Zulüm ve Küfrün Hâkim Olduğu Her Yer ‘Kerbelâ’, ve Her Gün ‘Âşûrâ’dır..

Selâhaddin Çakırgil

*İslâmcihanşumûl / üniversal bir dindir, bütün zamanlara ve mekanlara hitab etmektedir, belli bir coğrafyaya veya topluluğa değil..

*Resul-i Ekrem (S)’in ve onun yolunun en sâdık takibçilerinden birisi olan Hz. Huseyn’in mücadelesinin mesajı da, bütün zaman ve mekânlaradır.

Bugünler, Muharrem-1436’nın ilk on günleri.. Hz. Huseyn’in ve yârânının  Kerbelâ’da katliyle noktalanan ve İslam Milleti’nin kalbine saplanıp 1400 yıla yakın zamandır çıkarılamayan ve zehri giderilememiş olan bir hançerin vuruluşunun yeni bir yıldönümü..

*Hz. Huseyn, Hz. Peygamber (S)’in irtihalinden / dünyadan ayrılışı üzerinden henüz yarım asır geçmekteyken.. Hicret’in 61. yılında.. Beşer tarihinin en düşündürücü ve çetin mücadelelerine çıkıyordu.

O yarım asır içinde yaşanan Cemel, Sıffîyn ve Nehrevan Cengi gibi, müslümanlararası iç-savaş mahiyetindeki nice acı hadiselerin ve ilk 4 Halife’den son üçünün öldürülmesinin ardından,Şâm / Dımeşq’de bir ‘de facto/ fiilî durum gereği oluşmuş bulunan Muaviye Yönetimi,  zor ve zerkılıç ve servet yoluyla oluşturduğu ve 16 yılı aşkın bir süre devam eden saltanatını pekiştirmiş ve ömrünün sonuna doğru ise, kendisi hayattayken, oğlu Yezid için bey’atler almaya başlamıştı.

*Halbuki, Muaviye, Hz. Ali’nin katledilmesinden sonra 6 ay kadar Hılafet makamına gelmiş bulunan Hz. Hasan’la yapmış olduğu sulh andlaşmasına göre, kendisinden sonra yerine kimseyi göstermiyecekti. Ancak, Muaviye, o anlaşmaya riayet etmeyip, saltanat gücünün baskı ve zor ve zer gibi yaptırım gücüyle önde gelen nice müslümanlardan oğlu Yezid için, ‘Ne yapayım, ondan daha münasib kimse yok..’ gerekçe/ bahanesiyle bey’at almış; ama, dört seçkin müslümandan bey’at alamamıştı.

Bunlar, (Hz. Ali’nin oğlu) Hz. Huseyn, (Hz. Ebu Bekr’in oğluAbdurrahman(Hz. Ömer’in oğlu)Abdullah ve de Abdullah bin Zubeyr idi. Muaviye, oğluna vasiyetinde, Abdurrnahman bin Ebû Bekr’in çok etkisinin olamıyacağını; mülayim bir zat olan Abdullah bin Ömer’in de problem oluşturmayacağını; Abdullah bin Zubeyr’in ise sert tabiatlı olmasından ona sert şekilde davranmasını ve üzerine gitmesini, korkutmasını; ama, Huseyn bin Ali’ye son derece dikkatli davranmasını, aksi halde başına büyük işler açağını tenbihlemişti..

*Buna rağmen, Muaviye’nin ölümü üzerine saltanat makamına geçen Yezid, herhalde iktidarı yitirmek telaş ve korkusu içinde, babasının vasiyetinindeki ince hatırlatmayı dikkate alamamış; Medine’ye gönderdiği ulakları/ habercileri aracılığıyla Medine Valisi Mervan’dan, o 4 isimden  kendisi için, ulaklar ulaşır ulaşmaz, hemen o anda, bey’at almalarını emretmişti.

