Abdurrahman Dilipak
Tarih tekerrür etmesin diye
Sahte CoVID pandemisine karşı aldığımız tedbirlerin binde birini, gerçek bir İslamofobya mikrobuna karşı göstermiyoruz.
Gençlerin çoğunun kitaba dayalı bir Müslümanlığı yok. İnternet ya da Tv tartışmalarından damıtılmış, ikonografik, ritüel ve seremonilere indirgenmiş, içi boşaltılmış, magazinleştirilmiş siyaset ve çıkar ilişkilerinin şekillendirdiği bir “Piyasa İslamı” sözkonusu.
Bu sadece Müslüman çevreler için geçerli değil. İdeoloji de çökmüş. Kalabalıklar, ne sağcı, ne solcu; futbolcu! Liberal kesimde platonik değil, romantik bir aşk bile yok, kaba, hoyrat bir cinsellik sözkonusu. Zaten artık onlar birer GENDER! Aile ile birlikte gençliği de kaybediyoruz. Bu konuda siyasi partilerin hemen hepsi aynı duyarsızlığa sahip.
Okul da bir şey vermiyor tamam da, aileyi kaybettik. En büyük sorun bu.
Bakın, bugün din, birçok kişi için bir gelenek, kültürel, ideolojik ve politik bir aidiyeti ifade ediyor. “Muhafazakar” kesim için gelecek, gençler için “Kültürel”, bürokrat ve politikacılar için ideolojik ve politik bir değer taşıyor. Mesela “İslam birliği” bir politikacı için hükümetler arası ticaret, güvenlik ve diplomatik anlamda bir işbirliği zeminidir. İş dünyası için dinin bir “Marka değeri” var. “Helal” markası bile piyasa değeri olarak bir anlam taşıyor birçoğu için. Konuya ilgisi fıkıh boyutu ile değil, sertifika maliyeti ve sağlayacağı imkan ve fırsatlar, maliyetlerle ilgili. Onlar daha pragmatik açıdan bakıyorlar.
İslam ülkelerinin dışişleri bakanlarına, diplomatlarına bakın, zamana, zemine, değişen şartlara uyum performansı yüksek kişilikler tercih sebebidir. ABD’de farklı, AB’de ya da Rusya’da farklı, Çin’de, İslam ülkelerinde farklı bir dil kullanma becerisine sahip olanlar bu piyasada daha başarılı olmakta, öne çıkmaktadır. Yani o kendilerine has, her kalıba uyan, her yana çekilebilen, kendi düşünceleri yerine, karşısındakinin duymak istediği şeyi, kendine ve 3. tarafa maliyet ve risk yüklemeden söyleme becerisi gösteren “diplomatik bir dil” kullanabilen politik Kazanovalardan söz ediyorum. Diplomasi “Her kapıyı açan bir anahtar” gibi düşünülüyor. Yani “kutsal bir hile” sözkonusu. Tabii bir kez yalan söylemeye başladınız mı, onun sonu gelmez! Bir süre sonra kendi içinizde muhaliflerinizi de hain, düşman görmeye başladınız mı, siyaset kanserleşmeye başlar.
Herkesin birbirini tekfir ettiği, ötekileştirdiği, düşman gördüğü ortamlarda kimsenin başka bir düşmana ihtiyacı yoktur. Bir de herkes, kendi ülkesindeki ötekileştirdiklerine karşı yabancıları yardıma çağırıyor, birbirini kazanmak yerine onlara karşı her türlü yalanı ve iftirayı meşru görüyorlarsa, vay o ülkenin haline. Artık onların iki yakası zor bir araya gelir ve sonları pek hayrolmaz. Kendilerini uyaranları dikkate almak yerine onları hain ilan etmeye başlarlar, çıkar için kendilerinden görünenleri dost edinmeye başlarlarsa işte artık geri dönüşü olmayan bir yola girmiş demektirler.
Gerçekleri görmek, itiraf edip tevbe etmek ve adalete sığınmaktan başka çare yok. Yoksa gelecek günler geçen günleri aratır. Bu işler kontrolden çıkarsa, bu çamur deryasından kimse temiz çıkmaz ve herkes zarar görür.
Bakın bu işten kim kazançlı çıkarsa çıksın, Türkiye kaybeder. Türkiye kaybederse bu ülkede yaşayan herkes kaybeder. Birilerinin korkuları ve öfkeleri sanki akıllarını zail etmiş.
Aslında övünmeyi ve dövünmeyi bir kenara bırakıp, zamana ve mekana şahidlik eder ve üzerimize düşen görevi yaparsak kurtuluşa erenlerden olacağız.
Bütün zamanlar ve mekanlar Allah’a eşit uzaklıktadır. Dolayısı ile Allah’ın ipine tutunanlar için çaresizlik yoktur. Zira Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay, zorlaştırdığından daha zor bir iş yoktur. İstikametini şaşmış insanlara Şeytan rehberlik eder. Önce onları dünyanın cazibesi ile oyalar dikkatini Hak ve Hakikatin dışında mal, mülk dünyanın aldatıcı şeylerine çeker. Dünya malına tamah eder ve ihtirasla onun peşine düşerseniz, yokuş aşağı koşar gibi dünyanın peşinde koşarsanız, artık vijdanınızın sesini duymamaya başlarsınız. Gözleriniz olsa da görmez, kulaklarınız olsa da duymaz, kalbiniz olsa da hissetmez olursunuz. Hatta sizi uyaranların sesini duymak istemezsiniz. Onlara kızarsınız, susturmak istersiniz onları. İşte o zaman iş işten geçmiştir. Artık onlara bir şey söylesen de söylemesen de fark etmez. Bu onların canını sıktığı için öfkelerini artırmaktan başka bir işe yaramaz.
Dikkat edelim, aşk ve öfke aklı zail eder. Sadece pembe aşklardan söz etmiyorum. Para, mal, makam, lider, örgüt, kısaca peşinde koştuğunuz her şey, aşkınız ne kadar büyükse, o konuda sizi uyaran, engellemeye çalışanlara da öfkeniz o kadar büyük olacaktır. Hatta aynı hedefe koşanlar arasındaki rekabet çoğu zaman çok acımasızdır. Onların işbirlikleri de bir yere kadardır. Elde etmek istedikleri şeyi tek başına elde etmek konusunda yetersiz kalanların birlikteliği sonunda mal-makam paylaşımında genellikle anlaşmazlıkla sonuçlanır.
Biz bu işin dinamiğini bilmediğimiz için hep birlik şarkıları söylüyoruz, ama sürekli bölünüp-parçalanıyoruz.
İnsanları bir arada tutan şey, dış tehdit, iç cazibe ve eylemdir. İnsanları bir araya getiren şeyler umutları ve korkularıdır. Bir de insanların o hareket içinde kendilerine bir yer bulabilme fırsatıdır. Başarılı olursanız paylaşım kavgası başlar. Başarısız olursanız herkes birbirini suçlar.
Bir hareket içinde zayıf karakterli kişiler ne kadar çoksa, iç kavga ve hesaplaşma o kadar erken başlar. Muhteris ve klikçilik anlamında örgütçü, acımasız insan sayısı ne kadar çoksa iç çatışma da o kadar acımasız ve şiddetli olur. İşte çeteleşme böyle bir zamanda ortaya çıkmaya başlar. Bu klikler metastaz yapan kanser hücreleri gibi bütün bünyeye yayılır. Zaten ondan sonrası için işler sarp dağlara sarmıştır. Panik içinde birileri kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşmaya başlarlar.
İlginçtir korkularında ve baskılardan kurtulmak için bir araya gelenler, eğer adaletten saparlarsa, güçlerini korumak için ötekileri korkutmaya başlarlar ve giderek artan baskı ve şiddet uygulamaya başlarlar. İşler bu noktaya gelmişse ilk ölen adalet olur. Adalet yoksa barış da yoktur. Varmış gibi gösterilen kurgulanmış barış teslimiyettir. Adalet ve barış yoksa, hiçbir özgürlük güvende değildir. Bu noktaya gelinmişse orası sonun başlangıcıdır. Tarih bu gerçeklerinden tekerrürlerinden ibarettir. “Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar / Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi.” Tarihin akış yönü ileri doğrudur ve zamanın ırmağında aynı suda iki kere yıkanılmaz.
Selâm ve dua ile.