Ahmet Taşgetiren
Sonuca üzüldüm mü sevindim mi?
Şunu biliyorum, seçim sonuçları memlekette bir çok insanın deyim yerindeyse karnının şişini indirmiştir. Sosyal medya, emekli öfkeleriyle çalkalanıyor. İnsanlar, kendi yoksunluklarına karşılık iktidarda tecessüm eden “kibr”i, “şatafat”ı yenmiş olma hislerini boşaltıyorlar.
Ben hangi duyguları yaşıyorum? Bazı dostlar yaptığımız eleştirilere bakarak, “İşte istediğiniz oldu, mutlu olmalısınız” diye düşünüyor olabilirler. Uzunca bir süredir bu tür serzenişlere alışkınım. Peki sevindim mi?
Benzeri tepkileri bir dönem “Cemaat” olan yapı, “Dostça” şerhini düştüğüm uyarılara itibar etmeyip, yakalandığı güç sarhoşluğu ile iktidarla boğaz boğaza gelip, ardından hüsran iklimine sürüklendiğinde de almıştım. “Cemaat” yapısının o hale düşmesine, daha kötüsü yüzbinleri bulan insanın cezaevi – yasaklı girdabında öğütülmesine sevinmiş miydim?
Hayır, iki hadiseye de sevinmedim. Aksine hüzünlendim. Birçoğu belki “Cemaat”in başına gelen şey sebebiyle içten içe seviniyordur. Hani kendilerine “alan açıldığı”nı bile düşünenler olmuştur “islâmî câmia” olarak… Ne de olsa birbirimizin hizmetini bile kıskandığımız zamanlar olmuştur. Neyse…
Bugün, çok geç olmuş olmakla birlikte, Ak Parti cenahında yaşanan yenilginin izahı babında benim dün yaptığım uyarılara benzer şeyler yazanlara baktığımda o hüznüm daha da derinleşiyor.
Hayır, “Ak Parti’nin kaybetmesi” değil hüznümün sebebi…
Aynı şekilde, çok çok insanın gadre uğramış olmasına her zaman isyan etmiş olmama, acılar içimi kemirmesine rağmen, “Cemaat”i bir darbe girişimi ortamına sürükleyenler dahil, oralara sürükleyenlere büyük öfke duydum. Hüznü nsebebi ise başka.
Şöyle anlatayım: Ak Parti bir iddia idi. Tıpkı “Refah” gibi. Her ne kadar Refah kadrosu misyonunu, “Milli Görüş gömleği” ile ifade etmiş, Ak Parti kurucuları ise “Milli görüş gömleği”ni çıkartarak yola çıkmışsa da, merkez kadroların, İslâm ekseninde bir siyasi yürüyüşe çıktıkları biliniyordu.
“Cemaat” dediğimiz yapı da, benzerleri gibi “İslam ekseninde bir hizmet yapılanması” olmalıydı. Üstelik bu “Cemaat” bir fark da ortaya koymuş, bu tür yapıların genelde ihmal ettiği eğitim alanına ağırlık vermişti.
Refah oyları, en yüksek yüzde 22’ye çıktı ama Ak Parti, o deneyimden istifade ederek toplumla daha sağlıklı iletişim kurmuş ve iktidar olmuştu. Laik sistem içinde bir iktidar. “Milli Görüş gömleği” çıkarılmış da olsa, kendini “Muhafazakâr” diye tanımlayan bir iktidar. Bunu dünyada bu gelişmeye kafa yoranlar dahil herkes “İslâmcı bir kadronun demokrasi içinde tecrübe edilmesi” olarak okudu. Türkiye’nin islâmî hassasiyete sahip toplum kesimleri de bu yapıya öyle baktı. İktidarın kendisinin de, en azından diye nitelenebilecek boyutta böyle algılanmayı istediği söylenebilir.
2015’ten beri, öncesi de var ama, en son 2015 çılgınlığından beri “Cemaat” artık “Cemaat” diye okunmuyor, oradan bir “Terör örgütü” çıktığı, Türkiye’de nerede ise tüm sosyal oluşumların ortak kanaati haline gelmiş bulunuyor. Dedim ben, “Daha elli yıl, bu camia, bünyesine insan davet edemez. Çünkü sorgulamayı aşamaz. Babalarının annelerinin yaşadıkları yüzünden, Camia içindeki çocukların inanç yapıları korunabilirse kâr sayılmalıdır. Bu çocuklar başka “islâmî” yapılara da gidemezler, çünkü yaraları depreşir. Çünkü birbirini yiyen dişlilere dönüşmüştür bu yapılar. “İslâmî hizmet grupları” dediğiniz yapılar böylesine bir itibar aşınması içine sürüklenmişse, sizin payınıza sevinmek mi düşer, hüzün mü?”
Ak Parti macerasına gelirsek…
22 yıllık bir iktidar denemesinin sonunda gelinen nokta, “misyon” adına diyelim, dünyaya örnek gösterilecek, hadi bütün dünya demeyelim, İslâm dünyasına örnek gösterilecek bir tecrübe mi?
Komünist dünya iflâs etmişti, kapitalist dünya her alanda küresel çapta mazlumlar üretmişti, İslâm adına bir umut konabilir miydi insanlığın önüne?
Ne dersiniz kondu mu?
İşte kendi ifadesiyle “ölümüne Reis’e bağlı” bir arkadaş yazmış…
“Esefle belirtmek isterim ki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi devlet – parti veya parti – devlet özdeşliğini beraberinde getirdi. Statükoya karşı değişimciliği savunan Ak Parti birdenbire statükoyu savunan bir partiye dönüştü. Çünkü verili statüko, artık Ak Parti’nin statükosu olmuştu.” (Mehmet Metiner, Yeni Şafak, 9 nisan 2024)
Ne deniyor bu yapının adına: Ilımlı otokrasi mi? Tek adam yönetimi mi? Tek parti döneminde yaşanan tek parti devleti mi? “Muhafzakâr demokratlık”tan geldik mi, “Buyruklar”ın havada uçuştuğu “Tek adam yönetimi”ne… Tam da bu mu hedeflenmişti “ana taban”a ulaşmasını istediğimiz “misyon” adına siyasetten?
Dünyada “Türkiye tecrübesi” İslâm adına (adını öyle koymuyoruz ama öyle algılanmasını istemiyor da değiliz) imrenilecek bir çizgiyi mi oluşturuyor? İslâm dünyasında böyle bir algı ve tabii imrenme var mı? Yoksa anlı şanlı otokrat yönetimlerimiz bize bakıp, aynı hizaya gelmiş olmamızın mutluluğunu mu paylaşıyorlar?
Türkiye’de zaten bir kesimin peşin fikri vardı, bizim dünyamıza karşı… Şimdi, “ana taban”da da sorgulamalar başladı… İsrail’le ticaret sorgulaması örnek olarak… Henüz hukuk - adalet sorgulamasına gelmedik, henüz ana taban yoksulluk sorgulaması yapmıyor, yolsuzluğu görmezden geliyor, ama öyle devam etmez.
Benim, bizim yazılarımız, iktidarla gelen aşınmalara karşı “Değer”i savunmaktır, kişiler yanlış yapsa da “Değer orada duruyor” direnişidir. “Değer adına yola çıkanların aşınması” tabii ki can acıtıyor. Belki birilerinin canını iktidar kaybı yakıyor, benim acım “Değer”lere güvenin aşındırılması…