Vakit geceydi ve Hz. Huseynhalkın huzurunda olmayan gizli bir bey’at olamıyacağınıbelirterek, o işin ertesi güne bırakılmasını istemiş ve onun bu görüşü kabul edilmişti.

Hz. Huseyn ise, kendisinden istenen bey’atle, bir sulta/ zorbalık rejimine meşruiyyet temeli oluşturulmak istendiğini biliyor ve buna alet olmamaya karar vermiş bulunuyordu. Çünkü, o bey’atedecek, toplumun yönetim mekanizmasının başına haksız olarak geçmiş birisine itaatini bildirecek olsaydı olsaydı, Hz. Peygamber’in elinde yetişmiş ve terbiye edilmiş olan (torun) Huseyn bilebey’at ettikten sonra, başkalarının bey’at etmemekte direnebilmesi daha bir zor olurdu.

*Nitekim, Hz. HuseynMedine’den kendisine kalben çok bağlı, 100 civarında bir küçük grupla birlikte o gece yola çıktı ve önce Mekke’ye ve oradan da, Hacc günlerini beklemeden, (bugün Irak’ta bulunan) Kûfe şehrine doğru yola çıktı. Orada, kendisine binlerce bağlılık mektubu gönderen bir büyük kitle vardı.

Ama, bu, Mekke’den Kûfe’ye, kavurucu çöl sıcağında, yaklaşık 1 500 km.’yi bulan uzun, çetin bir yolculuk olacaktı.

Ne var ki, Peygamber torunu’nun iktidara yürüdüğünü düşünen ve bir pay almak ümidi taşıyan nice kişi ve gruplar da ona refakat etmekteydiler. Ki, bazı kaynaklar bu kitlelerin bir ara, 18 bini bile bulduğunu belirtmektedirler. Ama, bu iktidar yürüşünün bir manevî iktidar yürüyüşüolduğunu düşünemiyenler, şartlar çetinleştikçe, dünyevî iktidar nimetleri için hayatlarını tehlikeye atmakta olduklarını görüp, hastalık ve sair güçlükler yüzünden ‘dökülme’ye başlamışlardı.

*

Zor karşısında, kalbler ve eylemler arasında yaşanan çatışma..

*Esasen, Hz. Huseyn de, bu çetinliği bildiği için, kendisiyle birlikte gelecek olanların gönüllüolmalarını esas almış -ve kimsenin bir ruhî baskı veya günah duygusu ya da diğerlerinin  baskısıyla zoraki sürüklenmemesini temin etmek için-, ayrılmak ve dönmek isteyenlerin ayıplanmamasını; utanıyorlarsa, gece karanlığında gizlice ayrılmalarını ve ayrılmak isteyenler içinbey’atlerinden dönmelerinden dolayı bir sorumluluk olmayacağını bildirmişti.

Ayrılanlar çok oldu. Ancak, Medine’den Hz. Huseyn’le birlikte ayrılanlardan hiç kimsenin geri dönmediği ve ayrılmadığı kaydedilir tarihî kaynaklarda..

Ve, Hz. Huseyn’in kafilesi de artık iyice küçülmüştü.

*Hz. Huseyn, Kûfe’ye yaklaşırken, durum hakkında bilgi almak için, amcası oğlu Muslim bin Aqîl’i gizlice Kûfe’ye göndermişti.

Ancak, Kûfe Valisi Ubeydullah bin ZeyyâdMuslim bin Aqîl’i yakalayıp halkın gözü önünde, Valilik binasının çatısından aşağıya atarak katletmişti. Kitlelere gözdağı verilmiş,  yıldırılmıştı. Hz. Huseyn ve kafilesinin etrafındaki çember de giderek daralıyordu.

O sırada, Kûfe’den Şam’a doğru gitmekte olan -arab edebiyatının ünlü şairi- Ferezdaq, çölde bir noktada küçük bir grubun ilerlemekte olduğunu görünce, bu grubun Hz. Huseyn’in kafilesiolabileceğini düşünmüş; tahmininde yanılmamış ve Hz. Huseyn’le görüşmüştü.

