Ahmet Taşgetiren
Siyasette kritik bir hamle
Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümü ile ilgili çıkışından söz ediyorum. Diyor ki Kılıçdaroğlu: “Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz. İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Eğer bu sorun çözülecekse meşru bir organla çözebiliriz””
Sürpriz bir çıkıştı, evet.
Bu çıkışa önce HDP’den bir cevap geldi. Sezai Temelli “HDP tamam ama, asıl muhatap İmralıdır” dedi. Temelli’nin çıkışı HDP’de bile yadırgandı, bu sözlerin HDP’yi bağlamadığı açıklandı.
Ardından Selahattin Demirtaş, cezaevinden bir açıklama gönderdi, ona göre de “Meşru muhatap HDP idi, çözüm yeri de Meclis’ti.” Demirtaş ayrıca ilgili herkesle görüşülmesini öneriyordu. Demirtaş isimlendirmedi ama, İmralı ya da Kandil’in konunun tarafları arasında olduğunu görmezden gelemezdi.
Buna rağmen, Kılıçdaroğlu’nun çıkışına katkı sunarken Kandil’i ya da İmralı’yı anmaması belli bir dikkati yansıtıyordu.
HDP Eş Başkanı Mithat Sancar’ın açıklaması da Demirtaş’a benzerdi, o da “Çözümün adresi Meclis’tir, hiçbir aktör göz ardı edilemez” diye konuştu.
Kılıçdaroğlu’nun çıkışını “ince bir hamle” diye yorumlamamın tabii ki bir sebebi var. Şöyle ki:
Önümüzdeki siyasi süreçte en kritik konumun HDP’ye ait olduğunu herkes biliyor.
İktidar Millet İttifakı’nı HDP üzerinden vurmak istiyor. Söylem şu: HDP Kandil’in uzantısı, HDP ile iş birliği terörle iş birliği anlamına gelir. CHP HDP’yi meşrulaştırmaya çalışıyor. İyi Parti’nin buna karşı çıkması gerekiyor vs…
Bu söylemle hem HDP ile Millet İttifakının iş birliği yapmasının önüne geçiliyor, hem İyi Parti “HDP kıskacı”na alınıyor, hem de CHP’nin Kürt sorununa mesafeli olduğu var sayılan Atatürkçü tabanında tereddütler uyandırılıyor.
Kılıçdaroğlu bu çıkışı ile öncelikle HDP’nin “meşruiyeti”ni öne çıkarıyor. Ardından İmralı ya da Kandil’i illegal yapılar olarak dışlıyor. Yani bir anlamda HDP ile İmralı ve Kandil arasına mesafe koymuş oluyor.
Bu mesafe reel midir? HDP dünyasında Kılıçdaroğlu’nun “İmralı parantezi” mi karşılık bulur, Sezai Temelli’nin “İmarılı’ya sahiplenmesi” mi?
Temelli’nin çıkışını HDP’nin kurumsal olarak sahiplenmemesi ilginç.
Demirtaş’ın sıcağı sıcağına cezaevinden yaptığı açıklamada Kılıçdaroğlu’na paralel ifadeler kullanması ilginç.
Bence daha ilginç olanı, İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Müsavat Dervişoğlu’nun bu gündeme bir açıklama ile iştirak etmesidir. Dervişoğlu’nun Habertürk gazetesi yazarı Muharrem Sarıkaya’ya söylediklerini aynen alalım:
“HDP’li TBMM Başkanvekili oturumları yönetiyor ve hepimiz de onun yönetimine katılıyor muyuz? Bu meşru mu, gayrimeşru mu tartışmasına en iyi cevaptır.”
Aslında Dervişoğlu’nun altını çizdiği HDP’li bir Başkanvekilinin Meclis’i yönettiği, diğer tüm parlamenterlerin de o başkanvekilinin yönetimine tabi olduğu hususu çok açık bir gerçektir. Yani Meclis’te Ak Partililer ve MHP’liler dahil hiçbir milletvekili, “Ben HDP’li bir başkanvekilinin yönetimi altında vekillik yapmam” gibi bir tavrın içine girmiş değil. Peki o zaman HDP’ye yönelik meşruiyet sorgulaması neden?
İşte Kılıçdaroğlu bir anlamda İyi Parti’nin böyle bir gerçekle kamuoyu önüne çıkabilmesinin önünü açmış oluyor.
Kandil ya da İmralı konusuna gelince, orada da bir yandan çözüm sürecinde Kandil ve İmralı ile kurulan ilişkiler sebebiyle iktidarın Ak Parti kanadına ve Çözüm Sürecine en sert itirazı yapmış olan MHP’ye bir gönderme var.
Aslında Çözüm Sürecinde Akil İnsanlar Heyetinde görev almış birisi olarak ifade etmem gerekirse, terörü bitirmek ve silahlı grupları dağdan indirmek için İmralı ya da Kandil ile en azından istihbarat elemanları aracılığı ile görüşmeler yapmak kaçınılmazdı. Orada HDP’nin bizzat iktidar tarafından aracılık misyonuna soyundurulması da işin mahiyeti gereği idi.
O zaman da açıkça ifade ettiğim gibi yanlış olan, İmralı ya da Kandil ile silahların bırakılması ile “Kürt sorununun çözümü”nün birlikte ele alınması ve bir tür kademeli sürece bağlanmasıydı. O zaman da çok çok yazdım: Kürt sorunu PKK ile müzakere edilmemeli, Kürtlerin tabii – insani hakları pazarlık konusu yapılmadan re’sen verilmeli.
Pazarlık yapıldı, PKK İmralı’yı devre dışı bıraktı, Amerikan fitnesi ile Suriye denkleminin devreye girmesi ve özyönetim, hendek çılgınlığı ile süreç akamete uğradı.
Geldik yeniden HDP’nin Meclis’in üçüncü partisi olduğu, Kürt oylarının orada odaklaştığı, yani göz ardı edilemeyen bir Kürt siyasi varlığının siyaset matematiğini etkilediği Türkiye gerçeğine.
Aslında iktidar da, İstanbul mahalli seçimlerinde görüldü ki, Kürt oylarını göz ardı edemiyor.
Türkiye artık içerde – dışarda boyutları bulunan uluslararası nitelik kazanan o meseleye akıl yoluyla çözüm bulmak zorunda. HDP’nin meşru bir parti olması, öyle kabul edilmesi o rasyonel çözümün bir parçasıdır.