"Sorun Kemalistler'de"
Star'dan Ahmet Kekeç'in yazısı...
Sorun Kemalizm değil, Kemalistler...
Hayır, ‘Olmadı hocam’ diye başlamayacağım. Oldu. Çok iyi oldu hem de. Kemalizm meselesini de bir şekilde tartışmamız gerekiyor.
Fakat, bu iş, fehmetmekten uzak köşe yazarlarıyla olur mu?
Sanmıyorum.
Emin, Özdemir ve Emre gibi, ideolojilerine neredeyse imanla bağlı müntesiplerle hiç olmaz.
İlle de Zafer Üskül gibi, ‘Atatürkçülüğü yahut Kemalizmi anayasadan çıkaralım’ demiyorum. Anayasanın her tarafını donatsak bile, önce bu kavramın ne olduğuna bakalım. Bu işi ‘siyasi çekişme’ meselesi hiç yapmayalım.
Daha önce de birkaç kez değinmiştim:
Kemalizm, evet, çağdaşlaştırıcı bir ‘düşünce pratiği’dir. Emre Kongar gibiler mütemadiyen altını çizip duruyor bunun. Çok da yanlış değil. Gerçekten de, bu ideolojinin geçmişte çağdaşlaştırıcı, batılılaştırıcı, modern dünyaya yaklaştırıcı bir özelliği vardı.
Bir ‘düşünce pratiği’ olması hasebiyle de, görece gevşek bir ideolojiydi. Sonradan, (‘Kadrocular’ eliyle) doktrinleştirilmek istenmiş, altı okun vücut bulmasıyla da kimi çevrelerce dinselleştirilmiştir/dinselleştirilmeye çalışılmıştır ama, bugünün dünyası için anakronik kaçsa da, önemli bir düşünce pratiği olma özelliğini koruyor.
Kemalizm’i Marksizm’den yahut bildik ‘izm’lerden ayıran da (kimilerine göre üstün kılan da) bu gevşek ideolojik yapısıdır.
Nitekim, Mustafa Kemal, ‘Niçin düşüncelerinizi doktrinleştirmediniz?’ sorusuna, her defasında aynı cevabı vermiştir: ‘O zaman donup kalırız...’
Zaten Kemalizm’i dondurma/dinselleştirme çabaları da (‘Kadro hareketi’ vb.) süreç içinde sonuçsuz kalmıştır.
Bunu ‘altı ok’ denilen şeye bakarak da anlayabiliriz.
Mesela ‘devletçilik’ ilkesinin Kemalizm’e yamanması ve bir ‘kaziye-i muhkem’ olarak görülmesi, hem adına Kemalizm denen ‘çağdaşlaştırıcı’ öğretiye aykırıdır, hem de topluma hedefler göstermekle yetinen Atatürk’e haksızlıktır.
Kemalizm’in bir kaziye-i muhkem olarak görülmemesi gerektiğini, Mustafa Kemal’in pratik uygulamalarına bakarak da anlamak mümkün. Evet, ‘Büyük Dünya Krizi’ konjonktürel olarak devletçiliği (devletçi ekonomiyi) zorunlu kılmış, birileri de uyanıklık edip bunu oklardan birine isim yapmıştır ama, Mustafa Kemal için devletçilik ‘geçici’ ve ‘arızi’ bir uygulamadan başka bir şey değildir.
Nitekim, katı devletçi ve otarşi yanlısı İsmet Paşa’yı, sırf devletçi (ve merkezî ekonomiyi önde tutan) tutumu yüzünden görevden azletmiş, tercihini daha ‘liberal’ olarak bilinen Celal Bayar’dan yana kullanmıştır.
Bayar’ın Başbakanlığa getirilmesiyle devletçi ekonomiden yarı-karma ekonomiye ve nihayet kısmî liberal ekonomiye geçilmişti. Devletçiliğin, daha doğrusu merkezi ekonominin güç kaybettiği bir dönemdir bu.
Demek ki, Kemalizm’in Marksizm’le benzeşen ve kendisini ‘katı doktrin’ kılan bir yapısı yokmuş; aynı zamanda dönüştürülebilir (çağa uyarlanabilir) bir gevşekliğe sahipmiş.
Bu da, nerden bakarsanız bakın, iyi bir şey... Çünkü, hedefler (çağdaşlık, batılılık hedefi gibi) göstermekle birlikte Kemalizm, toplumu ideolojik olarak biçimlendirmiyordu. Biçimlendirmek ve değiştirmek (değişim hedefi göstermek) farklı şeyler.
Fakat asıl soru şu: Kemalizm, kendilerini ‘Kemalist’ olarak taltif edenler tarafından nasıl algılanıyor?
Problem de burada işte...
Murat Belge’nin de belirttiği gibi, ‘Başlıca özelliği Batılılaşmacılık olan Kemalizm, bugün Batı düşmanlarının en güçlü ideolojik silahı olarak kullanılıyor. Gene başlıca özelliklerinden biri, topluma zorlu bir değişim seferberliği hedefi göstermek olan Kemalizm, bugün Türkiye’de var olan en muhafazakár ideoloji haline getirildi. Bunlar, Kemalizm böyle olduğu için değil, Kemalistler onu öyle yaptığı için oldu.’
Star/Ahmet Kekeç