Hz. Huseyn ona, Kûfe’nin durumunu sormuş ve o da, ‘Onların kalbi seninle, kılıçları sana karşı!’diye son derece acı ve açık bir tablo çizmişti.

Zorbalık ve korku ve de estirilen dehşet ve tedhiş / terör havası Kûfe halkını esir almıştı.

*Ubeydullah bin Zeyyâd tarafından Hz. Huseyn’e haberler gönderiliyor ve Yezid düzenine bey’âtini bildirdikten sonra istediği yere gitmekte azâd olacağı belirtiliyordu.

Hz. Huseyn ise, Allah’ın arzının geniş olduğunu düşünerek, etrafındaki muhasaranın kaldırılmasını ve yolunun açılmasını ve Yezid’in hükmettiği coğrafyadan başka yerlere gitmek istediğini belirtiyordu. Yezid Hükûmeti ise, Bey’atini bildir, ondan sonra istediğin yere gidebilirsin..’mesajını veriyordu.

Hz. Huseyn bey’at edecek olsaydı, o zaman artık başka yere gitmesine de gerek yoktu ve Yezid,şübhesiz ki, kendi önünde eğilmiş bir Peygamber torunu’nu bir de baştâcı ederdi.

*Hz. Huseyn ise kararlıydı, eğilmiyecekti.. Heyhat! min’ez’zilleh.. / Zorbalığa, boyun eğenlere, zilleti kabullenenlere yazıklar olsun..’  ve, ‘Kılıçlar ve kargılar yarınlarda Kuran’ı delik-deşik edecekse, o kılıç ve kargılara benim göğsüm bugünden siper olsun..’ diyor ve hakk bildiği yolda tek başına da kalsa, sonuna kadar yürümek kararlılığını ortaya koyuyordu.

*

İlginç tavır ve tepki örnekleri..

*Bu sırada.. Önemli başka gelişmeler de oluyordu.

Bunlardan birisi Ömer bin Sa’d’ın durumudur.

O, Rey (bugünkü Tahran) şehri valiliğine tayin ediliyordu. Ancak, bu valiliğin geçerli olması için, onun önce, Huseyn’in canlı veya ölü olarak yakalanmasında rol alması şart koşuluyordu. Eğer, Hz. Huseyn’in çocukluk yıllarından beri yakın o arkadaşı olan Ömer bin Sa’d bundan kaçınacak olursa, Valilik hükmünün de geri çekileceği ve Hz. Huseyn’in yakalanması işinin Şimr isimli bir diğer önde gelen komutan tarafından yerine getirileceği bildirilmişti.

Ömer bin Sa’d, derununda nice kararsızlıklar ve iç dünyasında kendi kendisiyle nice çetin savaşlar geçirdikten sonra, herhalde, ‘Ben olmasam, bu işi bir başkası yine yapacak, hiç değilse ben ona mülayemetle davranırım..’ gibi muhtemel hesablara da sığınarak, bu ‘büyük iş’i, beşer tarihinin o büyük cinayetini işlemek eyleminin sorumluluğunu üstlenmeye karar verdi.

*Bu noktada bir diğer önemli isim de, Yezid ordusunun ünlü komutanlarından Hürr idi..

O, son âna kadar, Hz. Huseyn’in o küçücük ve amma beşer tarihinin seyrinde çok etkili olan kafilesinin yolunu kesmek, onu teslim olmaya zorlamak için elinden gelen her baskıyı uygulamıştı ve amma, artık ‘iş’in sonuna geliniyordu. Tarihî kaynakların rivayetlerine göre, en azından 10 bin kişilik bir ordu, Muharrem ayının 10’uncu, yani Âşûrâ gününde, Hz. Huseyn’e indirici darbeyi vurmak için son hazırlıklarını yapıyordu.

