Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Size bir hikayem var arkadaşlar!

Derin Gerçekler

Bakmayın Ankara’nın durumdan rahatsız göründüğüne ya da batılıların, bu durum her iki tarafında işine yarıyor. Ankara’nın AB’ye adaylık süreci, göçmen sorunu, İnsan hakları ve demokrasi; PKK, PYD, FETÖ; Yargı, KKTC konusu, Suriye ve mülteci konusu hepsi aslında bu oyunda tarafların elindeki pazarlık konuları. Taraflar birbirlerini çok iyi biliyorlar. Evet “Onlar, Türkiye’yi istiyorlar, Türkiye’de sizi/bizi değil”. Onun için bizi Sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürd, Şeriatçı-Laik tartışmaları ile oyalayarak ellerinde tutmak, bu arada da tarihi misyonumuz yanında ucuz asker, ucuz içi, göçmen bariyeri, savaş paratoneri, sıçrama tahtası olarak da kullanmak istiyorlar. Size mantıksız gibi gelen şeylerin aslında bir mantığı var. Ama biz bu gerçekleri, bilmek, anlamak, görmek istemiyoruz. Hem de bir asırdır.

Biz batıdan ayrılamayız. Her darbenin arkasında onlar var, darbelere karşıyız ama biz celladına aşık bir ülkenin halkıyız. Onlar FETÖ’yü örgütler, onlar PKK’yı eğitir, donatır, ama biz onlardan vazgeçemeyiz. Bakın, bugün size bir asrı aşan bir karşılıksız bir aşkın hikayesini anlatacağım. Biz rakıyı içinde onlarla kardeş olduğumuzu anlıyoruz da, biz içmeden de sarhoşuz, içmeyenimiz de sarhoş galiba.. Sanırım siyaset de sarhoş ediyor, aklımızı başımızdan alıyor bizim. Okul mu, Media mı, siyaset mi efsunladı bu halkı, ya da ipnoz etti bilmiyorum.

Lozan’ın imzalanması 24 Temmuz 1923’te 101 yıl önce imzalamışız. Lozan’ın havası bizi çarpmış olmalı. Erzurum, Sivas Kongresi’nden çıkan karar Hilafet ve saltanatın kurtarılması içindi, 1. Meclis Meclis-i Mebusanın devamı idi. 1. Meclisin açılışında kapıda daha sonra “irtica bayrağı” diye nitelenen üzerinde kelime-i tevhid yazan Hilafet sancağı da asılı idi. Meclisin kürsüsünün arkasında bir ayet asılı idi, üzerinde “Ve emruhum şura beynehüm” yazan. Mustafa Kemal, “Heyet-i Temsiliye adına” Vahdeddin’e “Halife ve Hakan efendimiz” diye mektuplar yazıyordu. (Bakınız; Cumhuriyete giden yol, A. Dilipak, Kayıt Yayınları).. 1 Meclisin açılışı Hacıbayram’da yapılan dinî bir törenle yapılmıştı, hatimler ve dualarla yapılan açılışta, Kuvayı Milliyet ve Müdâfaa-i Hukuk cemiyetlerini temsilen gelen Milletvekillerinin çoğu sakallı ve sarıklı idi.

23 Nisan 1920’de böyle açılan meclis açık oy gizli tasnif, kanuna göre karar veren değil, verdiği karar kanun sayılan, bazan savcısı, avukatı, temyizi de olmayan mahkemelerin gölgesinde 29 Ekim 1923’te önceki meclisin tam tersi bir durum ortaya çıktı. TEK PARTİ var ve sadece Parti üyeleri oy kullanıyor. Adaylar TEK ADAM tarafından belirleniyordu. Batıdan tercüme kanunlar, gerekçesiz olarak ve tercüme hataları ile Meclis’e sevk ediliyor, müzakeresiz bir şekilde oy birliği ile kabul ediliyordu. Uğur Mumcunun bir gülmece dergisinden aktardığı rivayet edilen Traji komik durum, ağlanacak hâlimize güldüğümüzü gösteren bir garabet olarak hafızalarımıza çakılıp kaldı: Evet “Türk vatandaşı İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemelerine göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve sadece İslam hukukuna göre gömülen kişidir” Mizah konusu olan bu anlatı değil, aslında siyasi gerçekliktir.

