, dedim.
 

Didem Hanım:
 

― Doğru aslında, insan unsurunun zaafları hep kullanılıyor. Kapitalist yapının getirileri ve götürüleri hep olmuştur.

― Ama bu seferde şu ortaya çıkıyor; insan merkezli olmayan madde merkezli bir işleyiş görüyoruz... Hatta bu sistemde kadınlar günü, sevgililer günü, anneler günü bile mal satmak için kullanılıyor. Oysa kadın her gün kadındır.
 

Didem Hanım:

― Bence bunlar çok detay düşünceler, kadın bizim ülkemizde horlanıyor. Ataerkil bir aile sistemi içerisinde kadın eziliyor. Biz bunun mücadelesini veriyoruz. Kadın ezilmemeli, kendi ayakları üzerinde durabilmeli.
 

― Bence bu sadece bizim ülkemizin kadınlarının sorunu değil, dünya kadınlarının sorunu. Geçenlerde bir gazete kupüründe okumuştum: Avrupa ve Amerika ülkelerinde milyonlarca kadın kocalar tarafından dövülüyor horlanıyor.

Didem Hanım:
 

― Her ülkenin kendine göre yasaları var, bizim uğraşlarımızın bir yönü de bu. Kendi ülkemizdeki medeni kanunun iyileştirilmesi için sürekli mecliste görüşüyor, biraz yol kat ettik de, ama istenilen seviyeye gelemedik.
 

― Aslında bizim özendiğimiz Avrupa ülkelerinde kadın hakları bizden iyi ama ben onları da yeterli bulmuyorum. En azından, zirve seviyeye ulaşmasa bile Avrupa ülkelerinde kadınların satılması ya da horlanması bitecek gibi görünmüyor. Çünkü bu mesele vicdani bir olgu gibi geliyor bana.
 

Didem Hanım:
 

― Doğru tabi, insanların birbirine karşılıklı saygı ve sevgiyi öğrenmesi lazım, kadınların bilinçlenmesi gerekiyor. Bir kadın, ailesi içerisinde ve çevresinde yeterli oranda etkili olmalı. Kadınsız bir dünyanın olamayacağının farkında olmalı. Kendi ağırlığını ve sosyal etkisini bilmeli. Kadın tarlada çalışan bir köle ya da çocuk büyüten bir dadı olmamalı, veyahut çamaşır yıkayıcısı olmamalı. Bir hizmetçi gibi olmamalı, ilkel çağların kadını olmamalı, toplumda kendisine hanımefendi diye hitap edilmeli. Bir köle olmaktansa reklam filmlerinde oynayan bir sanatçı, kıyafeti ne olursa olsun şarkı okuyan ya da ne bileyim bir kuğu gölü balesinde dans eden zarif bir sanatçı olmalı.
 

Sustum ayol! Doğru söylüyor Didem Hanım, hizmetçi olacağına sanatçı ol be kızım! Ben kendi kendime kadın çağdaş bir seviyeye ulaşmalı, sürünmekten, hizmetçi olarak kullanılmaktan kurtulmalı dedim.
 

“Didem Hanım, teşekkür ederim, vaktinizi aldım. Görüşmek üzere” diye ayrıldım.
 

Ondan sonra uzun bir toplu taşıma yolculuğu ile eve kendimi zor attım... Kafamdaki karışık düşüncelerle uyuya kalmışım, o yorgunlukla. İşte bunun için sana merhaba diyemedim. Beni şimdi affetmişsindir herhalde. Bugün akşama kadar hep bu konuyu düşündüm. Kadının yeri ne olmalı, Anadolu törelerine göre namuslu bir tarla işçisi mi, yoksa namussuz bağımsız mı, ya da itilip kakılan, okutulmayan, öğretilmeyen, sırtından sopası karnından sıpası eksik olmayan bir kadın mı, çağdaş düşünceye göre kültürlü, zarif, ekonomik bağımsızlığını elde etmiş, namus kavramını ilkel felsefelerle çözmeyip, çağdaş düşüncelerle namusun aslında kişinin düşüncelerinde olduğuna inanmış, kendi ayakları üzerinde duran bir kadın mı olduğunu bir türlü çözemiyorum. Bir de şu tarikatçı babanın kızı olan Ayşelere gideyim, onların evinde çokça kitap olduğunu biliyorum. Şimdi yatmam gerekiyor, yarın Ayşelere gittiğimde sana olanları anlatırım. Hoşça kal günlüğüm Bayyy...

* * *
 

Merhaba sevgili günlük, itiraf etmeliyim sana, seni hiç bu kadar özlememiştim. Seninle buluşma saati hiç bu kadar önemli olmamıştı. Her neyse buluştuk işte, konuya girelim.

Bugün o bahsettiğim Ayşelerin evindeydim. İnanmayacaksın ama gittiğime hem sevindim hem de pişman oldum. Kafam iyice karıştı, sanki dünyada iki ayrı kadın tipi var. Neyse canım bunları daha sonra yazayım da kafan iyice karışmasın. Olayı baştan anlatayım:
 

Şu bizim Ayşelerin evi az ilerideki mahallede, sabah erkenden evlerine gittim, saat dokuz gibi kapılarını çaldım. Karşıma Ayşe"nin annesi çıktı.
 

― Buyur kızım.
 

― Ayşe yok muydu?
 

― Ayşe evde, yukarıya gelsene...

Ayşe yeni kalkmış mahmur gözlerle:

 

― Hoş geldin Hacer, hayırdır sabah sabah
 

 

― Hiiiiçç! Kafamda bazı konular var da, şu babanın kitaplarında aradığım konular var mı diye bakmak istedim, tabii izin verirseniz.
 

― Ne demek canım zaten kitaplıkta durup duruyor. Babam ara sıra karıştırır. Bir de ablam yaz tatillerinde eline alır onları. Benim hiç işim olmaz, annem de hep babamdan fırça yer durur: “Hanım bari günde bir sayfa bir şeyler oku” diye, her neyse konu neydi.
 

― Kadın konusuna takıldım. Kadının yeri ne olmalı, kadın toplumda nasıl, evde nasıl olmalı? Kadın kullanılıyor mu? Hani sen babanın bir lafını söylemiştin ya, şu reklamlarda kadının kullanılması meselesi, oradan yola çıktım.

― İyi ama Hacer ben bu konuları pek bilmem, ama bildiğim kadarıyla bu konu, öyle birkaç kitaba bakmakla çözülecek bir konu değil. Dediğin konu hakkında bir çok kitap var.

― İyi ama Ayşeciğim ben bu konuyu bir günde çözerim kanısındaydım.
 

― Belki ablam yardımcı olur, o bu konularda bilgilidir. Şu anda odasında kitap okuyor.
 

― Ablan Ankara"da okulda değil miydi? Bildiğim kadarıyla, Hukuk Fakültesi son sınıfta okuyordu. Bu mevsimde neden buradaki.
 

― Sonra anlatırım onu, belki kendisi anlatır.
 

İçeriye odaya gitti. Ayşe, ablasına seslendi ve beni tanıştırdı. Geliş sebebini anlattı, ablasının adı Sema, garip bir kız. Benim geliş sebebimi duyunca kızın gözleri parladı. Sanki arayıp da bulamadığı av ayağına gelmişti. Neyse aramızdaki diyalogu anlatayım sana:

― Hoş geldin Hacer.
 

― Hoş bulduk Sema abla.
 

― Evet söyle bakalım derdin nedir?
 

― Sema abla! Dert değil benimkisi, şu kadın meselesi, örtünme meselesi hep kafamı karıştırıyor. Kadının dindeki konumu ne acaba, buraya kadın konusunun bu yönüne bakmaya gelmiştim. Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Din içerisinde kadının yeri ne? Sen de şu anki durum içerisinde kadının kullanıldığını düşünüyor musun?
 

