İSLÂM VE BATI MODERNİZMİ
Modernizm, son yıllarda insanlar üzerindeki etkisini gittikçe yoğun olarak hissettiren bir yaşam biçimi olarak kendini gösteriyor. Batı Medeniyeti bu yaşam biçimini yaymak için her türlü imkânı kullanıyor. Modernizm, batıda tam bir refah (kurtuluş) olarak görülüyor. Aslında onlar 'Dünya cenneti' diye niteliyorlar Modernizm'i.
Diğer yandan Modernizm'in etkisini üzerinde çok yoğun hisseden gelişmemiş Doğu ülkeleri'nde Modernizm başka bir halde tezahür ediyor. Modernizm, Doğu'da, özellikle de gelişmemiş İslâm ülkelerinde kendini aşırı tüketim çılgınlığı olarak gösteriyor. İnsanlar, kanaatkârlığın yok edildiği bu ülkelerde bilinçsizce tüketen 'tüketim yığınları' hâline getiriliyor. Sonunda Batı'da gördükleri maddî refah'ı kendilerinde göreceklerini umuyorlarsa da bu, tamamen Batı'nın vaat ettiği boş bir umuttur.
Manevî değerleri kendilerine unutturularak onlara sadece maddî değerler aşılanıyor ve Batı Medeniyeti'nin değerleri Batı tarafından onlara özendiriliyor. Böylece insanlar aşağılık kompleksinin oluşturduğu psikolojiyle ruhlarının manevîyâttan uzak kaldığı noktada sadece maddîyâta yöneliyorlar ve bir hayvandan farksız konuma ulaşıyorlar.
Evet, Modernizm insana sadece maddî açıdan bakıyor. O'nun içyapısını, özünü, ruhunu görmezlikten geliyor. İnsanı sadece bedensel bir canlı olarak görüyor ve en büyük yanlışı yapıyor. İşte her ne kadar maddî refah içinde yüzseler de niteledikleri 'Dünya cenneti'ne ulaşamama nedenleri bizce burada yatmaktadır. Çünkü bu insanlar manevî hazzı yaşayamıyorlar ve burada bir eksiklik hissediyorlar. Maddî hazlar da bir süre sonra bayağılaşabiliyor ve kendilerini sürekli bir arayış içinde buluyorlar. Karşılarında ise tek bir sağlam gücü buluyorlar: İslâm"
İslâm, bilindiği gibi insanı hem maddî yönden ele alıyor, hem de manevî yönden. İnsana Dünya hayatının geçici olduğunu ve bu yüzden ebedî olan âhiret hayatına kavuşabilmesi için manevî yönüne ağırlık vermesini söylüyor, fakat maddî yönünü de ihmal etmiyor. Bedeninin de üzerinde hakkının bulunduğunu söyleyip her hak sahibine hakkını vermesini emrediyor. Bu yönüyle mükemmeliyetini ortaya koyan İslâm, fıtrat dini olduğunu ortaya koyuyor.
Buna bir misal verecek olursak, İslâm, insanın cinselliğini hiçe saymıyor, ama bu özelliği kontrol altına alarak vaat edilen ebedî cennete layık bir insan oluşturabilmek için insan ahlâkını kemâl derecesine yükseltmek istiyor. İşte bu yüzden de bazı kurallar koyuyor ve insanın belki de günümüzde kontrol altına alamadığı bu güdüyü İslâm, kontrol altında tutmak isteyerek insanı hayvanlardan ayırıyor. O'nu güdülerinin esiri değil tam aksine aklıyla güdülerine sahip çıkabilen bir ahlâka taşımak istiyor. İşte tüm bunları sağlayabilmek için de hedef olarak bir üst ahlâk oluşturuyor. İnsanın bu ahlâkı örnek alması gerektiğini belirtiyor ve bu ahlâk ile insana ebedî cenneti vaat ediyor. İşte bu ahlâk da Rasulullah (S) ın ahlâkıdır; yani O'nun hayatıdır.
"Ve sen, büyük bir ahlâk üzeresin." Kalem Suresi, 4.Ayet
İşte Allah'ın övdüğü bu büyük ahlâk, anlamını Hz. Aişe (R) nin "..O'nun ahlâkı Kur'an idi." ifadelerinde bulmaktadır. Evet, Rasulullah (S) ın hayatı Kur'an'ın pratiği idi. O, (S) yaşantısıyla canlı bir Kur'an idi.
