Selâhaddin Çakırgil
Tarihe bir ‘not düşülsün..’ diye..
Ankara Garı’nda sergilenen büyük ihanet ve alçakça saldırı karşısında, taraflar birbirini suçluyorlar ve bu suçlama havasının daha da devam edeceği anlaşılıyor. Birileri sırf, kendilerini mazlum ve karşı tarafı da suçlu gösterebilmek için her şeyi ters yüz edebiliyorlar. Yarınlarda -Allah korusun-meselâ, bugün suçlanan kesim aleyhine de benzer bir tuzak veya komplo olsa, o zaman da neredeyse, ‘Onlar kendilerini masum ve mazlum göstermek için o saldırıyı kendileri yaptırmışlardır..’ diyecekler..
Bu bakımdan, herkesi sadece kendi beyanlarındaki çelişki, saldırganlık, sahtelik, ve ‘açmaz’larla, tarihe bir not düşülsün diyerek, ortaya koyalım.
*
Önce, bir medya grubunun kendisini mâsum ilan eden patronunun çok ‘radikal’ mevkûtesinde yer alan bir iddia..
Güya, bir tanık, ‘Patlamadan önce, ‘tekbîr’ sâdası duydum..’ diyesiymiş..
O halde, muhtemelen, bu saldırı, ’mürteci’lerin işi olabilir’ algısı oluşturmak..
Hatırlayalım, Danıştay Saldırısı gerçekleştiğinde.. Şimdi Atatürkçü Düşünce Derneği isimli kuruluşun genel başkanlığını yapmakta olan ve o zaman Danıştay’da bir Daire Başkanı olan A. Çölaşan isimli bir hanım, Danıştay Saldırısı’nı yapanın da ’Allah’u Ekber!’ diye saldırdığını iddia etmişti. Halbuki, o saldırı ânında o hanımın orada olmadığı anlaşılmış ve saldırıya bizzat mâruz kalanlardan birDanıştay üyesi ise, öyle bir ses duymadığını açıklamıştı.
Ama, o ilk açıklama yapılıp, belli mesafeleri almak isteyenler, ortalığı velveleye vermişlerdi.
’Algı operasyonu’ denilen, işte böyle bir şey..
*
İkinci bir konu..
Şu, ’facebook’ ya da ’twetter’ gibi iletişim imkanlarının nasıl kolay ve tehlikeli şekilde kullanıldığının yüzlerce delili var.. Birileri bir şeyler yazıyorlar, sonra da, beklenmiyen tepkiler aldıklarında‚’Benim adım kullanılmış..’ diye yan çizebiliyorlar. Halbuki, bu arada mesajlarını ulaştırıyorlar.
Buk gibi yayınların hepsinin toplandığı yer Amerika’da olduğundan, nihaî ve kesin çıkış noktasını ise, ancak onlar belirleyebiliyorlarmış..
Ankara’daki patlamadan 10 saat önce, bir ’twetter’ hesabından, işaret fişeği ateşlenmiş.. ’DrBereday’ isimli birisi tarafından.. Bir ’sarı çizmeli’, yani..
’Selamlar.. Yarın Ankara’da büyük bir miting olacak. Bir durumdan bahsetmek istiyorum..’ cümlesi yazılmış.. Ve patlamadan sonra ise, bu hesab kapatılmış.. Yani, daha bir ’sarı çizmeli..’
Pir Ozan Abdal takma ismini kullanan @anatolytodorov hesabından cuma günü atılan tweet’lerde de, “...Miting çok kalabalık olacak. Olası polis saldırısı izdihama yol açabilir. 77’deki 1 Mayıs’ı gibi meçhul silah sesleriyle kitle paniğe sürüklenebilir. En korkunç ihtimal de Suruç V2 olabilir. Olası bir bombalı eylem en büyük katliamlardan birine yol açabilir, bu gayet ihtimal dahilinde..” yazısı yazılmış..
Şimdi, bu gibi üstü kapalı ifadelerden kim ne anlayabilir?
Birileri bunu yazanın, S. Demirtaş’ın danışmanı olduğunu iddia etmiş.. Bu patlamayı Erdoğan’ın üzerine atanlarınki kadar delilsiz, atmasyon bir laf..
Ama, HDP hemen bir açıklama yapmış..
HDP’nin basın bürosundan yapılan açıklama ise daha bir ilginç..
"Ankara’da düzenlenen Barış Mitingi’ne yapılan alçakça saldırının hemen ardından, özellikle sosyal medyada, katliamdan mutluluk duyan, katliamı fırsat bilen bazı kesimler partimize yönelik suçlayıcı ifadeler ve nefret söylemi üretmeye başlamıştır...
Söz konusu kişi ne partimizin sosyal medya danışmanıdır, ne de Sayın Demirtaş’ın danışmanıdır. Bu kişinin partimizle herhangi bir bağı da yoktur. Bu iddialar bütünüyle uydurmadır.."
Tamam, güzel de.. Karanlık bir ismin kim olduğunu iddia edenlere karşı, o karanlık kişinin sizin partiden olmadığını siz nereden ve nasıl biliyorsunuz? O karanlık oda yoksa sizin için aydınlık olan bir mekan mıdır ki?
*
Başbakan Davudoğlu, dolayısiyle 3 gün yas ilân ederken yaptığı açıklamada, ‘bu yasın sadece bu katliâmda hayatını kaybedenler için değil, bütün terör hadiselerinde hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımız için de olduğunu’ söylüyor ve ‘En aykırı düşüncede de olduklarımızla, aynı ülkenin eşit vatandaşları olduğumuzu düşünelim, bugün birlik olmak günüdür. Bunu bütün dünyaya gösterelim.’ diyordu.
Evet, bugün, bizim sosyo-politik bünyemiz, hastalıktan kurtulabilmek için, Davudoğlu’nun bu çağrısına muhtaç..
*
Ama, hemen ardından, Davudoğlu ve S. Demirtaş arasında ağır bir beyanat savaşı yine de yaşanıyordu. Çelişki burada.. Hem ‘en aykırı olanlarla da birlikte olduğumuzu göstermeliyiz..’diyeceksiniz, hem de ‘en aykırı’yla görüşmeyi ‘es’ geçeceksiniz.. Birisi, ‘O, halkı tahrik ediyor!’; diğeri, Sıhhiye Meydanı’da 11 Ekim günü yaptığı konuşmada, ‘Bu devlet bizim, bu vatan ortak vatanımızdır. En azından acıda birleşebilmeyi çok isterdik. Ama, biz katillerimizle acıda nasıl buluşalım? Ayağımız yere vursak, sarayın camları titrer diyeceğiz. İntikamla kinle hareket etmeyeceğiz. Ama hesabını da soracağız. Bunun ilk adımı 1 Kasım..’ diyordu. Yani, kaatil’i delil aramaya gerek yok, keşfetmişlerdi bile..
Tıpkı, 5 Haziran’daki ‘Diyarbekir Patlaması’ndan, 7 Haziran’da bir netice devşirdilerse, toplumu yine aynı şekilde manipule edebileceklerini, yönlendirebileceklerini tahayyül ettiklerinden dolayıydı, bu tebessümler herhalde.. Ne de olsa, Münih’deki bir toplantıda, HDP m.vekili ateistliğini ilan eden ve almanya’daki bir grup ‘alevî birlikleri’nin başkanı olan Turgut Öker de bu katliâmın faili olarak Erdoğan’ı gösterip, HDP’ye oy istemedi mi dün? Bu kişi, şöyle diyordu, Münih’deki konuşmasında:
"Bu katliamın arkasında kimin olduğunu bütün dünya biliyor, bugün ülkemizde, Ortadoğu'da binlerce masum olan çoluk çocuğa neden olan ana sorumlusu Erdoğan'dır. Kendi partisinden milletvekilli adayı olup da ama bu katliâmları planlamak için milletvekili olmasına bu dönem izin verilmeyen MIT müsteşarı Hakan Fidan'dır o bombayı oraya götürüp yerleştiren..’
Evet, bu kadar delilsiz, bu kadar cür’etkâr ve de bu kadar net bir suçlama..
HDP ve hattâ CHP ile medyadaki yandaşlarıysa, en delilsiz ve sorumsuz şekilde, Tayyîb Erdoğan’ı çoktaaan ‘fail’ olarak göstermişlerdi bile..
Böyle bir günde polemik yapmanın sırası değil, ama, HDP eşbaşkanları S. Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın Ankara’da Sıhhiye Meydanı’nda dün katıldıkları gösteri sırasında nasıl tebessüm edebildiklerine şaşıyorum.. Acının derinliği mi güldürmüş onları; yoksa, bir takım şerr odaklarının, tıpkı kendileri gibi, bu büyük ve alçakça hiyaneti, katliâmı hemen Erdoğan’ın ve Hükûmet’in üzerine üzerine yıkma teşebbüsleri mi? ‘Ortaya bir iddia attık, epeyce kimseler de sarıldılar bu iddiaya..’ diye mi gülüyorlardı, yoksa..
Bir gazetenin, seviyesi yazdıklarından da anlaşılacak mâlıum bir yazarı B.C. ise, ‘...O arkandaki inek gibi oy çoğunluğu anlasa da anlamasa da… Bizler nasıl ki kumpası hissettik, nasıl ki hırsızlığını erken anladık, nasıl ki hain açılımlarını baştan gördük… Nasıl ki bu günleri önceden söyledik… Bunu da görüyoruz… Bu sensin…’ derken; ya da, bir süre önce ayrıldığı gazetenin Gen. Yayın Md.(C. D.) ’Bu katliâmı, Nemrud’u devirmek için bir fırsata dönüştürelim..’ kabilinden yazılar yazarken, hayâlet taşlamıyorlardı, herhalde..
*
Başbakan Davudoğlu’nun Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'yle teröre karşı birlikteliği göstermek adına yaptığı çağrıdan bir sonuç çıkmasa bile, yine de konuşabilir olmaları açısından bir fayda vardır denilebilirdi.. Bu açıdan, Kılıçdaroğlu bunu fırsata çevirmeyi akletti..
Ama, başka zamanlarda, ‘devlet terbiyesi’ne sıkça vurgu yapan Devlet Bahçeli’nin, Davudoğlu’nun görüşme çağrısını redd cevabı verirken, MHP’den yapılan açıklamanın metni, böyle bir günde, komik değil, ancak traji-komik deyimiyle bile anlatılamıyacak bir hacıyatmaz vurdumduymazlığı mahiyetindedir..
Bu açıklamada, "Sayın Başbakan, Sayın Bahçeli'nin 'hayır' cevaplarına alışık olduğu için bu talebine de 'hayır' diyoruz!."
Sonra da, ‘ülkenin bütünlüğüne kasdedildiği...’ gibi tumturaklı beyanlara patlatmak..
*
Bu olumsuzluklar, moralimiz bozulsun, kuvve-i maneviyemiz kırılsın diye değil; sadece, tarihe bir ‘not’ düşülsün de; gelecekte, sûret-i hakktan gözükmeye kalkışanların oyunlarına gelinmesin diye tekrarlandı..
*
dirilişpostası