Şeytan Çarpmış Gibi Kalkmak

Kur'an-ı Kerim'de, faizin haram olduğu ve yiyenlerin kabirlerinden şeytan çarpmış gibi kalkacakları bildirilmektedir:
“Faiz yiyenler ancak şeytanın dokunup sersemlettiği kimseler gibi davranırlar. Çünkü onlar: “Alışveriş de, bir tür faizdir” derler, hâlbuki Allah alışverişi helal sayarken, faizi haram kılmıştır. Kim Rabbinin öğüdünü dinler ve hemen faizden vazgeçerse, artık geçmişteki günahları veya ana sermayesi veya geçmişte aldığı faizler kendisine aittir. Ve onun hakkında karar vermek, artık Allah'a kalır. Kim de faize tekrar geri dönerse; içinde yaşayıp kalacakları ateşe mahkûm olanlar işte böyleleridir.” (2/Bakara,275) toplumda huzur ve düzen bozucu davranırlar
“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır.”
“Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar.” Âyetinde geçen şeytanın çarpması, bir deyimdir, mecazî anlatımdır. Bu âyetten şeytanın kamyonun insana çarpması gibi veya elektrik çarpması gibi çarpabileceği bir gücü olduğu anlaşılmamalıdır. Çünkü Kur’an’ın en doğru tefsiri, yine Kur’an’la yapılan tefsirdir. Kur’an şeytanın ne yapıp yapamayacağını diğer âyetlerde açıklıyor. Eskiden bu topraklarda yaşayan insanlar da felçli, çaprazlama el ve ayağında felç olup çarpık yürüyen ve eli bükülmüş olanların durumunu “çarpılmış, inme inmiş” gibi deyimlerle ifade ederlerdi. Bu mecazi ifadeyi bazı mealler (meselâ Abdullah Parlıyan) şöyle ifade eder: “Şeytanın dokunup sersemlettiği kimseler gibi davranırlar.” Nice meallerde ise, âyet metninde olmadığı halde, “kabirden” kelimesinin ilave edildiğine de üzülerek şahit oluyoruz. Şeytanın âhirette ilk dirilen varlık olup, kabirlerinden kalkan insanlardan faiz yiyenleri tanıyıp bilmesi, onları çarpması, sakat hale getirip onları cezalandırması; daha ameller tartılmadan, hesaplar sorulup insanlar sorgulanmadan cezanın, hem de orada azabı bekleyen isyankârların başı şeytan tarafından bu cezanın verilmesi, Kur’an’ın beslediği bir akıl için kabul edilebilir bir husus değildir. Kabirden kalkışla birlikte Kur’an’ın “din günü” dediği zaman başlamış olacaktır. Dünyada bir hâkimiyeti olmayan şeytanın, hele âhirette hâkim bir güç olacağını iddia etmek Kur’an’da bahsedilen hakikatlerle bağdaşır mı? "(Allah), Din gününün mâliki (gerçek sahibi)dir." (1/Fâtiha, 3). "Sonra din gününün ne olduğunu nereden bileceksin? O gün, kimsenin hiç kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı bir gündür. O gün emir yalnız Allah'a aittir." (82/İnfitâr, 17-18)
"Faiz yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar." ifadesi müfessirlerin aklına şu soruyu getirmiştir:
- Bu kalkış dünyada mıdır, yoksa öldükten sonra mıdır?
Eski müfessirlerin çoğu, faiz yiyenlerin yeniden dirilip kabirlerinden kalkarken veya buradan mahşerdeki hesabın sonuna kadar sersemlemiş, sâraya tutulmuş insanlar gibi çırpınacaklarını, yolda doğru yürüyemeyip sağa sola yalpalayacaklarını ifade etmiş, âyeti böyle anlamışlardır. Âyet böyle anlaşılırsa, mecaz ve deyim anlamı iptal olur; hakikat mânasına çekilmiş olur.
