Selâhaddin Çakırgil
’Şımartılmış korkak çocuk’, artık rüşde erdi mi?
Yunanistan.. Türkçede ’yunan’ dediğimiz kavmin, ’hellen’lerin yaşadığı coğrafyalar olarak ve yunancadaki ismiyle ’Hellas’, Avrupa dillerinde ise, genellikle Greece, Grèce, Griechenland vs. diye anılan ülke..
Bu ülke, son yıllarda ağır dış borçlarıyla ve aldığı kredileri ödeyememek durumunda kalmasıyla ve hükûmetlerin arka arkaya devrilmesiyle ve hiç beklenilmeyen bir şekilde (Radikal Sol Güçler Koalisyonu) Syriza Partisi’nin ve onun lideri olan Aleksis Çipras’ın, 25 Ocak 2015 tarihinde yapılan seçimlerde, ’İ elpida erhete’ yani ’Umut geri dönüyor’ sloganı ile ve Avrupa Birliği’nin dayatmalarına karşı meydan okuyan bir kampanya sonunda iktidara gelmesiyle dünya gündeminde yoğun şekilde yer aldı..
Çipras, başka çaresi kalmayan bir kimsenin, toplumun ve hattâ her bir canlı organıizmanın beklenmedik tepkiler vermesinde olduğu üzere, olmak ya da olmamak mücadelesine atılmak gereğinin ilginç bir direniş örneğini verdi ve o ağır baskılara, ’battı balık yan gider..’ havasında, 5 Temmuz günü yapılmasına karar verdiği referandumla karşılık vermeyi denedi.. Yunan halkı, Avrupa Birliği’nin, daha doğrusu o birliğin lokomotifliğinin üstlenen Almanya’nın baskılarına ya, ’Evet /NAİ’ diye teslim olacak, ya da, ’Hayır/ OXI’ deyip, fırtınalı bir denizde karanlık bir gecede, belirsiz bir istikamete doğru yol almayı deniyecekti..
Yunan halkı, Çipras’ın çağrılarına uygun olarak yüzde 61’le‚ ’OXI/ Hayır!’ dedi ve böylece, Avrupa Birliği/ Almanya, tam bir şoka girdi.. Çünkü bunun mânâsı, ’borçlarımızı ödeyemiyoruz, ödemiyeceğiz..’ mânâsına gelen ve ’Avrupa aklı’nın işine geldiği zaman kutsadığı demokrasiye de uygun olarak çekilmiş bir rest havasındadır.
Şimdi bundan sonra, nasıl davranacağını taraflardan kimse bilmiyor. ’Otomobilin ardından koşan köpek, sonra otomobilin üzerine çıkmaya çalışır da, çıkarsa ondan sonra ne yapacağını bilemez.’ benzetmesini çağrıştıran bir tablo.. Otomobilin içindekiler ise, halkarının vergilerinden alıp Yunanistan’a kaptırdıkları 360 milyar Euro’nun hesabını nasıl vereceklerini bilememenin şaşkınlığındalar…
Bu gün karşılaşılan tablo, gerçekte, Yunanistan’ı bu zamana kadar antik yunan medeniyetinden beslenen ütopik destanlarla kışkırtmış, desteklemiş ve yaptığı her yaramazlığı sempatiyle karşılayıp sıvazlamış olan Avrupa’ya, tarihin çıkardığı ağır bir faturadır.
*
2500 yıl öncelerden bugüne kalan ve gerçekten de gözalıcı tarihî kalıntılarıyla, dev eserleriyle, heykelleriyle, mimarî eserleriyle, seyredenleri bugün de hayrete düşüren ilk çağın kalıntılarını koynunda barındıran, ama, özellikle Bizans’ın dünya sahnesinden tarihin karanlıklarına atılmasından sonra, ve 400 yıla yakın biir süre Osmanlı hâkimiyetinde yaşamış ve artık dirilemiyeceği sanılan, derin bir sofistik uykuya dalmış diyarlar..
O kadar ki, edebiyatta romantizm akımının öncülerinden sayılan fransız yazar ve diplomatlarından François Chateaubriand (Fransuva Şatobrian) miladî-1805’de Paris’den başlayan ve Kudüs’e kadar uzanan ve tekrar Paris’de noktalanan arasında 3 yıllık seyahatini ve gözlemlerini anlattığı eserinin Yunanistan bölümünü anlattığı kısımlar ayrıca ilginçtir.
O kadar ki, Chateaubriand, o eski yunan kültür ve medeniyetinin mirasçıları sayılan halkın, bu halk mı olduğunu sormaktan kendisini alamaz ve onların‚ ’türk paşaları’ karşısında süklüm-püklüm olmuş, korkutulmuşu, sindirilmiş, tembel, hareketsiz, uyuşmuş bir toplum manzarası çizdiğini ve bu kitlelerin bir daha uyanmasının neredeyse imkansız olduğuna dair ümidsizliğini dile getirir.
Halbuki, o yıllarda Avrupa’da artık, helenistik dönemin o gözalıcı mimarî ve edebî kalıntıları yeniden keşfedilir ve çılgın bir ’hellenismus / yunancılık’ cereyanı ve aşkı başlar.. Şairler, yazarlar, mütefekkirler, bu diyarların Avrupa kültür ve medeniyetinin temeli olduğunu, Avrupa kültür ve medeniyetinin, ’Roma nasyonalizmi, Hellen idealizmi, Hristiyan sosyalizmi ve Germen personalizmi /şahsiyetçiliği..’ şeklinde tarif edilen aslî temellerinden birisini de ’hellenismus’ idealinin oluşturduğunu yazarlar.
Bu arada 1789-Fransız İhtilali’nin hemen bütün Avrupa’da estirdiği nasyonalizm/ kavmiyetçilik rüzgarları Hellen halkına da ulaşır..
Hattâ o kadar ki, ünlü ingiliz şairi Lord Byron, o hellenistik aşk ve heyecanla yola çıkar ve 1823’lerde, (Osmanlı toprakları olan) Yunanistan’a gelip, oradaki ilk isyan kıvılcımlarının tutuşmaya başlatıldığı sırada, o çatışmalara katılır ve ölür. Yahya Kemâl’in çocukluk yıllarını anlattığı ’Açık Deniz’ şiirinde,’Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;/ Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum./ Kalbimde vardı „Byron“u bedbaht eden melâl../ Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde, lâl…’ denilerek o Byron’a da değinilir.
İlginç olan şu ki, 1805’lerde Chateaubriand’a umutsuzluk veren uyuşuk bir toplum, nasıl olur da 15-20 sene sonra, Osmanlı’ya başkaldıracak ve onu ’pess..’ ettirecek kadar yürekli bir hale gelir. Ancak, 1821-28 arasında Etniki Eterya ve emsali örgütlerin öncülüğünde patlak veren Yunan İsyanı’nın yine de başarı sağlaması mümkün gözükmezken; isyanın Mora Yarımadası’ndan kuzeye doğru ve de Girit adasına sıçraması sonunda, 1827 yılında Rusya, İngiltere ve Fransa donanmalarının ortak bir operasyonla, Osmanlı Donanması’nı Navarin’de yakmasıyla, o zamana kadar Osmanlı karşısında tutunmakta zorlanan Yunan isyancıları rahatlarlar. Özellikle Rusya’nın baskısıyla da Osmanlı, 1829 yılında imzalanan Edirne Andlaşması’yla Yunanistan’ın istiklalini tanımak zorunda kalır.
*
Elbette, ilk bağımsızlık sonrasındaki Yunanistan’ın, bugünkü Yunanistan sınırlarına sahib olmadığı da hatırdan çıkarılmamalıdır. Ama, yunan ya da rum halkının yaşadığı yerlerde, artık isyan ve istiklal ateşi bir kez ateşlenmiştir, söndürülmesi kolay olmayacaktır. Nitekim, Girit İsyanı 1856’lara kadar uzanacaktır. (Kazancakis, bir romanında, o başkaldırıyı, kendi açılarından çok çarpıcı şekilde anlatır. Ve siz, onu okurken, ’Ey benim eğri, keskin kılıcım, Sen Osmanlı’yı iyi kesersin..’ şeklindeki marşların tarihin derinliklerinden kulağınıza geldiğini duyar gibi olursunuz..)
Bu arada unutulmaması gereken bir diğer savaş ise, 1897’deki Osmanlı-.Yunan Savaşı’dır. Yunan orduları, Osmanlı’ya saldırır ve esasen öteden beri Osmanlı topraklarına sık sık baskınlar da yapmakta, çete savaşlarıyla sınırları zorlamaktadırlar.
O zaman, Sultan II. Abdulhamîd, Osmanlı ordusunu Gazi Edhem Paşa komutasındaki yola çıkarır ve Osmanlı Ordusu bir ay sonra, Atina’ya girer..
İşte o zaman, bütün Avrupa ayağa kalkar.. Avrupa medyası, mâsum yunanlıların nasıl katliâm olunduğuna dair feryadları yükseltir. Osmanlı, nihayet, sadece saldırganın dersini vermiş olmaktan başka bir sonucu olmayan o savaştan elçeker, sulh masasına oturulur. Bütün kazanımlar, barış masasında, ’Duvel-i Muazzama’ denilen Avrupa devletlerinin dayatmasıyla, ’sıfır’ olur.. Osmanlı, hiç bir şey kazanmaksızın, savaş öncesi sınırlara çekilir.
*
Selanik’in Osmanlı elinden çıkması ise, 1913’tür. Evet, sadece 102 yıl önce.. Ve 450 yıl Osmanlı’nın elinde kalan bu şehrin elden çıkışının 100. yıldönümünde bile doğru dürüst bir ilgimiz olmadı.. (Selanik’deki Osmanlı Kumandanı Hasan Tahsin Paşa, şehri bulgar ordusunun işgal etmesi an meselesiyken, onlara duyduğu derin düşmanlığın etkisiyle, ’Ben bu şehri bulgarlara bırakmam..’ diyerek, yunan ordusuna bırakır. Onun için de, Selanik’de Hasan Tahsin Paşa’nın heykeli dikilmiştir ve bugün de ayaktadır. Eğer, Selanik Bulgaristan elinde olsaydı, ne, nasıl olurdu, bilinmez; ama, en azından, Türkiye ile Yunanistan’ın kara bağlantısı kalmaz ve Bulgaristan da direkt olarak Ege Denizi’ne ulaşmış olurdu.)
12 Ada ise, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra önce İtalya’nın eline geçer; İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru ise, o savaşın içinde kazanan tarafta yer aldığı için, Yunanistan’a bir ikram olarak sunulur. (Türkiye ise, o savaşta tarafsız kaldığını ilan ettiği için, bu duruma seyirci olmak zorunda kalır.)
500 yıla yakın bir süre vatan edinilmiş olan diyarlardan, Balkan Savaşları , Birinci Dünya Savaşı ve 1919-22 arası Anadolu’yu da işgale yeltenen Yunan ordusuna karşı verilen Yunan Savaşı sonrasında nice yerler kaybedilir ve 1923-Lousanne (Lozan) Andlaşması’yla iki taraf arasında bugünkü sınırlar kurulur.
Ama, sonra da, iki ülke arasında 1955’lerden itibaren Kıbrıs Buhranı çıkar ortaya.. O buhran konusu, hâlâ da berdevamdır.. 1994’lerde ise, Ege Denizi’nde sadece 800 metrekare olan bir küçük Kardak Kayalığı’ndan dolayı bile iki ülkenin orduları, donanmaları nereyse savaşın eşiğindeyken, Amerikan müdahalesiyle döndürülür.
Yani, Osmanlı’nın özellikle son yüzyılıyla Türkiye’nin 1923’lerden bugüne kadarki zaman diliminde Yunanistan temel sürtüşme ve problem kaynaklarından birisi oluşturmuştur hep.. Ve Yunan siyasetçileri de, her ne zaman bir sosyal sıkıntı ile karşılaşsalar, hemen Türkiye’yi suçlarlar, kendi kamuoylarına, ’Türkiye’nin Yunanistan’ı işgal edebileceği korkusu’nu pompalarlar. 350- 400 yıla yakın bir süre Osmanlı hâkimiyetinde yaşayan bir halkın sosyal hafızasında bu korkular elbette bir karşılık bulur.
Tarihî geçmişi dolayisiyle Osmanlı ve Türkiye karşısında korkak, ama Avrupa tarafından hep korunup şımartılmış olan bir Yunanistan.. Avrupa bugün o şımartmalarının bedelini ödüyor.
*
Yunanistan o şımartılmışlığın teşvikıyle on yıldan fazla zamandır, AB’yi bir kene gibi emdi.. Hattâ, geerçek değil, plastik zeytin ağaçları görüntüleriyle ziraat yapıldığı kandırmacasına bile başvuran ve onmilyarlarca Euro’luk kredi aldıkları anlaşılan bir ülkenin entrikaları bile, aylarca gülümsemeyle karşılanmıştı..
Memurların mesaîye bir saat kadar geç gelmeleri önlenemeyince, vaktinde veya diğerlerinden erkence gelenlerin ödüllendirilmeye bile başlandığı komik durumlar yaşandı.
Eski Dışişleri bakanlarından Theodore Pangalos, iki yıl önce yazdığı ve, ’Paraları Birlikte Yedik -Mazi Ta Fagame’ adıyla piyasa sürdüğü kitabında tabloyu bütün çıplağıyla ortaya koydu. Pangalos, kendisine yönelik eleştirilere karşılık verirken de, ’Aslında kitabın adı ’paraları hep beraber yemeye devam ediyoruz’ şeklinde olmalıydı. Çünkü, bu yolsuzlukları bildikleri halde kimse, ’Biz yolsuzluk yapıyoruz.’ demedi.. Hepimiz sorumluyuz..’ diyordu.
*
Avrupa Birliği, şimdi, Yunanistan’ı hele de Euro’dan çıkarsa bir türlü, çıkarmasa bir türlü..
Çünkü, çaresizliği güce dönüştüren ve âdeta, züğürtçe bir meydan okuma yoluyla siyasî rüşd’ünü isbat etmeye çalışan Çipras’ın şahsında, şimdi Yunan halkı da yüzde 61’lik bir açık oy desteğiyle, Avrupa’ya kafa tutmanın hazzını yaşıyor.
Bundan sonrasında.. Daha da kötüsü, AB’den onmilyarlarca, yüzmilyarlarca Euro’luk krediler almış veya borçlanmış başka ülkeler de aynı yöntemi takib ederlerse, o zaman n’olacak? Ve o kredileri vermediği zaman da, AB’nin sanayi devleri kendi ürünlerini kime, nasıl satacaklar?
Yunan halkına ’Kalimera (iyi günler)’ denilebilir mi, bunu kestirmek henüz erken; ama, Merkel ve Avrupa Birliği’ne ’Kalispera’ (iyi akşamlar..) demek için vakit çok erken sayılmaz..
*
dirilişpostası