Kemalizm ve Tek parti / Tek adam dönemi uzun bir tartışma konusu. Dilimiz Agop Dilaçara, Türkçülüğümüz, Moiz Kohen ve Lazaro Franco’ya emanet. Mustafa Kemalin “Atatürk imzası”nın kaligrafisi Vahram Çerçiyan’a ait.

19 Mayıs 1919’dan 1 ay önce yıkılan, 18 yaşındaki kadın ve erkeklerin oy kullandığı “Kars İslam Cumhuriyeti”nin parlamento seçimlerinden söz etmeyeceğim, ya da Mustafa Kemali Samsun’a götüren Bandırma gemisinin kim tarafından niçin yok edildiğini de sormayacağım. Zaten Mustafa Kemal 10 Kasım 1938’de öldü. 2. Dünya savaşı 1 Eylül 1939’de başladı, 2 Eylül 1945’te bitti. İsmet Paşa’ya Tahran’da “sen bir kenarda dur” dediler. Tahran, Yalta, Postdam derken savaş başladı ve bitti.

ABD’deki Türk büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün, 11 Kasım 1944’te Washington’da kalp krizi geçirerek vefat etti ve askeri bir törenle ABD’de Arlington mezarlığına gömüldü. 6 ay sonra ABD Donanmasına bağlı USS Missouri Zırhlısı 5 Nisan 1946 - 9 Nisan 1946 tarihleri arasında, SSCB'nin Boğazlar üzerindeki talepleri sürerken İstanbul'a geldi. Bu ziyaret ‘yakın tarihimiz’de bir dönüm noktasıdır. Münir Ertegün'ün naaşı Missouri Zırhlısı ile İstanbul'a getirilerek aslında Rusya’ya, Türkiye ile ABD arasında bir iş birliği olduğu mesajı verilmiş oluyordu. Ve öyle de oldu. Artık Türkiye çok partili döneme geçecek ve “Küçük Amerika olma hayalleri” kurulmaya başlanacaktı. İsmet Paşa’nın 2. Adamlığı Mustafa Kemalin ölümü ile başlayan 2. Dünya savaşı ile devam eden, savaşın bitmesi ile de hukuken bitse de fiilen sona eren bir dönemdir.

İsmet Paşa dönemini eleştirenlerin çoğu, daha öncesini eleştirmeye cesaret edemeyenlerdir. Tamam varlık vergisi, yol vergisi, ekmek karnesi hepsi doğdu, hatta az bile de olanların hepsi, daha önceki dönemin artçısı hadiseler. Mustafa Kemal öl(dürül)meden önce, İsmet Paşa’nın öl(dürül)düğünü zannediyordu. Onu MK’nin emri ile kurulan Komunist Partisinin kurucusu, İttihat Terakkinin akıl hocalarından Nakşi Şeyhi (!?) Küçük Hüseyin efendinin Müridi Fevzi Çakmak paşayı önce saklamış, Mustafa Kemal öldükten sonra da sakladığı yerden getirip Mustafa Kemalin yerine geçirmişti!? Bugüne gelirsek köprü- yol parası dünkü yol vergisinden daha fazla. Bu da siyasetin garip cilvelerinden biri. İnşallah Karbon vergisi, Karbon ayak izi, Performans Pass diye Ata tohumunun kökünü kurutup, sentetik ete, ekmeğe mecbur bırakıp onu da karneye bağlamazlar.

Kuzey Atlantik Antlaşması'na dayanarak kurulan NATO Komünizme karşı kurulan uluslararası askerî ittifaktır. Kuruluş tarihi: 4 Nisan 1949, Washington, DC, ABD. Türkiye Soğuk Savaş sırasında ittifaka katılan dört üyeden biridir. Türkiye 18 Şubat 1952’de Yunanistan’la birlikte üye oldu. NATO Cumhurbaşkanlığı sitesinde: "NATO ve Atlantik ötesi bağ, Avrupa-Atlantik bölgesinde barış ve istikrarın sağlanmasında, demokrasinin, gönenç ve özgürlüklerin korunmasında belirleyici rol oynamıştır” şeklinde tanımlanıyor. Herhalde Kapitalizmin ve darbelerin, terörün arkasındaki ülkelerin bloku olarak tanımlanacak değildi. 3 yıl sonra hem zaten aynı ülkü, ideal uğruna aynı cephede, aynı hedefe yürüyen, dost, müttefik, stratejik ortak değil miyiz!? Biz daha NATO ya üye olmadan önce 10 Kasım 1950’de Kore’ye, ABD’nin yanında savaşmak üzere asker gönderdik. Niye taaa Türkiye’den derseniz, daha ucuzunu bulamamışlar

Bugün hala NATO’nun “Ucuz askeri” olarak ittifakın en sadık üyelerinden biriyiz. Onlar FETÖ’ye, PKK’ya, PYD’ye sahip çıksalar da!