Fahruddin Râzî, bu konudaki yorumları naklettikten sonra kendi tercih ettiği yorumu özetle şöyle ifade etmiştir: "Buradaki şeytan çarpması veya dokunması, cinnet ve saraya yol açan ve böylece insanların psikolojik ve biyolojik dengelerini bozan bir etki değildir; “Takva sahipleri, içlerine şeytandan gelen bir saptırıcı fikir doğduğunda düşünüp hemen gerçeği görürler.” (7/A'râf,201) mealindeki âyette söz konusu edilen saptırıcı fikrin etkisi de ahlâkî ve mânevidir."
"İnsanlara iki yönden telkin ve çağrı gelir: Şeytan maddî hazlara, şehvetin doyurulmasına ve hayatı, Allah'tan başka şeylerle doldurmaya çağırır. Melek de dîne ve takvaya davet eder."
"Şeytanın çağrısına uyanlar arasında faiz yiyenler de vardır. Bunlar dünyaya ve geçici nimetlere düşkündürler ve bu düşkünlük içinde ölünce Allah ile aralarında bir perde hâsıl olur. Şeytanın çarpması (telkini, çağrısı, verdiği vesvese) buna uyanları, dünyada Allah'tan uzak kalan, maddî lezzetler peşinde koşarak geçirilen bir hayata mahkûm eder. Ömrünü böyle tamamlayanlar âhirette de Allah'ın eşsiz lütuf ve yakınlığından mahrum olurlar." (Fahreddin Râzî,Bakara, 275. âyetin tefsiri)
İbn Atıyye, bu zalimce kolay kazanma hırsının faizcileri, deliler gibi hareket etmeye sevk ettiğini, âyette bu halin deliler ve saralıların haline benzetildiğini (mecazi mânanın kastedildiğini) ifade etmiştir. (İbn Atıyye, Bakara, 275. ayetin tefsiri)
Kaldı ki, sâra denilen tıp dilindeki epilepsinin, beyindeki elektrik akımının bozulması ile ilgili bir hastalık olduğu, EMG ile tespit edilebildiği ve tedavisinin de mümkün olduğuna göre, “şeytan çarpması”nın mecazi anlama geldiği apaçık bir hakikattir.
Çağdaş bazı tefsirciler de "cin ve şeytan çarpmış gibi hareket etmek"ten maksadın "dengesiz, düzensiz, bozuk hareket" olduğunu, bunun öldükten sonra değil, dünyada yaşanacağını; fıtrata ve tabii olana aykırı bulunan faizciliğin yaygın olduğu toplumlarda düzenin bozulacağını, sosyal adalet ve dengenin ortadan kalkacağını, ahlâkın fesada uğrayacağını, nihayet çatışmaların iç savaşa dönüşebileceğini söylemişlerdir. (bk. Kur'an Yolu, Heyet ilgili ayetin tesfiri)
Ayette geçen “şeytan çarpmış gibi”, ifadesini Merhum Elmalılı ise, Tefsirinde şöyle açıklar:
"Bunlar anlaşılmaz gizli sebeplerden ileri gelen fena hastalıklar olduğu için, cinlere ve şeytana nisbet edilerek 'cin tutmuş', 'şeytan çarpmış' denile geldiği de herkesçe bilinen bir şeydir. Bunların böylece şeytana nisbet edilmesi hakikat mı, mecaz mı olduğu meselesi ayrıca tartışma konusu yapılmış ise de burada asıl mânâ aşikârdır ki, fenalığın dehşetini ve gizli sebeplere dayandığını göstermektir."
"Bunlar faiz ile emek ve iş sahiplerinin çalışmalarının ürünü olan şeyi alıp, onunla geçindiklerinden tembellik içinde yatar, rahat ve hızlı bir şekilde uyanamazlar, hemen kalkamazlar; pek çoğu yataklarında şeytan çarpmış gibi saatlerce gerneşerek, ağzını, yüzünü buruşturarak, sendeleye sendeleye kalkarlar. Bütün hayatları faiz düşüncesi ile ve onun dedikodusu ile geçer, düştükleri zaman da bellerini doğrultamazlar…" (Hak Dini Kur’an Dili, Bakara, 275. ayetin tefsiri)
Mevdudi’nin Açıklaması Şöyle
Kur'an faizle borç vereni deli bir adama benzetir. Deli adam nasıl dengesizliği nedeniyle hâkimiyetini kaybederse, aynı şekilde borç veren kişi de para verirken o denli dengesini kaybeder ki, şuurunu yitirir. Onun akılsızlığı o denli büyüktür ki, benciliğinin ve açgözlülüğünün nasıl insan sevgisine, insan kardeşliğine ve dostluğuna kökten bir darbe vurduğunu ve insanlığın genel maslahatına zarar verdiğini farketmez. Birçok şeyi feda ederek zengin olduğunun farkına varamaz. İşte o da, bu dünyada sanki deli bir adam gibi davranır. Ahiret'te de aynı bu dünyadaki gibi deli olarak dirilecektir. Çünkü herkes hangi konumda ölmüşse ahiret'te o konumda dirilir.
Seyyid Kutub da Şöyle Diyor
Bu, gerçekten korkunç bir hamle ve son derece ürpertici bir tasvirdir. "...Şeytan tarafından çarpılmış kimseler gibi ayağa kalkarlar..." Hiçbir manevi tehdit, bu somut, canlı ve hareketli tablo kadar duygular üzerinde etkili olamaz. Şeytan tarafından çarpılmış ve donakalmış insan tablosu... İnsanların sıkça görüp bildiği bir tablo... Ayet-i Kerime, bu tabloyu, duyguların korkutulması konusundaki uyarıcı rolünü yerine getirmesi, faizcilerin duygularını harekete geçirmesi, onları sarsıp ekonomik düzenlerinin alışkanlıklarından ve kendilerine kâr sağlayan hırslarından çekip çıkarması için gözler önüne getiriyor. Bu tablo, eğitici etkisi bakımından yerine göre yararlı bir araç olduğu gibi aynı zaman da gerçek bir olguyu da ifade etmektedir. Gerçekte tefsirlerin büyük çoğunluğunda bu korkunç tablodaki "kalkış"ın, diriliş günündeki kalkış olduğu kanısı yer almaktadır. Ancak, bize göre, bu tablo şu yeryüzünde insan hayatında bizzat gerçekleşen bir olgudur. Ayrıca kendisinden sonra gelecek Allah ve Resulüne karşı savaşmaktan korkutan ayet-i kerimeye de uygun düşmektedir. Biz, şu anda bu savaşın varlığının sürdüğünü, faiz düzeninin ağına düşüp, hummaya tutulmuş gibi çırpınan sapık insanlığın başına musallat olduğunu görüyoruz.
Çağdaş kapitalist düzenin, geçen dört asırda, oluştuğu ilk günlerde bu konuda şüphe sözkonusu olmuş olsa bile bu asırların deneyiminde şüpheye asla yer kalmamıştır. Bugün içinde yaşadığımız dünya; aklı başında olan kişiler, düşünürler, bilginler ve araştırmacıların itiraf ettiği ve Batı uygarlığının merkezi olan bölgeleri dolaşan seyyah ve gözlemcilerin gördüğü gibi bu bölgelerdeki maddi uygarlığın tüm görkemine, sanayi ürünlerinin gelişmişliğine, gözleri kamaştıran maddi refahın tüm görüntülerine rağmen her yönüyle sıkıntı, ızdırap, korku, sinirsel ve ruhsal hastalıkların yaygın olduğu bir dünyadır. Üstelik bu dünya sürekli; yaygın, öldürücü ve sinirsel savaşların orada-burada bir türlü bitmeyen ızdırapların tehdidi altındadır.
