Erdoğan, İslam İşbirliği Konferansı zirvesinde, sadece zirveye katılanlara değil, dünya liderlerine ve dünya halklarına da önemli mesajlar verdi. Ve tabi özellikle ABD, AB ve İsrail yönetimine seslendi.
Erdoğan aynı zamanda doğrudan ve dolaylı olarak NATO ve BM’ye de seslendi. NATO ülkelerini darbecilere ve teröristlere destek verdiği için suçladı.
Trump, Beyaz Saray’dan kovulmak istendiğini biliyor. Kudüs’ü İsrail’e vererek Yahudi lobisini arkasına almak sureti ile kendine yönelik muhalefetin üstesinden gelebileceğini düşünmüş olmalı. Aynı şekilde Netanyahu da, halkına, onların hayallerini gerçekleştirecek bir yeni yıl armağanı sunmak istedi. Böylece yolsuzluk suçlamalarından bunalan Netanyahu bu şekilde iktidardaki yerini sağlama alacaktı, ama olmadı işte.
ABD’nin başkenti Kudüs’ü taşıma kararı yeni değil. Bu kararın yürürlüğe konma kararı yeni. Yoksa bu yaklaşık çeyrek asırlık bir hikâye. Bir daha ertelenecek olsaydı, bu karar da düşmüş olacaktı. Tam da Filistin topraklarının işgalinin 100. yılında, yeni bir yılın, Noel’in ve Hanuka bayramının kesiştiği bir zamanda, İslam coğrafyasının kan gölüne döndüğü şu günlerde İsrail bu işi başaramayacaksa, ne zaman başaracaktı!
Batılılar farklı düşünüyordu. İsrail önce, Abbas yönetimi ile bir anlaşma imzalayarak Filistin’i tanımalı, kendi varlık, güvenlik ve meşruiyetini garantiye almalıydı. Sonrası için yeni bir siyasi süreç başlatılmalı idi. Çünkü yarın Filistin’de iktidar değişikliği durumunda, yeni hükümetle anlaşması çok daha zor olabilirdi.
Trump ve Netanyahu’nun evdeki hesapları çarşıya uymadı. Bu durum Türkiye, AK Parti ve Erdoğan için yeni bir kazanıma sebep olabilirdi. Daha Trump, belgeyi imzalamadan önce, eğer imzalarsa İslam İşbirliği Konferansını, dönem başkanı olarak 13 Aralıkta olağanüstü toplantıya çağıracağını açıklamıştı. Böylece Ankara süreç ile ilgili inisiyatif üslenecek, dünyanın gözü İstanbul’a çevrilecekti. Erdoğan bu vesile ile İslam ülkeleri liderleri ile FETÖ, PYD, DAEŞ ve darbe süreci ile ilgili olarak özel görüşmeler yapabilir ve batılı ülkelerin terör ve darbecilere nasıl destek verdiklerini anlatabilir. Barış süreci ile ilgili olarak BM ve NATO’yu eleştirebilirdi.
Daha ilk günden BM Güvenlik Konseyi toplanarak, Trump’ın kararını kınadı. Hemen arkasından olağanüstü bir hızla Mısır’da Arap Birliği toplandı, onlar da kınadılar. AB de kınadı. Erdoğan’dan önce inisiyatif kullanarak ön almak istiyorlardı. Bu şekilde BM, AB ve Arap Birliği, sözde sıradan bir kınama ile bu işi geçiştirmek istiyordu aslında. İsrail’le iyi ilişkiler kurmaya çalışan Arap rejimleri, Arap Birliği kararına atıf yaparak sıyrılmaya çalışacaklardı. Yani meydanı Erdoğan’a bırakmak istemiyorlardı.
Bütün bu çabalara rağmen, sürece ilişkin liderlik Türkiye ve Erdoğan’ın eline geçti. Herkes Erdoğan’ın vereceği mesaja kilitlendi..
Erdoğan bu arada Gümilcine’ye giderek, hem Lozan, hem de terör ve darbecilere batının verdiği desteği en üst düzeyde eleştirdi ve Batı Trakya’daki Türklerin, Müslümanların haklarına getirilen sınırlamaları dile getirerek batının çifte standardını eleştirdi.
Trump Ankara’ya geldi bu arada. Ankara Suriye’de “Uluslararası koalisyonun artık anlamını yitirdiğini” söylerken, Rusya da Suriye’den çekilme kararı alırken, Ankara kendi güvenliği için Afrin’e müdahale edeceğini açıkladı.
Malezya Savunma Bakanı, Türkiye’nin yanında olduklarını açıkladı. Bu zirve ABD ve İsrail yanında Suudiler için de bir hezimet oldu.
Sadece İslam ülkelerinde değil, bu karar, ABD’de, İsrail’de, AB ülkelerinde ve diğer birçok ülkede de tepki ile karşılandı. İsrail ve ABD, tarihlerinde ilk kez böyle bir şekilde yalnız kaldılar. Dostları bile kendilerini savunamadı. Hatta bir takım Siyonistler bile, bu konuda ciddi bir usûl hatası yapıldığı görüşünde. Bu yaşanan süreç ne dünya ve ne de bölge barışı için bir kazanım olmadı. Belki bu işten sonunda en çok kazançlı çıkacak olan Türkiye ve Filistin olacaktır. Çünkü tahterevallinin öbür ucunda ABD ve İsrail vardır.
Öte yandan; bu olay, iç politikadaki polemikleri de büyük ölçüde bitirdi. Sarraf olayı ve Kılıçdaroğlu’nun şecaat arzı da bu olayların gölgesinde kaldı. CHP, HDP, İyi Parti, bu süreçte iyi bir performans sağlayamadılar. F.Gülen ve FETÖ’cüler de bu süreçte ne yapacağını bilemedi.
Bugün gelinen noktada, Trump ve Netanyahu bu çıkışları ile neyi elde etmek istiyorlarsa onu ebediyen kaybettiler.. Ve var olan günahlarına ilave olarak böyle bir utancı da olmayan kariyerlerinde taşımaya mahkûm oldular.
Bu zirveden güçlenerek çıkan bir Türkiye var. Bu zirvenin kazananı İslam ülkeleri oldu.
Zirveye katılmayanlar şunlar: Kırgızistan, Gabon, Gambiya, Türkmenistan, Benin, Surinam, Gine Bissau, Guyana, Kamerun, Mozambik ve üyeliği askıya alınan Suriye. Suudi Arabistan en alt seviyede katılan ülke oldu. Tabi Mısır ve BAE de.. Uganda büyükelçi düzeyinde katılmış, Maldivler’den Altyapı Bakanı, Nijerya’dan Eğitim Bakanı.
Sonuçta gerçekleşen bir zirve ile Kudüs dünya gündemine oturdu. Trump ve Netanyahu’nun çıkışı mahkûm edildi. Sonuçta İsrail kaybetti ve Filistin kazandı.
Bu arada; Türkiye Dışişleri Bakanlığı internet sitesinde Filistin’in başşehri olarak “Kudüs” yazıldı.
Selam ve dua ile.
yeniakit