Kore savaşında başından Temmuz 1953'teki ateşkese kadar geçen sürede toplam 14.936 Türk askeri Kore'de görev almış. Bunların 721'i vefat etmiş, 175'i kaybolmuş, 234'ü esir düşmüş ve 2147'si yaralanmış. Türkiye bu savaşta % 22'lik zayiat vermiş. Bu sonuç ülkemizi ABD'nin ardından 2.sıraya düşürmüş. BM komutasında katıldığımız bu savaşta Türk Tugayı’nın Kod adı: Şimal Yıldızı ya da Kutup Yıldızı. Kore Savaşında (25 Haziran 1950-27 Temmuz 1953) Türk Ordusu'nun Kunuri Muharebelerinde Amerikan 8'inci Ordusu'nu İmhadan Kurtarması ABD’de Türkiye konusunda olumlu bir hava doğmasına sebep olmuştu.

1969 yılına gelindiğinde Kıbrıs’ta Rumların yapmış olduğu katliamlardan sonra BM ve ABD'nin kayıtsız kalmasına içerleyen Kore savaş gazisi, kahramanlığı ile ABD’de gündem olan HACI ALTINER bir açıklama yaparak; "İnsan hakları uğrunda Kore'de müttefiklerimizle omuz omuza, birbirimiz için can verdik kan döktük. Ancak bugün Kıbrıs’ta BM’nin vaatlerini tutmadığını görüyorum. Kızıl Çin akınını 13 saat durdurup, panik halindeki Amerikan kuvvetlerinin yeniden cephe almasını sağlayan Kore Türk Tugayı'nın bir askeriyim. İcap ederse Kıbrıs’ta yine bu durumu muhafaza etmeye hazırım" diyerek bizzat ABD Başkanı tarafından kendisine verilen Gümüş Yıldız Madalyasını, Kore Cumhurbaşkanının liyakat madalyasını, BM hizmet madalyasını, Fransız Légion d'honneur nişanını, Amerika'nın muhtelif şehir ve eyaletlerinin kendisine verilen altın anahtarlarını ve madalyalarıyla, fahri vatandaşlık unvanlarını sahiplerine iade eder.

Missouri Zırhlısı 5 Nisan 1946’da gelmesinden önce ABD ile köprüler kurulmuştu. 1949 yılında Türkiye ile ABD arasında, Missouri’nin gelişinden 1,5 yıl sonra 27 Aralık 1947’de imzalanan bir anlaşmanın ardından, TBMM’den 13 Mart 1950 tarihli 5596 sayılı yasa çerçevesinde Fullbright komisyonu Türkiye’de de faaliyete başladı. Sovyetik bir akılla yönetilen Köy enstitülerinin kapatılması ve “TSE damgalı bir İslam”ın misyonerliği için “İmam Okulları”nın açılması da bu dönemde Kirby raporu ile gündeme geldi. DP, “Küçük ABD olma” hayalleri ile ABD ve İngiltere’nin tavsiyesi ile şekillendi. DP ara dönemde Revizyonist bir hareket için kullanıldı ve 60’da bu kez Devletçi siyaset ve ekonomi yerine, karma ekonomi ve çok partili döneme geçildi.

1952 yılında ABD’nin görevlendirmesi ile NATO, CIA ve Pentagon’un rehberliğinde “psikolojik harb” için çalışmalar başlatıldı. İlk olarak "Hususi ve Yardımcı Muharip Birlikleri" adı ile kurulan örgüt 1953’te “Seferberlik Tetkik Kurulu” adını aldı. 1970’te ise “Özel Harp Dairesi” adını almıştı. SOĞUK SAVAŞ dönemi zaten başlı başına rezalet. TSK da Siyaset de MİT de MGK üzerinden büyük ölçüde NATO yönergeleri ile yönlendirilmeye başladı.