İşte Allah, bu ahlâkla insanların ahlâklanmasını istiyor ve insanlara bunun karşılığı olarak ebedî bir mutluluğu vaat ediyor. İslâm, işte bu noktada diğer ideolojilerden kendini ayırıyor. Çünkü diğerlerinin böyle bir amacı yok. Söz gelimi Budizm, insanların manevî yönünü öne çıkarsa da bu yönünü insan aklıyla belirlediği için yine bu noktada bir tatminsizlik ortaya çıkmaktadır. Bir diğer yönüyle de insanın maddî yönünü unutmaktadır. Diğer yandan bahsettiğimiz Modernizm ise insanın sadece maddî yönünü ortaya koyarak bir hata yapmaktadır. İşte böyle bir Dünya'da Batı'nın maddî çerçevesinde yetişen ve bu durumdan bıkan insanlar, İslâm'ı seçmektedirler.
Peki, böyle bir Dünya'da Müslümanlar neden kendi yüce değerlerini terk etmekte ve Batı Modernizm'ini benimsemektedir?
Bu sorunun çok yönlü cevapları vardır. Şöyle ki; ilk olarak Batı, kendi değerlerini teknolojisi sayesinde insanlara çok iyi dayatabiliyor. İnsan da psikolojisi gereği güçlü olana daima hayranlık duyar. Bu hayranlık zamanla kendisinin daha aşağı olduğu yönünde ortaya çıkan aşağılık psikolojisine dönüşür ve işte bu psikolojiyle hareket eden insan güçlü olana ilgi duyar. Kanaatimizce en büyük etkenlerden biri budur. Bir diğeri de Modernizm, insanları düşüncelerinde özgür bırakmak istememektedir. İnsanları baskı araçlarıyla kendisine yönlendirmek istemektedir. İşte gelişmemiş ülkelerde oluşturdukları ya da oluşumuna yardım ettikleri "devlet-ordu-bürokrasi-aydınlar" gibi araçlar vasıtasıyla insanları baskı altına almaktadır. Bu da Modernizm'in benimsenmesinde büyük rol oynamaktadır. Bunu birçok Müslüman ülkede görmek mümkündür. Bu ve birçok benzer nedenler (mesela Müslümanlar'ın değerlerinin kendilerine bayağı gösterilmesi gibi") Müslümanlar'ın da Modernizm'e hayran duymalarına sebep olmaktadır.
Buraya kadar anlattıklarımızdan sonra ortada iki baskın ve karşıt yaşam biçiminin olduğunu ve bunların Dünya'da birbirleriyle mücadele ettiklerini söyleyebiliriz. İslâm ve Batı Modernizm'i"
Burada bir şeyden daha bahsetmek gerekir ki bu da teknolojik ilerlemedir. İslâm'ın ilerlemeye bakışı her zaman pozitif yönde olmuştur. İslâm, "İki günü birbirine eşit olan zarardadır." anlayışıyla çalışmayı ne kadar desteklediğini ortaya koymuştur. Tüm bunlardan sonra İslâm'ın teknolojiye karşı olduğunu söylemek hata olur. Bunu, geçmişte Batı'nın gelişmesinde büyük rol oynayan Rönesans hareketlerinin ilham kaynağına bakarak anlayabiliriz. Batı Rönesans'ının gelişmesinde Endülüs gibi İslâm devletlerinde yetişen İslâm âlimlerinin büyük katkısı olmuştur. Bu katkı teoride de olsa bugün Batı tarafından da önemsenen bir katkı olarak nitelendiriliyor.
Yalnız bu noktada teknolojik gelişmelerin kontrolsüz bir şekilde akıl almayan bir hızla gelişmesine değinecek olursak, işte bu noktada İslâm, savunduğu değerlere göre devreye girmelidir. Kanaatimizce teknolojinin bugün muhtaç olduğu şey de budur. Yani kontrol altında olmak, ama bu kontrol, değindiğimiz gibi beşer aklıyla değil, Şari'in (yegâne kural koyucu) koyduğu kurallarla olmalıdır. Beşer aklının acizliği ortadadır. Neyin toplum için maslahat olup olmadığını belirlemede zorluklar çekiyor. Buna misal olarak Amerika'da yıllar önce konulan bir yasağı örnek verebiliriz. Amerikan halkı ilk önce içkiyi kendi isteğiyle yasaklamış, daha sonra yine kendi istekleriyle dayanamadıklarından dolayı içki yasağını kaldırmışlardır. İşte beşerî aklın seçtiği maslahat budur. Yani beşerî akıl, kendi maslahatını belirmekten uzaktır; çünkü işin içine şehevî arzular girmekte ve bir otorite (Şari') kabul edilmemektedir. İşte böyle bir noktada kontrolsüz olan teknolojik gelişmenin kontrol altına alınması zorunludur. Çünkü kontrolsüz güç, güç değildir.
Modernizmin bu kontrolsüz gelişmelerle beraber Dünya'yı sürüklemekte olduğu uçuruma (Bugün Dünya gerçekten bir uçuruma doğru yol almaktadır. İnsanlar kendi elleriyle kendilerinin sonunu getiriyorlar. Bugün Batı'nın bas bas bağırdığı Küresel Isınma bunun en çarpıcı örneğidir) karşı bir engel olmak isteyen düşünürlerin kabul ettikleri iki husus vardır. Birincisi teknolojinin ortadan kaldırılmasının söz konusu olmayacağı, ikincisi de bugün modern teknoloji ile birlikte giden (manevî) değerler sisteminin karşısına farklı bir ideolojinin geçirilmesinin zorunlu olduğudur. Çünkü Modernizm, insanların dertlerine bir çözüm getirmiş değildir. Modernizm ile beraber insanların çektiği sefalet ve uğradığı adâletsizlik azalmış değildir. Çünkü Modernist bir insan çektiği ıstırapları göğüslemek için kullanabileceği bir izah sistemi bulamamaktadır. Niçin acı çekiyoruz? Niçin bazı insanlar zengin, bazıları fakir? Ve en önemlisi: Bütün bu üzüntüler, acı ve ıstıraplar sonunda nereye varacağız? İşte Modernizm, bu tür sorulara esaslı bir cevap veremiyor ve Modernistleri tatmin edemiyor.
Modernizm, insanlara hem ıstırap getiriyor, hem ona katlanma gücü sağlayacak bir ideoloji vermekten aciz kalıyor. Bu noktada hayatta yaşanan sıkıntılar bitmek tükenmek bilmez bir metafizik sıkıntı (bunalım) hâline gelmektedir. Çağımızda ortaya çıkan modern hastalıklardan yaygınlaşan 'panikatak' gibi hastalıkların da sebebi kanaatimizce bu sıkıntılardan kaynaklanmaktadır. İşte bu yüzden insan için yaşanan hayatı bir kördöğüşü halinden çıkaran, kendisini, dış dünyayı ve olayları anlamlandıran bir ideolojiye ihtiyaç görülüyor. Bu anlayış hem günlük hayatın ötesinde değerleri hedef almalı, hem de tatmin edici olmalıdır. Tatmin edici olmasının şartlarından biri de gerçekliğin üstüne çıkarken aynı zamanda ondan kopmamasıdır. Bizim kanaatimizce İslâm'ın en kuvvetli tarafı işte buradadır. İslâm, tam bir denge felsefesi getirmiştir ve Modernizm'e karşı tek alternatiftir.
Sonuç olarak insanın Modernizm'le beraber değerinin düşürüldüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. İslâm'da Allah'ın halife olarak nitelediği o yüksek değere ulaşan insan Modernizm'de gün geçtikçe yiyip içen, çiftleşen ve fırsat buldukça başka insanları boğazlayan, niçin yaşadığını düşünmeye fırsat bulamayacak şekilde sürüklenip giden (hayvandan farksız) bir varlık haline gelmektedir. İşte Modernizm'in getirdiği asıl felaket budur ve yazımızda da anlattığımız gibi bu felaketi önleyebilecek yegâne güç İslâm'dır. Kontrolsüz bir şekilde gelişerek insan yaşamını tehdit eden teknolojinin de ihtiyaç duyduğu manevî değerler İslâm'dadır. İslâm'ın emrindeki bir teknolojinin, Modernizm'in emrindeki bir teknolojiden daha faydalı olacağı ise tartışılmaz bir gerçektir.
İşte tüm bu sebeplerden ötürü İslâm inşaAllah yakında Modernizm'e galip gelecektir.
Biz Müslümanlar'ın bu noktada düşünmesi gerektiği şey şudur:
"Modernizm'in kendini çok rahat bir şekilde tanıttığı ve kabul ettirdiği bir ortamda biz Müslümanlar, İslâm'ı tanıtmak ve başkalarına İslâm'ın getirdiği ideolojiyi doğru bir şekilde anlatabilmek için neler yapıyoruz?"
Adem İnce