― Evet Hacer, bu konu uzunca konuşulması gereken bir konu ama ben sana dilimin döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Ama sen yinede bu konuyu kitaplardan araştır.

Önce şunu söyleyeyim, kadın olgusu İslam"da önemli bir değerdir. Çünkü Allah bizi bir kadın ve bir erkekten var etti. Dolayısıyla bir erkeğin katkısı ne ise kadının katkısı da aynı oranda hatta daha fazla. Çünkü Peygamberimiz “Cennet annelerin ayağının altındadır” demiştir. Ana hakkının baba hakkına oranla üç kat daha fazla olduğunu söyler. Kadın Kur"an"da önce karşımıza bir eş olarak çıkar. İsa(a.s)"nın annesi Hz. Meryem bize övgülerle anlatılır. Peygamberimizin annesi de, hanımları da kutsal değerlerdir. İslam"da ilk şehit kadın Hz. Sümeyye"dir. Hatta senin adaşın olan Hz. Hacer validemiz övgü ve rahmetle anılır. Tüm insanların annesi hükmündedir. Zenci bir kadındır.
 

― Bir dakika bir dakika Sema abla Hz. Hacer zenci mi yani?
 

― Evet zenci, şaşırdın mı?
 

― Şaşırdım. Zenci bir kadın, dindarların gözünde ulvi birisi.

― Aynen öyle bugün güya medeniyet ülkelerinde beyaz kadın hakları tartışılırken İslam"da zenci bir kadın birçok erkekten daha kutsal ve faziletlidir.

― Peki şimdi neden kadının varlığı dikkate alınmıyor. Bu geçmiş çağlara mı hastı?
 

― Hayır kardeşim, maalesef bunun suçu bizde, biz dinimizi bilmiyoruz. Nasıl bir Allah"a iman ettiğimizi, nasıl bir peygambere iman ettiğimizi bilmiyoruz.
 

― Ne yani Sema abla, Allah"ın ve dinin nasıllığı mı var, Bunlar bir tane değil mi?
 

― Evet, bir tane ama insanlar kafasından başka şeyler uydurup, adını din koymuşlar. Kadın İslam"da önemli bir değerdir. Kadının her alandaki hakları belirtilmiştir. Buna uymakta erkeğin ibadetidir.
 

― Bir dakika Sema abla sen ne dediğinin farkında mısın? Erkek kadının haklarına uyarken ibadet mi etmiş oluyor, ibadet namaz gibi bir şey değil mi?

― İbadet İslam"da Allah ve Resulünün emirlerinin tamamıdır. Kadın haklarını belirleyen Allah olduğu için buna uymak ibadettir.
 

― Ama bu mantık erkekleri kuzu eder.

― Eder tabi ama erkeklerinde hakları var onlarda kadınları kuzu eder.

― Peki şu örtünme meselesi neyin nesi?

― Bak Hacer bu konu ince bir konu. Örtünmek İslam"da her şey değil ama çok şey, yani örtünmek kendi başına yeterli olmuyor. Eğer olsaydı rahibeler cennetlik olurdu. İslam"da örtünme, emirlerden biri sadece. Örtünmek bir bez parçasıyla saçları gizlemek değil.

― Nasıl yani?

― Şöyle ki, örtünme bir utanma duygusudur. Müslüman kadın Allah"ın emri olduğu için, Allah"tan haya ettiği için örtünür ve bu örtüye yakışır bir şekilde hareket eder. Hem örtünüp hem inançsız bir kadının hayatını asla yaşamaz.

― Bu kadının özgürlüğünü kısıtlamıyor mu?
 

