"Suikast hedefleri"İle

"Suikast hedefleri"İle

Cengiz Çandar'ın Lübnan İzlenimleri...

Telefonda “Albay” diye hitap ettiği kişiye sürekli teşekkür ediyor, telsiz telefonu kapattıktan sonra bana dönüp, gülümseyerek, “Benimli ilgili güvenlik önlemlerini arttırmışlar; bir İç Güvenlik yetkilisi bununla ilgili bilgi veriyordu” diyor.

Lübnan’ın Cumhurbaşkanı adaylarından, daha doğrusu “14 Mart Güçleri”nin yani “Çoğunluk”un Cumhurbaşkanı adayı Nesib Lahoud ile Beyrut’un en güzel semtlerinden Eşrefiye’deki evinde sohbet ediyoruz. Göz ufkumuzda Akdeniz, en barışçı mavi rengine bürünmüş, en sakin halinde uykuda gibi.

Nesib Lahoud, ekliyor: “Elde ettiğimiz istihbarat bilgilerine göre, bazı kişiler bugünlerde suikast hedefi.”

O kişilerden biri de, kuşkusuz, kendisi. Nesib Lahoud, şu andaki ve “Suriye kuklası” konumundaki Cumhurbaşkanı Emile Lahoud’un kuzeni. Ama, araları hiç yok. Öylesine yok ki, Suriye rejiminin baskısı ile kuzeni Emile Lahoud’un görev süresi anayasaya aykırı olarak uzatıldığında, Refik Hariri bile istemeye istemeye, baskı altında bu yönde oy kullanırken, Nesib Lahoud, karşı oy kullanan, az sayıdaki Maruni-Hristiyan milletvekilinden biriydi. O Meclis oturumunda o tavrı göstermek cesaret isterdi. Gösterdi.

Hep tutarlı ve bir ilke adamı olarak tanınıyor, Lübnan’ın “Abdullah Gül’ü”...



*** *** ***


Nesib Lahoud’un Abdullah Gül ile benzerliği, Cumhurbaşkan seçimi turları başlayıp, normal seyrinde devam etse “seçilebilecek” olmasında. 128 kişilik Lübnan Parlamentosu’nda “El-Ekseriyye” yani “Çoğunluk”un, suikastlar sonucu azalmasına rağmen 68 sandalyesi var. İlk turda üçte iki bulunmaz ise, “salt çoğunluk+1” Nesib Lahoud’un seçilmesine yetecek.

Gül ile ikinci benzerliği ise, Lübnan Cumhurbaşkanı şayet halk oyu ile seçilecek bir Maruni-Hristiyan olacak ise, Saad Hariri liderliğindeki “14 Mart Güçleri”nin adayı olarak sahaya çıkacak olan Nesib Lahoud’un, “Suriye yanlısı adayı” alt edecek bir isim olması. Yani, Suriye’nin desteklediği Hizbullah, Meclis Başkanı Nebih Berri’nin lideri olduğu Emel, eski genelkurmay başkanlarından General Michel Aoun ve Ermeni Taşnakların oluşturduğu ittifakın seçmenleri, Sünni-Dürzi-Hristiyan ittifakı sayılan “14 Mart Güçleri”nin seçmenlerinden daha az.

Nesib Lahoud’un Abdullah Gül ile benzerliği bu kadar. Mesleki kökenleri farklı. Nesib Lahoud, eski bir büyükelçi. 1990’lı yılların başından itibaren, 2005 yılındaki son seçimlere dek milletvekili idi. Ondan önce, Lübnan’ın Washington Büyükelçisi.

Eğer, Lübnan Cumhurbaşkanı seçilebilirse, Lübnan’ın “uluslararası kalibre”de, “devlet adamı profili” çizecek bir Cumhurbaşkanı olacak. Gerçi dünkü Daily Star’da Michael Young (ismine aldanmayın, Lübnanlıdır) “Çoğunluk, çoğunluktur ve kimi seçmek istiyorsa onun ismini açıklamaya her türlü hakkı vardır. Muhalefet, kendi çıkarlarının, bu kişi tarafından dikkate alınacağına dair güvenceler elbette isteyebilir ama muhalefete beğenmediği herkesi reddetme yetkisi tanınmamalıdır. Böyle bir durumda, yani bir azınlığın her an veto yetkisine sahip bulunacağı bir gölge altındaki çoğunluğun değeri ne olacaktır?” diye yazdı ama Lübnan’da durum, “demokratik ilkelere uyum” ile çözülebilir olmanın ötesinde karmaşık.

Yukarıdaki satırlar, yakın geçmişimizde ülkemizi kasıp kavuran ve izdüşümünü bugün bile bırakmış olan tartışmayı hatırlatmıyor mu?

Türkiye, Abdullah Gül’ü seçerek, yukarıdaki “önerme”yi doğruladı. Lübnan’ın bunu yapabileceği ise şüpheli.

Zaten, Nesib Lahoud da sohbetimiz sırasında, “uzlaşma”nın Lübnan siyasetçilerinin kendi aralarındaki pazarlıklarını aşan boyutlarına vurgu yapıyor. Lübnan’da Cumhurbaşkanı’nın selametle seçilebilmesi, ABD ile İran ve en başta Suriye gibi “güçler” arasında bir “uzlaşma” ile mümkün olabilecek.

Bir başka deyimle, Suriye’nin Lübnan’a “müdahalesi”nin “fiyatı”nın, çok yüksek olacağını anlaması, ya da ona bunun anlatılması durumunda “anlamaya mecbur bırakılması”yla, Lübnan cumhurbaşkanlığı seçiminin önü açılacak.

Bütün bunlar olana dek –eğer olursa- tüm “taraflar” ve bu arada başta Suriye, “kartları”nı oynayacak.

Lübnan’da önümüzdeki günlerde “siyasi suikast ihtimali”nin olağanüstü yüksekliği ve ülkede hemen herkesi ciddi bir tedirginliğin sarması bundan...


*** *** ***


Refik Hariri’nin Beyrut’un Koreitem semtindeki evine, daha doğrusu şehrin ortasında adeta bir “kale” kadar büyük ve geniş binaya ulaşmak, geçen yıla oranla daha da zor hale gelmiş. Barikatlar ve güvenlik kontrolleri, daha geniş bir alana yayılmış.

İftar yemeğinin düzenlendiği salona indiğimde gözlerim faltaşı gibi açıldı. 1000 kişilik bir topluluk. O akşam, davetliler Şuf, İklim el-Harroub, Aley gibi Dürzi yoğun bölgelerden gelenler. Bir gün önce Saydalılar varmış, bir gün sonra sıra Bekaa’da. “Sünni lider”in evi, geleneğe uygun olarak, tüm halka açık sayılıyor; özellikle Ramazan ayında...

Saad Hariri’nin, bir nevi protokol masası halindeki, yuvarlak iftar masasında, sağına Türkiye, Fas ve Paraguay büyükelçilerini oturmuş, tam karşısında yani benim oturduğum yerde sol yanımda tipik giysileri ile iki Dürzi din adamı; sağ yanımda ise “Şehit Reis” olarak her vesileyle anılan Refik Hariri’nin ölümünden birkaç dakika önce birlikte olduğu, yani yaşamının son dakikalarını birlikte geçirdiği yakın siyaset arkadaşları. Trablus Milletvekili (eski Adalet Bakanı) Semir Cisr ile Dr. Ghattas Khoury. Onların hemen sağında, Saad Hariri’nin hemen solunda ise Telekomünikasyon Bakanı Mervan Hamade. Lübnan’ın en nüfuzlu siyaset adamlarından biri. “Suriye nüfuzu”nun en enerjik karşıtlarından aynı zamanda.

Mervan Hamade, Refik Hariri’nin öldürüldüğü suikasttan (14 Şubat 2005) birkaç ay önce benzeri bir suikastın hedefiydi (1 Ekim 2004). Havaya uçan arabasından mucizevi bir şekilde sağ çıktı. Ona suikast girişiminin, Refik Hariri’nin katledilmesinin habercisi olduğu sonradan anlaşıldı.

Mervan Hamade’yi son gördüğümde, bastonuyla ayakta durabiliyordu. Şimdi bastonunu atmış. Ama, bu gibi konuların deneyimli bir kurdu olarak, pek pembe tablolar çizmiyor; “Şimdiki gibi kritik dönemlerde herşeyi bekleyebiliriz. Suikastlar gibi...”

Devam ediyor, “Şimdi ile 24 Kasım yani yeni cumhurbaşkanının görevine başlama süresi arası, bugüne dek görülen en tehlikeli dönemlerden biri olacak ve çok sayıda suikast söz konusu olabilir.”

Cumhurbaşkanı seçilebilmesinin, yanıltıcı bir güvenlik duygusu vermemesi gerektiğine ilişkin şu sözleri, bence, daha da dikkat çekici: “Yeni bir cumhurbaşkanıyla işler yatışabilir, ama ben tehlikenin bu kadar kolaylıkla geçip gideceğinden kuşkuluyum.”

Beyrut’a geldiğim gün, iki ülke arasındaki tartışmasız ve tüm çarpıcı farklılıklarına rağmen, Lübnan’da “Türkiye, Nisan-Eylül 2007” ile “ortak yönler” dikkatimi çekmişti.

Bir tanesi de bu; Cumhurbaşkanı seçiminin Türkiye’de işleri yatıştırmakta olduğu bir sırada, “Türkiye, İran ya da Malezya mı olacak?” şeklinde “kötü niyet ve cehalet işbirliği” ile başlatılan tartışmayla kutuplaşmanın geri getirilmesi. Yani, “tehlike”nin geçmemesi, geçmesine izin verilmemesi.

Türkiye’nin Lübnan’dan farklı yanı, hiç değilse şu an için, Lübnan gibi bir “can pazarı” değil...

referans