İşte o hassas anda, Hürr, kendi içinde cereyan eden çetin savaşlardan sonra, kararını verdi ve Muharrem ayının 9. gününün akşam karanlığında, ertesi günü kopacak olan küçük ‘kıyamet’te kendi safını belirledi. O, o ân’a kadar hizmet ettiği zulüm düzeninden kaçacak ve Hz. Huseyn’in ertesi günü zâhirî planda ezilecek olana küçücük kafilesinin içinde yer alacaktı.

Ve, atına atladı, gecenin karanlığında, Hz. Huseyn’in ve kafilesinin bulunduğu çadırlara geldi. Hz. Huseyn’in huzuruna vardı.. Aff diledi..

Hürr, Hz. Huseyn’in Kerbelâ’da fizikî açıdan varlığına son verilecek olan kafilesine son katılan kişi olmuştu.

Ve daha da önemlisi..

Ertesi sabah, Kerbelâ’da başlayan ve sayı bakımından asla kıyas edilemiyecek olan korkunç kapışmada ilk şehîd olacaktı.

Evet, en son anda katılan ve ilk şehîd olmak şerefi Hürr’ün nasibiydi.

*Hz. Huseyn’in ve Ehl-i Beyt’inin ve yârânının etrafındaki çember daralıyordu.

Hz. Huseyn’in etrafındaki 72 yârânı, onu korumak için canla başla, kılıç savaşı veriyorlar ve birer birer düşüyorlardı..

Âşûrâ gününün öğle vakti geldiğinde, Hz. Huseyn, namaz için bu kapışmaya bir ara verilmesini istemişti.

Yezid ordusunun askerleri, o kendisine karşı savaştıkları kişinin Hz. Huseyn olduğunu biliyorlardı. Onun namaz için bir mühleti istemesi üzerine, kaynakların bildirdiğine göre, Yezid ordusunun askerlerinden niceleri, Peygamber torununun arkasında namaz kılmak için, heyecanla namaza koşuyorlardı.

Öyle ya, müslüman olup da, Peygamber torununun imametinde, kim namaz kılmak istemezdi? 

Kimbilir, ahiretlerini mâmur etmek umudu içindeydiler.

Yezid’in ordusunda askerlik yapmaya gelince.. Tam bir kulluk, emir kulu olduklarının körlüğü, körü körüne itaat..

*

Yezid’in adı kötülük sembolü ve gücü de bir masal oldu.. Huseyn ise, özgürlük âbidesi..

*Ve nihayet, şehadet..

Âşûra günü ikindi vaktine doğru..

Hz. Huseyn’in 72 kişilik bütün yârânı kılıçtan geçirilir ve Hz. Huseyn’in başı da bir kılıç darbesiyle kesilir.

Şairin deyimiyle..

‘Düştü Huseyn atından Sahrâ’y-ı Kerbelâ’ya,

Cibril var git, haber ver, Resul-i Kibriyâ’ya..’

Savaş alanına Fırat suyu verilir.. Bütün diğer şehîdlerin gibi Hz. Huseyn’in bedeni de o çamurlu arazide, atların ayakları altında iyice ezilir; taa ki geride bir şey kalmaya..

Başta Hz. Huseyn’in kızkardeşi Hz. Zeyneb başta olmak üzere, ‘Ehl-i Beyt’ hanımları ve çocukları bile zorbaca saldırılar altında, esir alınıp, perişan vaziyette, Hz. Huseyn’in bir sırığa geçirilen başıyla birlikte Yezid’in sarayına doğru büyük bir zafer kazanmış olmanın gururu içinde Şâm’a doğru, yola çıkarılır.

Yezid de mağrurdur. Zâhiren büyük bir zafer kazanmıştır. Bu sahnenin, kimin haklı olduğunu en iyi şekilde anlattığını ileri sürer. Ama, Hz. Zeyneb’in müthiş hitabıyla daha bir maskaraya döner.

*Bir de, gecikmiş ve çarpıtılmış bir sahiblenme yaşandı tarihte ve hâlâ da yaşanıyor.. Birileri, Hz. Huseyn’i daha çok sevmek adına, onun haklılığını kendi iktidarlarına dayanak yaparken.. Birileri de, Hz. Huseyn adına intikam almaya bile çalışıyorlar.

Ki, tarihte bunların en çarpıcı örneği, Muhtar’us Saqafî ve Tevvabîn (tövbekârlar) Hareketi idi.

Başlangıçta, Hz. Huseyn’e yapılan o zulümlere seyirci kalanlar, daha sonra kendilerini affettirmek adına öyle zulümler sergilemişlerdi ki, hiç bir ölçü tanımayan ve günümüzdeki IŞİD’çilerin bizzat sahiblendikleri zulümleri hatırlatan uygulamalar Caferîyye12 İmam Mezhebi  tarafından da sahiblenilmemiş, reddedilmiştir.

*Duygularımızı olabildiğince yansıtmamaya çalışarak bu satırlarda çok ana hatlarıyla anlatılmak istenen Kerbelâ ve Âşûrâ Faciası, kısaca böyle..

Ama, Resul-i Ekrem (S)’in dünyamızdan rıhleti üzerinden henüz yarım asır geçmekteyken, O’nun torununun, onun böylesine korkunç zulümlere, düşmanlıklara muhatab olmasında, neyin ‘nasıl’olduğundan çok, ‘niçin’ olduğunun daha iyi anlaşılması gerekir.

Yazık ki, konunun bu tarafı üzerinde pek durulmamıştır.

Şimdi hayatta olmayan bugün 40-50 yaşlarında olan ‘müslüman’ nesillerden bir kısmı üzerinde etkili olmuş bir kalem erbabı, her konuda birçok rivayetleri inceden inceye tartışır ve tartarken, konu Kerbelâ’ya gelince, ‘Yahu, tarihte anlatılanlar doğruysa, Huseyn, çoluk çocuğunu alıp çöle gitmiş ve devlete isyan etmiş ve devlet de onu cezalandırmıştır, mes’elenin özü bundan ibarettir..’ diyecek kadar sathî yorumlar yapabilmişti.

*Doğrudur ki, Hz. Huseyn’in ve yârânının o korkunç Kerbelâ cinayetinde öylesine katledilmesi,Hz. Peygamber’e ve O’nun bütün müslümanlar için son derece muhterem olan Ehl-i Beytine karşı sergilenen bu düşmanlığın nasıl olduğu konusu, kitleleri asırlarca ve derinden dilhûneylemiştir. Ama, işin bu tarafı, halk kitleleri için, avam için gerekli olsa bile; asıl anlaşılması gereken, bu cinayetin, bu korkunç düşmanlığın niçin böylesine frenlenemez şekilde sergilendiğinin anlaşılması olmalıdır herhalde..

Ağlayanlar kınanmamalıdır elbette; ağlasınlar varsın.. Bu bir heyecan, bir hiss meselesidir. Çünkü, o facianın ‘nasıl’ olduğunu dinleyip hüzünlenmemek de elde değildir. Ama, mânâsını bilmeden, hayalî bir düşmanlık oluşturmak için sosyo-patolojik bir tablo oluşturulmasının da mânâsı yoktur herhalde.. Çünkü, asıl olan, bu facianın ‘niçin’ini keşfetmek ve idrak etmektir.

Lübnanlı büyük şiî İslam âlimi, (merhûm) Allâme Muhammed Fazlullah, 20 yıl öncelerde, şiî müslümanları ilkel bir toplum haline gösteren, zincir vurarak döğünme veya korkunç bağırtılarla mersiyeler okunmasından kaçınılmasını istemişti de ağır suçlamalara mâruz kalmıştı. Keza, 30 yıl öncelerde de, merhûm İmam Rûhullah Khomeynî de, bazı kimselerin, Âşûrâarefesinde, -kafatası derisinin altındaki kılcal damarların kanatılması şeklinde sergiledikleri-‘qamazeni’/ kama vurma’ geleneklerinden kaçınmaları yolundaki çağrısı da  şiddetli tepkilerle karşılaşmıştı.

*

Hz. Huseyn’i hurafelerle anmak kadar, onun adını kullanarak zâlimlerden yana olmak da, ona yapılan bir diğer zulümdür.  

*Tarih boyunca, bu konular karşısında, Yezid sisteminin devamı mahiyetinde olan hükûmetleri, saltanatları esas alanlar da, Hz. Huseyn’e gözyaşı dökmüş olsalar bile, konuyu halk kitleleri planına fazla yansıtmamaya ve ‘Allah o kanlara bizim elimizi bulaştırmadı, dilimizi de bulaştırmasın..’ gibi zâhiren mâsum gibi gözüken, ama, özünde yanıltıcı beyanlarla gerçeğin anlaşılmasını, ‘niçin’inin idrak olunmasını engel olmaya çalışmışlardır.

Mazlum /(zulme uğrayan) öldürüldüğünde, artık kanıyla konuşmaya başlar ve zaman tünelinin bütün merhalelerini aşar, tarih devirlerine meydan okur.

Bunun en çarpıcı örneğini Hz. Huseyn’in Kerbelâ’da en müşahhas şekilde karşımıza çıkan‘qıyâm’ı bize sunmaktadır. Diğer bir deyişle, Kerbelâ, bize, ‘mazlum kanlarının zâlim kılıçlarına galebe çaldığı’nı bir daha göstermiştir.

Eğer, Muaviye’nin bazı tarihlerde zikredilen ve oğlu Yezid’e, Huseyn’e nasıl davranmasıkonusunda yaptığı tavsiyeye uymaması halinde, ‘başına büyük iş açacağı’na dair sözleri gerçek ise,  âdetâ gerçekleşmiştir. Çünkü, bugün aradan 1373 yıl geçtiği halde, Yezid yine lânetle anılmaktadır ve bundan sonra da hep öyle anılacaktır. Hz. Huseyn ise, adâlet ve hakkaniyet isteyen ve sadece müslümanlar için değil ve insanlık haysiyetinden nasibli olarak yaşamak isteyen mustez’afların (hakları gasbedildiği için zayıf düşmüşler’in) gözünde de, firavunluk önünde başeğilmemesi çağrısını temsil eden bir özgürlük âbidesi mesâbesindedir.

*Herhalde, en büyük zulümlerden birisini de Hz. Huseyn’i anmak adına yapılan mâtem törenlerinde rastlanan hurafe çapındaki korkunç aşırılıklardır. Ki, bunları tekrarlamak bile müslümanlara ağır gelmelidir.

Bu vesileyle belirtelim ki, Suriye’de Beşşar Esed’in cinayetlerine sahib çıkan ve kendisini bir şiî cemaatinin lideri olarak tanıtan birilerinin son günlerdeki Kerbelâ proğramları çerçevesinde devlet televizyonunda, TRT’de ekranlara çıkarılması ve ‘alevî dedesi’ diye takdim olunan bazı kimselerin de ekranlardan topluma anlattıkları öyle korkunç hurafeler var ki, eğer o hurafeler toplumdaki büyük inanç kesimi adına tekrarlansaydı, en başta laikler, solcular olmak üzere, hemen herkes tarafından alaya alınırdı. Ama, bu örnek karşısında o çevrelerin sus-pus olmaları düşündürücü değil midir?

*Bugün, İslam Milleti’nin, Muhammed Ümmeti’nin bugünkü ayrılıklarının temelinde, Kerbelâ’da noktalanan büyük cinayet ve facia vardır.

Tekrar edelim ki, ‘Zulüm ve küfür oldukça her yer Kerbelâ; ve her gün Âşûrâ’dır.’

Hz. Huseyn’in bütün zaman ve mekânlara verdiği mesajının özü budur herhalde.

haksöz