― Tam aksine bu kadına daha özgür bir ortam sağlanıyor. En azından kadın kendi bedeninin tek sahibi oluyor. Sadece kendine veya eşine ait oluyor. Kimse ona gözleriyle bile sahip olamıyor. Ayrıca kadının örtüsü dışarıya rahat çıkıp dolaşması içindir. Evin içinde örtünme zorunluluğu yok ki zaten.
 

― Peki bu olmazsa olmaz mı?

― Sana şöyle izah edeyim. Allah"ın bu dünyayı yarattığına inanıyor musun?
 

― Evet inanıyorum.

― O halde bu dünyayı yaratan Allah evreni belli kurallar üzerine inşa etmiştir. Yani güneş doğudan doğar, batıdan batar. Kışlar soğuktur, yazlar sıcak. Hem bu dünyada yaşayıp hem de güneş yazları beni ısıtmasın, kışlar üşütmesin diyebilir misin?

― Hayır başka seçenek yok.

― İşte bunun için, dinde böyle, başka seçenek var olduğu için karşılığında cennet veya cehennem var. Kışın kışlığına, yazın yazlığına aykırı giyinenlere dünya zehir olacağı gibi dinin emirlerine aykırı giyinenlere de ahiret zehir olacaktır. Aslında dünyada zehir oluyor. Ama insanlar bunun farkında değiller.
 

― Öbür dünyayı anladım da bu dünya nasıl zehir oluyor Sema abla?

― Hem de öyle bir zehir oluyor ki insanlar biraz düşünse. Allah"ın emirlerine uygun yaşamayan insan, özellikle de konumuz gereği kadın, öyle olmadık kılıklara giriyor ki, izah etmeye çalışayım:

Bak Hacer, “nasıl bir Allah?” dedik, aslında bu saçma bir soru. Biz eğer bu evreni yaratan Allah"a inanıyorsak, bu yaratıcı bize Kur"an"ı gönderense, biz Kur"an"da örtünülmesini emreden bir Allah"a iman ediyoruz demektir. Allah"ın kainatı var ettiğine inanıp, herhangi bir emrini terk etmek, güneşin doğudan doğmasını kabul edip, güneşe kuzeyden bat demek kadar saçmadır. Ve kişinin hayat şeklini standart ve ölçülerini belirleyen ne ise “Rabbi” odur. Kişi hangi hayatı yaşıyorsa dini odur. Allah"ın emirlerine uymadan özgürce yaşadığını zannedenler her yıl modacıların tavsiyelerine veya öngörülerine uyarak bir nevi onların tutsağı oluyorlar. Ve bu öyle bir tutsaklık ki, her mevsim değişen talimatlar zinciriyle dolu ya da çevresindeki insanların yönlendirmeleriyle kıyafetlerini belirliyorlar. Allah"ın kurallarına göre giyinmeyenler, çevresindeki onlarca kişinin yakışmış ya da yakışmamış ifadeleriyle hareket ediyorlar. Buda çok zordur aslında, birine göre güzel olan, diğerine göre çirkindir. Birde kendi arzularına göre giyinenler vardır. Ah bu arzular bir bitmek bilse, asla bitmez, nefis doymaz bir türlü. Her giyemediği elbise her alamadığı elbise onun için sırtında çivili bir tahtadır. Bir türlü huzuru bulamazlar. Oysa Allah"ın örtünme emrini yerine getirmek çok basittir. Ve böylece sana değer veren insanlar senin fiziki ayrıcalıkların için değil, bedenin için değil, insan olduğun için, ruh güzelliğin için değer verirler. Seni, faydalanıp kullanıp atamazlar. Sende sadece eşine ve ailene ait olursun. İnsani yönünden sadece senin yakınların istifade eder. Cinselliğini de sadece eşinle paylaşmış olursun. Bu bence daha özgür ve onurlu bir hayat tercihi. Sence de öyle değil mi Hacer?
 

― Bilmem hiç bu yönlü düşünmedim, peki dindariyet kadınların okumasına niye engel?
 

― Buda ayrı bir saçmalık. Çünkü İslam"ın ilk emri “oku”, ilim, kadın ve erkek tüm müslümana farz. Ayrıca müslüman kadınların okumasını din değil başka nedenler engelliyor.
 

― Kim yani?
 

― Onu da izah edeyim. Ben hukuk son sınıftayım. Okulumun bitmesine yarım dönem kalmıştı ve başörtüsü yüzünden, benim gibi bir çok kız arkadaş okula alınmadı ve okuldan uzaklaştırıldı.

― Demek bazı gazetelerde çıkan haberler doğruymuş.

― Doğru maalesef, başını moda olsun diye şapkayla örtenlere okul serbest, dinin emri diye başörtü takanlara yasak. Be sence çağdaş bir uygulama mı?
 

― Değil herhalde? Birde şu konu kafama takıldı. Kadının evine tıkılıp kalması konusu.
 

― Bak Hacer, İslam"da kadının ve erkeğin vazifeleri vardır. Kadının asıl vazifesi kulluktan sonra kocasına iyi bir eş, evine iyi bir sahip, varsa çocuklarına iyi bir anne olmalıdır. Bundan sonra belli şartlar dahilinde kadın dilediği faaliyetlere katılabilir.

― Evvel gün çağdaş kadınlar derneğindeydim. Dernek başkanı: “Kadınların bilinçlenmesi gerekiyor. Bir kadın ailesi içerisinde ve çevresinde yeterli oranda etkili olmalı. Kadınsız bir dünyanın olmayacağının farkında olmalı. Kendi ağırlığını ve sosyal etkisini bilmeli. Kadın tarlada çalışan bir köle ya da çocuk büyüten bir dadı olmamalı, veyahut çamaşır yıkayıcısı olmamalı. Bir hizmetçi gibi olmamalı, ilkel çağların kadını olmamalı, toplumda kendisine hanım efendi diye hitap edilmeli. Bir köle olmaktansa reklam filmlerinde oynayan bir sanatçı, kıyafeti ne olursa olsun şarkı okuyan ya da ne bileyim bir kuğu gölü balesinde dans eden zarif bir sanatçı olmalı” dedi.
 

― Ne kadar doğru gözüken boş bir laf. Kadın ya sanatçı ya hizmetçi mi olur. Velev ki böyle olsun, yani şimdi tarlada çalışan kadınların hepsini operacı mı yapacağız. Yüz on kilo taşra kadını nasıl balerin olsun. Binlerce taşra kızı sanatçı olma hayali ile bataklıklarda sefil edilmiyor mu? O kötü yolda sürünen kadınlara eski hayatlarını versen acaba kaçı orada durur ki. Öyle yaşamaktansa namuslu bir hizmetçi olarak yaşamak daha mantıklı değil mi?
 

― Evet bu yönden hiç bakmadım, biraz süslü geldi öbür hayat.

― Zaten kızlar hep bu süse aldanırlar.

― Bir de abla kadın hakları ile ilgili kanunların iyileştirileceğinden bahsetti, Didem Hanım.
 

― Keşke öyle olsa ama mevcut hukuk sisteminde kadına tecavüz eden bir sapık üç-dört yıl yatar yatmaz. Ama kadının kolundaki bileziği zorla çalan bir gaspçının cezası on sekiz yıldan başlıyor. Senin anlayacağın kadının kolundaki bilezik, namusundan daha kıymetli. İstersen sonra devam ederiz.
 

― Yok yok! Devam edelim. Gerçi kafamdaki asıl meseleyi çözdüm gibi geliyor. İslam"da kadın hakları önemli.

― Aslında Hacerciğim İslam"da insan hakları önemli, İslam kadını insan değerinde görür. İslam da adalet olgusu ön plandadır. İslam kadına eşitlik adına erkeklerle aynı yükü yüklemez. Oysa çağdaş geçinen felsefe, kadına eşitlik adı altında bir sürü yük yükler. Kadın bir meta gibi kullanılır. Hem ev işi hem dışarıdaki işler ona yüklenir, kadın yarı çıplak giydirilir, panayırda dolaştırılırcasına dolaştırılır. Üç-beş sanatçı kadına özendirilerek, milyonlarca kadının arzuları ile oynanır. Onlarla alay edercesine çıplaklık çağdaşlıkmış gibi sunulur. Oysa hadise böyle olsaydı Afrikalı yerliler şu anda uzayda yaşamalıydılar. Oysa çağdaşlık ve medeniyet, insanı, kadın ve erkek diye ayırmadan insana insan olduğu için değer vermektir.
 

― Sema abla sana teşekkür ediyorum. Ayrıca okulun için üzüldüm. Ben müsaade almalıyım, sonra yine uğrarım, seni yordum Sema abla, kusura bakma.
 

― Önemi yok Hacerciğim keşke beni hep böyle yorsan.
 

― İyi günler, görüşürüz.
 

― Güle güle canım.

İşte böyle sevgili günlük. Nasıl seninde kafan karıştı değil mi? Evet başta da dediğim gibi; sanki iki kadın var yer yüzünde, biri Allah"a itaat eden, diğeri etmeyen. Ya da Didem Hanım"ın penceresinden: Bağımsız ya da köle kadın tipi, acaba hangisi en doğru, ne yapacağımı bilemiyorum. Acaba Sema ablayı dinlesem çevrem ne der; Didem Hanımı dinlesem Allah ne der. Çevremi dinlesem Allah ne der; Allah"ı dinlesem çevrem ne der. Bir sürü karmaşık soru, aslında karmaşık da değil. Allah ve diğerleri diye iki seçeneğe indirmek mümkün. Ne olur bana yardım et günlüğüm, bana akıl ver. Ama veremezsin ki! Çevreme bakıyorum benim gibi bir sürü insan var. Hepsi benim gibi yanlış mı yapıyor. O kadar akıllı insan doğruyu bulamıyorlar mı? Ya da Sema abla gibi akıllı bir insan saçmalıyor mu? Ama şu konuda haklı: Allah"a kul olmayanlar bir sürü ilaha teslim oluyorlar. Nefis ilahı, çevre ilahı, moda ilahı vs. bir sürü ilah. Demek ki rahmetli dedem bunun için söylermiş “Kızım Allah"tan başka ilah yok” diye. Onu şimdi anlıyorum. Ve dedem şöyle derdi: “Kızım sağında ve solunda iki melek var, her gün ne yaptığını yazarlar” diye, biraz düşündüm de bende melekler gibi her günahımı ya da sevabımı sana yazıyorum. Ve bu yazdığım yaşantının karşılığını hangi ilah verecek acaba? Ve sevgili günlüğüm, ben karar veriyorum, bu yazma işini gerçek günlüğümü tutan meleklere bırakıyorum. Ve o melekleri, var eden ilaha göre yaşayacağım artık. Ve haykıracağım “O"ndan başka ilah yok” diye binlerce sahte ilahın yüzüne...
 

Hoşça kal günlüğüm, hoşça kal, ben artık gerçek günlüğümle yaşayıp, onunla ölüp, onunla dirileceğim. Allah"a kul olup Allah"tan başka hiçbir yönlendiricinin kulu ve kölesi olmayacağım. Şu an bile Allah'ın beni manen örtüp, nuru ile kuşatıp, beni koruyup gözettiğini hissediyorum. ELVEDA GÜNLÜK...

Sağlık - Aile Haberleri

"Karton" Denilen Hastane Açıldı
Dünya Çölyak Günü
İslamda Boşanma Sonucu Çocukların Durumu
Kısasın Psikolojik ve Sosyolojik Etkisi
Çocuklara İman Öğretiminde Dikkat Edilmesi Gerekenler