Bu maddî uygarlığın, maddî refahın birçok bölgedeki kolaylığının, geçim sıkıntısının olmayışı ve rahatlığın dahi ortadan kaldıramadığı iğrenç ve uğursuz bir bedbahtlıktır. Görmemek için kendi kendine gözlerini perdelemeyen herkesin görmek istediği sürece yüz yüze geleceği bir gerçektir bu. Amerika, İsviçre ve maddi refahı olan birçok ülkede insanların genelde maddi açıdan bir sorunlarının olmadığı bir gerçektir. Ancak insanlar mutlu değildirler. Zengin oldukları halde sıkıntı, yüzlerinden okunuyor. Yoğun üretim faaliyetinde bulundukları halde doyumsuzluk hayatlarını yiyip bitiriyor. Bu doyumsuzluklarını kimi zaman çılgınlık ve haykırışlar ile, kimi zaman ilginç görüntü ve aykırılıklarla, kimi zaman da cinsel ve ruhi sapıklıklarla dışa vururlar. Ardından kaçına ihtiyacını duyarlar, kendilerinden, içinde yaşadıkları boşluktan, hayatın akışından ve nimetlerinden bir nedeni görülmeyen bedbahtlıktan kaçmaya başlıyorlar, intihar etmekle, çılgınlıklar yapmakla ve anormalliklerle kaçıyorlar. Sonra bu sıkıntı, boşluk ve hiçlik duygusu hiçbir zaman peşlerini bırakmıyor, rahat yüzü göstermiyor bu zavallılara... Niçin?
Tabiatıyla bunun başlıca sebebi, insanların dertli, ızdıraplı, sapık ve bahtsız ruhlarının, bunca maddi gelişmişliğe rağmen, ruhun gıdası olan imandan, Allah'a güvenden, bir de Allah'a imanın ve O'nun ahdine ve şartına uygun yeryüzündeki hilâfetin bahşedip çizdiği büyük insanlık hedeflerinden yoksun olmalarıdır.
Bu belli başlı ve büyük sebebin bir şıkkını da faiz belası ve gelişen ve fakat gelişmesinin iyilik ve bereketini tüm insanlığa aynı düzeyde dağıtmak suretiyle dengeli ve eşit bir şekilde gelişmeyen, ancak, bankalardaki bürolarına kapanan bir avuç para babası faizcinin menfaatini gözeten ekonomi belası oluşturmaktadır. Bu faizci para babaları sanayi ve ticareti, garantili ve belirli faizlerle borçlandırmakta, böylece sanayi ve ticareti belli bir yöne yöneltmektedirler. Bu yolun da ilk hedefi, herkesin onunla mutlu olacağı ve herkese düzenli iş ve garantili geçim sağlayacak ve herkese ruhsal güven ve toplumsal huzur hazırlayacak şekilde insanlığın sorunlarını ve ihtiyaçlarını gidermekten ziyade milyonların ezilmesi, yoksulluğu ve hayatlarının bozulması ve bütün insanlığın hayatına şüphe, sıkıntı ve korku tohumlarının ekilmesi pahasına da olsa en fazla kâr gerçekleştirecek üretimi sağlamaktır. Şüphesiz yüce Allah en doğrusunu söylüyor:
"Faiz yiyenler şeytan tarafından çarpılmış kimseler gibi ayağa kalkarlar..." İşte biz bu gerçeğin kanıtlarını dünyadaki pratik hayatımızda görebiliyoruz.” (Fî Zılâli’l Kur’an, Bakara 275. âyetin tefsiri)
Ali Küçük de Bu Âyeti Şöyle Açıklıyor
"Fâiz yiyenler ancak şeytan çarpmasından do­layı ne yapacağını bilemeyen ve ayakta da duramayan kimsenin kalktığı gibi kalkacaktır…" (2/Bakara, 275)
İflas eden bankaların önünde insanlıktan çıkmış bir vaziyette etrafla­rına saldıracak şe­kilde delirmiş insanları gördükçe âyetin ne kadar da güzel anlattı­ğını anlıyoruz.