Yıl 1954. RCD / “Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği” (Regional Cooperation for Development-RCD), ABD ve İngiltere’nin teşviki ile Türkiye, İran ve Pakistan arasında bölgesel iş birliğini güçlendirmek amacıyla 2 Nisan 1954’de kuruldu. 1985'te RCD'nin bir uzantısı olarak “Ekonomik İşbirliği Teşlilatı (ECO)” kuruldu.

Yıl 1955. RCD’nin ikiz kardeşi CENTO 24 Şubat 1955 Ankara merkezli olarak kuruldu, 1979’da kapandı. CENTO (Central Treaty Organization; Merkezi Antlaşma Teşkilatı); önceki adı ile “Bağdat Paktı” (1955-1959), Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında, SSCB'nin Ortadoğu'da nüfuz kurmasını önlemeye yönelik olarak kurulan eski karşılıklı “güvenlik ve savunma örgütü”. Bağdat Paktı’na ABD gözlemci üye olarak katıldı.

Yıl 1963. Türkiye'nin AB üyelik süreci, 1963 yılında Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık antlaşması imzalamasıyla başlayan ve 1987 yılında tam üyeliğe başvurmasıyla ivme kazanan süreçtir. 1999 yılında AB üyeleri tarafından aday olarak kabul edilen Türkiye, 2005 yılında tam üyelik müzakerelerine başladı. “Yavrularını emziren anaç domuzu emmek için domuz ağılının kapısında bekleyen koyun” misali 61 yıldır, “Ucuz işçi” olmak için bekliyoruz.

Yıl: 2004. BOP Büyük Orta Doğu Projesi (İngilizce: Greater Middle East), 21'inci yüzyılın ilk 10 yılında, özellikle Müslüman dünyasından 28+8=36 ülkeyi kapsayan, ABD başkanı George W.Bush’un projelendirdiği yeni dünya düzeni için bir eylem planı olarak gündeme geldi. 8-10 Temmuz 2004 tarihinde Bush'un başkanlığında Sea Island, Georgia'da düzenlenen G8 zirvesi sonrasında, BOP'un genel olarak benimsendiğine dair bildiri yayınlanmıştı. "Gelecek Forumu" adı altında bir mekanizma ve bu mekanizma kapsamında Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri için oluşturulacak "Demokrasi Yardım Diyaloğu"nun eşbaşkanlığını, Türkiye, İtalya ve Yemen'in yürüteceğine dair karar alınmıştı. Türkiye Başbakanı R.T. Erdoğan’ın daveti ile BOP gündemini 28-29 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul'da yapılan NATO zirvesine taşınmıştı. 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzalanan “İstanbul sözleşmesi” ile bu süreçte bir sıçrama yaşanmıştı. Zaten ardından HABAT planı (Karay ve Hazara, Dahlan/Kushner senaryoları) gündeme geldi.

Wi220

551Px Greater Middle East Orthog

2342342342

Wikipedia’da, BOP’un sınırları. BOP’un hedef ülkeleri: (ana ülkeler: 28 Ülke)Türkiye, İran, Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, Filistin (İsrail), Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn, BAE, Yemen, Umman, Mısır, Sudan, Somali, Eritre; Cibuti, Libya, Fas, Tunus, Cezayir, Batı Sahra, Moritanya, KKTC ve ayrıca YEŞİL KUŞAK olarak tanımlanan 8 ülke; Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan. Toplam 28+8=36 ülke. Türkiye’nin eş başkanlığında yer alan, tamamı, Osmanlı Milletler topluluğu ve Hilafet topraklarından oluşan 36 ülkenin sınır, rejim ve iktidar yapılarını yeniden belirleme iradesi taşıyan projede Türkiye eş başkanlık statüsü taşıyordu. Daha sonra İngiltere ve Mısır da bu projeye destek verdiler.

Kuzey Afrika ülkeleri için oluşturulacak "Demokrasi Yardım Diyaloğu"'nun eşbaşkanlığını, Türkiye, İtalya ve Yemen'in yürütecekti. Ve bu hayallerle bu günlere geldik. Yarın. Bir başka açıdan Kıbrıs davası ile ilgili bir şeyler yazmaya çalışacağım inşallah. Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 225 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar