Abdurrahman Dilipak
“Tanrım beni baştan yarat”
(Haşa) Bu arabesk bir şarkının bir nakaratı. Yaşadığı zaman, mekan ve çevreden rahatsız.
Bu “insan” hep bir kurtarıcı arayacaktır. Kendine “yeni bir kader vaad eden” kişilerin peşine takılacaktır. Korkuları ve umutları vardır. Onu din büyükleri, iktidar ve güç sahipleri üzerinden dengelemek ister.
Oysa her insanın bir kaderi, rızgı ve eceli vardır. Toplumların da ve kimse bunu değiştiremez. Biz Allah’tan razı olacağız, O, bizden razı olsun yeter ki!” bizden istenen bu. Cihad, hicret ve çile de olabilir bunun içinde. Hüzün de olabilir.. Sonuçta sabretmemiz ve sabrı tavsiye edenlerden olmamız isteniyor.
Şunu bilelim ki, Allah’ın hazinelerinin anahtarı kimsenin elinde değildir..
Biz bir işe ve söze bakarken, onun usule, verilen söze, hakkaniyet çerçevesinde, ehliyet ve liyakat ölçüsünde, söze, sözleşmeye, istişareye ve şuraya uygun olarak yapılıp yapılmadığına bakarız. Sonuca değil..
Kimse Allah’ı belli bir davranışa zorlama gücüne sahip değildir. Doğduğumuz anne-baba, toprak, zaman, derimizin rengi ve cinsiyetimiz kaderimizin çizdiği bir çerçevedir. O zaman söz verirken ve talep ederken buna dikkat edelim.
Politikacılar halka duymak istedikleri şeyi söylüyorlar, Halk ise, kendilerine duymak istedikleri şeyi söyleyenlerin peşinden gidiyor. Yapılan işin doğruluğu ikinci planda. “Başarı” birileri için her şey!
“Kedi yavrusunu yemeye karar verirse, onu fareye benzetirmiş”. Öyle de siyaset ve toplum ilişkisinde böyle bir meşruiyet sorunu var.
Bu arada güzel şeyler de oluyor, onu da görelim. 1. Sınıf üst makamlarda görev alacak kişilerin kamudan olması şartı da kaldırıldı. Bakan olacak kişiye milletvekilliğinden ayrılma şartı getirildi biliyorsunuz. Şimdi de kamu yönetimi için memuriyet şartı kaldırıldı. Süre de 10 yıldan 5 yıla çekildi. Üst yöneticiler, başkanla gelecek, başkanla gidecek. Yani bürokratik oligarşi için bu düzenleme ağır bir darbe niteliği taşıyor.
TSK’da da yeni düzenlemeler olacak. TSK’nın başından bir ismin Bakan olması bu açıdan önemli. Oradaki hassasiyetler, dengeler ve konunun istismarının önlenmesi yönüyle, isabetli bir tercih olmasının yanında, her Genelkurmay Başkanı bakan olacağı gibi bir teamül de oluşmamalı tabii ki.
İnşallah bir gün Beştepe’de bir “Gelecek Tasarımı Başkanlığı” oluşur. Felsefi derinliği olacak, Fütüristik bir bakış açısı ile ufuk turu yapacak bir başkanlık.. Milli ve beynelmilel konular ve geleceğe ilişkin korkular ve umutlar bu başkanlık tarafından tartışılır ve dünyadaki bu yöndeki çalışmalar izlenir ve değerlendirilir.
İnşallah Beştepe’de bir de Basın ve STK, dini temsilciler için akreditasyon sistemi kurulur ve meclisler oluşturulur. Bunlarla temas konusunda özel danışmanlar görevlendirilir.
Dün de yazdım tekrar söyleyeyim, bakanlıklar artık eski bakanlığa benzemiyor. Bakan başkanın o konudaki özel sekreteri gibi çalışıyor. Politika oluşturma kurullarında oluşturuluyor politikalar. O da başkana bağlı. Başkan doğrudan başkan yardımcısına da talimat verebilir. Başkan zaten bir bakıma koordinatör gibi bir rol üslenecek. Burada asıl belirleyici başkan. Önemli olan belli zaaflar sebebi ile o makamların istismarının önlenmesi. Bakan görevini yapmakta yetersiz kalıyorsa, değiştirmek sorun değil. Onu görmek gerek. Bakanlar kurulunun kararı diye bir şey de yok. Her bakan kendi işini yapıyor.
Onun için risk katsayısı bu sistemde daha düşük. Ama yine de hainler ve ahmaklar, para ve kadına zaafı olanlar, makam zaafı olanlar bu sistemde de olacak ve bunlar da bugün daha kolay tesbit edilip ipi çekilecek.
Kuşkusuz bu süreç için bir geçiş ve uyum süreci yaşanacak. Vatandaş da bu sisteme alışacak, bakanlar, politika merkezleri ve diğer kurullar da. Alışana kadar da bazı sorunlar yaşanacak. Sorun üreten, uyum sağlayamayanlar da gidecek. Memleket birilerinin kişisel kapris, ihtiras ve kavgalarına mahkûm edilemez. Sorun çözsün diye getirilenler, sorun üretiyor ya da sorun oluyorlarsa o zaman yol verilmesi gerekir. Bu iş bugün, eskisine göre çok daha kolay, onu da görelim.. Kirli işler de daha kolay ortaya çıkar. Zaten bu sistem de parlamento denetimi ve muhalefetin izleme kabiliyeti de daha yüksek ve caydırıcı bir baskı oluşturacak.
Sonuçta her topluluk layık olduğu gibi idare olunacak. Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek. Biz birçok şeyden şikayetçiyiz de, toplum daha iyisine layık mı? Gerçekten daha iyisini istiyor mu? Daha iyisine layık olmak için kendisi bir bedel ödemeye hazır mı, yoksa sadece istiyor mu? Kendini değiştirmeye hazır mı, yoksa sadece, kendini değiştirmeden daha iyisini mi istiyor.
Asıl değişmesi gereken biziz biz! Tencere yuvarlanıp kapağını buluyor sonunda. Ben yöneticilerin, yönetilenlerden daha kötü olup olmadığından çok da emin değilim.. Belki bu denge “U” borusu gibidir.
Sonuçta Allah bizi; mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir.
Allah servet ve iktidarı, halklar ve ülkeler arasında evirir, çevirir. Biz bu müdevvenat içinde nerede duruyoruz, hakettiğimiz nedir! Bana sorarsanız, layık olduğumuzdan daha iyiyiz. Selâm ve dua ile.
yeniakit