Deli bir adam nasıl ki dengeli bir davranış sergileyemi­yorsa, ne yaptığını bilmez bir durumdaysa aynı şekilde fâizle in­sanların kanlarını emebilmek için onlara borç veren kişi de bu ge­lire ulaşabil­mek için o kadar dengesini kaybeder ki şuurunu kay­beder. Para hır­sıyla aklı gitmiş, gözü dönmüş vaziyetiyle bu ada­mın çevresine nasıl zarar verdiğini bir düşünün.
Bir de bu dünyada şeytan bazı insanları çarparak onları Al­lah yolundan uzaklaştırır. Bakın Sâd sûresinde bir âyet-i kerîme­sinde Rabbimiz bu hususu şöyle anlatır: "İblis dedi ki: "Senin izzetine yemin ederim ki on­lar­dan, ihlâslı (seçkin) kulların müstesna hepsini azdı­ra­cağım." (38/Sâd, 82)
Fâiz yoluyla insanların mallarına göz dikenler, bu yolla kan içenler hem dünyada hem de âhirette şeytanların çarpmasına maruz kalacaklardır. Dünyada akıllarını, fikirlerini, zamanlarını sırf para ka­zanmanın peşine takıp, maldan, paradan, kazanmaktan başka bir şey düşünemez hale geldikleri için aklı başında normal insanlar gibi hare­ket edemezler. Aklı başında in­sanlar onları gördükleri zaman denge­sizliklerini, anormalliklerini hemen anlarlar. İşte görüyoruz dünyalık elde edeceğiz diye, daha çok para kazanacağız, daha lüks yaşaya­cağız diye borsaların pe­şine, dükkânların, tezgâhların peşine takılmış, bir oraya bir buraya koştururken durup düşünecek, Allah’ın rızasını kazanacak, ilim öğrenecek, çoluk çocuğunu müslümanca eğitecek en küçük bir zamanları bile kalmamış insanlar bunlardır. Şeytanın kötü vurduğu insanlar. Bu bunların dünyadaki halleridir, âhirette ise bunla­rın du­rumu çok daha korkunç olacaktır. (Ali Küçük, Besâiru’l Kur’an, Bakara 275. âyetin tefsiri)
Sâranın Tıbbî Hastalık Olduğu Bilinmediği Zamanlardaki Müfessirlerin Görüşü
Eş'ari, ehl-i sünnet ve’l cemaat makalelerinde der ki, "cin sâralının bedenine girer." Allahu Teâlâ'nın da ayette buyurduğu gibi; "Faiz yiyenler ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar." (2/Bakara, 275)
Taberi tefsirinde, Sûre-i Bakara'nın 275. ayeti için "sâra ve cin çarpması" demektedir.
Kurtubî, "bu ayet cinin insanı çarpıp sâralattığına işarettir" der. Kurtubî, sâranın cinlerden olduğunu inkâr edip doktorluk olduğunu iddia edenler delidir demektedir. Kurtubi’ye göre günümüzdeki bütün doktorlar, araştırmacılar, ilim adamları deli kabul edilmelidir. Çünkü onlar, ilmî verilerle sâranın tıpla ilgili bir hastalık olduğunu, bunun bilimsel verilerle ispatlanmış olduğunu kabul ederler.
Bu meşhur eski müfessirlerin bu görüşlerinde isabet ettiklerini söylemek mümkün değildir. Kur’an’ı merkez alıp onu hakem kabul eden bir kimsenin bu görüşleri delil kabul etmesi sözkonusu olamaz.
Sonuç: Kur’an’da hiçbir âyet, sihrin insanın iradesine rağmen, insana şeytan veya cinlerin musallat olmasına, insanın hareketlerine yön vermesine, sihrin insanı ve eşyayı değiştirebileceğine dair Kur’an’da hiçbir âyet olmadığını gördüğümüz gibi, Bakara 275. Âyeti de bu hükme ters bir hüküm verilmesiyle ilgili delil teşkil edecek hiçbir şey yoktur.
 

Bu yazı toplam 3820 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar