Soykırımla yüzleşmenin zorluğu...

Yakıldı. Silindi. Kendilerinden bir daha haber alınamayan 15 bin kişinin vücut parçaları, geçtiğimiz on beş yıl içinde zaman zaman keşfedilen toplu mezarlardan çıkarılıyor. Aynı kişiye ait bacak kemikleri ile çene parçaları, bazen birbirinden 50-60 kilometre uzaklıktaki toplu mezarlardan çıkıyor. Vücut kemikleri tamamlanabilmiş ölüler, bir elin parmakları kadar az. Potaçari"deki şehitlikte yatanların kabrinde, bir el veya ayak bileği gibi, ya da Gülizar Teyze"nin kocası örneğinde olduğu gibi başsız bir gövde şeklinde, paramparça bir halde yatıyor"
"Geride kalmış olmak en zoru" diye anlatıyor Gülizar Teyze. Evlatları, ağabeyleri, yeğenleri ve başsız kocasının koyun koyuna yattığı Potaçari Şehitliğini göstererek. Fıskiyeler var, güller var, mermer lahitin gölgeliği ve upuzun bir gelincik tarlası gibi tüm ovayı kaplayan Şehitlik" Ne kadar su içse insan ve ne kadar abdest alsa, ne kadar elini yüzünü yıkasa, içindeki yanma hissini durduramıyor burada. Ateşin o çılgın kalbi, sabırsız bir at gibi koşuyor Srebrenitza"da hâlâ"
Ruhum daralıyor bir krematoryuma dönmüş şehrin içinde gezinirken. Sanki zaman, kendini yıkık evlerin, yanmış perdelerin savrulduğu kırık pencerelerin, kurşunlanmış kapıların kenarlarına takmış gibi. Zaman burada takılı kalmış. Saatler durmuş. Soykırımı unutmamak ve unutturmamak için her şey o çılgın zulüm saatine ayarlı olarak bekliyor gibi Srebrenitza"da. Katliamın açık hava müzesi gibi adeta" Srebrenitza"da her şey hafıza, her şey bilinç, taşlar bile konuşmaya hazır birer tanık gibi sırasını bekliyor" Geride kalmış olmak belki de bunun için daha zor. Yani ölenler bir kere öldüler ama Gülizar Teyze gibi arkada kalanlar her gün ve her saat ölüyorlar.
Soykırımın zorluğu da buradan geliyor sanırım. Zaman geçtikçe, yaralar sarılıp, unutmanın ninnisiyle uykuya yatırılacağı yerde, vahşetin hatıraları, bir hafızaya dönüşüyor. Dallanıp budaklanıyor, kök salıyor arkada kalıp da her gün bir kere daha ölenlerin ruhunda"
Arkadaşlar, "gece burada kalmaktan" söz edince, birden isyan ediyorum, yok! Asla bu şehirde bir gece daha geçirmek istemiyorum. Buradan derhal gitmeliyim. Gitmezsem şayet, gök yarılır üzerime düşer. Ormanlardan, yıkık evlerin çatlak duvarları arasından, yanmış çeyiz sandıklarının içinden kopan çığlıklarla, parçalanan ve yakılmış insanların dehşetengiz haykırışlarıyla bir geceyi, karanlık bir geceyi daha Srebrenitza"da geçiremem. Utanıyorum bu halimden sonra. Oysa Gülizar Teyze"nin gidip kaçacağı hiçbir yer kalmamış yeryüzü haritasında. O, yıkıntıların arasında keder, kahır ve ıstırap içinde ölülerinin başını bekliyor. "Türkler geldi dediler, koşup vardım mezaristana" diyor. Annemle akran. Yumuk yumuk gözleri var, pespembe yanakları, mermer lahitin altında namaz kılan bizleri görünce alnımızın isabet ettiği yere seccadeler sermeye çalışan minik toparlak elleri. Ettahiyatü okurken kimse sırtımı sıvazlamamıştı benim. Sanki Mevlid"in "doğum bahri" okunurken anneler çocuklarının sırtını sıvazlar ya, öyle oluyor. Srebrenitza"da Şehitliğin ortasında bir yaz günü, sanki Efendimiz (sav) bir kez daha doğuyor. Artık evlatlarının sırtını bir daha asla sıvazlayamayacak bir anne, küçük ellerini misafir sırtımda gezdiriyor. "Hayatta olsaydı seninle akran olacaktı oğlum"" Bana bakarken bir anne kedi gibi kısılmış gözleriyle omzumu tutuyor, çenemde gezdiriyor nasırlı parmak uçlarını. "Sizi salmam hemen. Türkler gelmiş dediler, koştum yetiştim" diyor. Yemek hazırlamışlar kadınlarla. Şehitliği karşıdan karşıya geçerken, caddenin öte kıyısındaki metruk fabrikaları gösteriyor: "Dokuz yaşından büyük tüm erkekleri alıp götürdüler, biz kadınları da işte buraya kapattılar. Kendimi asacaktım. Tam ipi boynuma geçirdim ki Sırp hainlerden biri gülerek ipi kesti, yere yuvarlandım. Ölemedim" diye anlatıyor. Srebrenitza anneleri en çok ölemediklerine kahırlanıyor. Anlatmadıkları çok. Anlatamadıkları"
Soykırımın yol açtığı travmalar gün geçtikçe azalacağı yerde, kendini biriktiriyor, çoğaltıyor, katmerlendiriyor. Geride kalmış tanıkların, yaşadıklarını her anlatışlarında ve aslında anlatmayışlarında da soykırım kendini bir kere, bir kere daha tekrar ediyor. Soykırımın kötülüğü ve onarılamazlığı onunla her yüzleşmemizde bir kere daha kendini ispat ediyor. Bu öyle dramatik bir girdap ki; ne özürle kapanıyor, ne muhakemeyle, ne tazminatla" Hiçbir yargılama ya da hiçbir psikiyatrik terapi; kapatmaya, örtmeye, uyutmaya yaklaşamıyor bu acıyı" Derin bir insanlık yarığına dönüşüyor Srebrenitza soykırımı. Sadece sorumluların değil, hayatta kalanların bile kendini suçlayacağı bir insanlık ayıbına dönüşüyor.

Bu yazı toplam 726 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar