Ahmet Taşgetiren
Tarikat – Cemaat camiası ne der bu işe?
İş geldi dayandı, “Bu tarikatları ne yapalım?” noktasına.
İş oraya dayanınca da bilindik kamplaşmaların ortaya çıkması kaçınılmaz. Birileri “Bunların kökünü kazımak lazım” noktasına varır, birileri de “Bu, inanç özgürlüğüne aykırıdır, çok daha radikal zamanlarda yapılamayan bugün mü yapılacak? Sosyolojik bir vakıayı, öyle yasaklayıcı yaklaşımlarla ortadan kaldıramazsınız” noktasına… Daha sonra siyasi tavır almalar devreye girer vs…
Oraya doğru gidiyoruz.
Acaba böyle durumlarda “Tarikat, cemaat camiası” ne düşünür? Diyelim siyaseten bu işin içinden “tehlikeyi atlatarak” çıkınca, her şeyin normale döndüğüne mi inanırlar?
Kızın ifadeleri dolaşıyor orta yerde. Ses tapelerinin deşifreleri dolaşıyor. Annenin ifadesi yansıdı medyaya.
Bunlara bakıldığında, bir yapının tüm davranış dünyası ortaya çıkıyor.
Mağdure kız, evlendirildiği kişiye “Bu daha çocuk, yarın ortaya çıkarsa diye hiç endişe etmedin mi?” diye soruyor. Adam kıvranıyor. Belli ki sıkışmış.
Kızını 6 yaşındayken hafızlık hocası ile evlendiren, bu arada annenin itirazlarına aldırış etmeyen ve her davranışında “Hikmet” aranan “Hoca – Baba” belli ki işin böyle “patlayacağı”nı “keşfedememiş.“
Kemik yaşını 18’e çıkarırken 21 yaşında bir kadını muayeneye sokmanın hilekarlığı normal karşılanmış.
Belli ki “mahremiyet kaygısı sebebiyle 6 yaşında nikah kıysak da zifaf daha sonra gerçekleşir” hesabıyla hareket edilmiş ama “hafızlık hocasının kızın cazibesine kapılıp çocuğa tecavüz edeceği” hesaba katılmamış.
Belli ki her şeyin kitabına uydurulacağı farzedilmiş.
Hastanede, poliste, adliyede iş bitirilir sanılmış.
İşte rezillik 32 kısım tekmili bir film gibi ortada.
Hocalık, şeyhlik, hafızlık eğitimi, sıbyan mektepleri falan hepsi böyle rezil bir filmin girdabında dönüp duruyor.
Ben bir “Hoca” ile mülakatta ona “Şeyh ahirette müridi kurtarır mı?” diye sormuştum, o da “Şeyh önce kendisini kurtarsın” diye cevap vermişti.
Benim sorum, tarikatlarda yaygın olan bir anlayışın, İslam’ın gerçek ölçülerinde nasıl görüldüğünü ortaya koymaktı. Evet doğru idi, “Şeyh önce kendisini kurtarsın”dı. Orada, Mahşer ortamında belki de mütevazi bir mürit olmak, binlerce insanın önderliği konumunda olup, içi sıkıntılı bir şeyh olmaktan daha kolay hesap verebilmeyi sağlardı.
Şimdi, şu olayda bütün olan bitenlerin pimini çeken merkezdeki insan, cemaat içindeki herkesin “Hocaefendi’nin bir bildiği vardır mutlaka” teslimiyetine yöneldiği insan, ortaya çıkan fecaat karşısında ne hissedecek?
Belki de “Tarikat – Cemaat” yapıları içinde çok çok normal gözüküp de, bir şekilde “patlayıp” kamuoyu önüne çıkınca savunulamayacak pek çok olay – davranış - gelenek vardır.
Şu yaşanan hadise, biliyorum, bir çok dindar ailede konuşuluyor bugün. Yani akıl alır bir şey değil. Çocuklarının önünde konuşmak istemiyor insanlar. Nasıl anlatsınlar ki? Din, dindarlık, aile, baba, anne, kız çocuk – erkek çocuk, büluğ, rüşt, evlilik ne ki?
Cinselliğin en pespaye boyutlarda ortaya saçıldığı ve ne yazık ki bir tarafında “din”in konuşulduğu bir çarpık iş..
“Mahremiyet” dinin en hassas olduğu konu. Tam da o alanda yaşanan bir çürüme ile gündeme geliniyor.
Dine ne ödettiğinizin farkında mısınız?
Siyaset şaşkın. Özellikle iktidar nerede duracağını kestirememiş gözüküyor. Diğer cemaatler de taraf olmama tercihinde. Oysa böyle bir hadise, herkese bedel ödetir. “Kol kırılır yen içinde kalır” yaklaşımı bedele razı olmaktan başka anlama gelmez.
Bir ara, “Gülen faciası”nın, “Adnan Oktar garabeti”nin, “Uşşaki bilmemnesi”nin, “Badeleme rezaleti”nin de etkisiyle “Hem cemaatlerin varlığı realitesini göz ardı etmemek hem de yanlışların – çarpıklıkların, merdiven altı oluşumların önüne geçmek” yaklaşımıyla kimi tedbirler alınması arayışına gidilmişti. Eski “Meclis-i meşayih” türü denetim müessesesi gibi. Ne oldu?
İşte bir skandal daha…
Burada bir konuya işaret etmek isterim.
Dini yapılar, öteden beri devletin eğitimine güvenmediler. Bir kesim İmam Hatip dahil devletin din eğitimine de güvenmedi. Özel eğitim ortamları oluşturmaya yöneldiler.
20 yıldan bu yana Milli Eğitimi Ak Parti iktidarı yönetiyor. Yani dini eğitim hassasiyeti olan bir siyasi kadro. İmam Hatiplere ağırlık veren, Kur’an Kurslarına ve hafızlık eğitimine geniş imkan hazırlayan, diğer okullarda da din kültürü ve ahlak bilgisi yanında “Değerler eğitimi”ni önceleyen, Fen Liseleri dahil her tür eğitim kurumuna “İlahiyat kökenli” birisini yönetici olarak tayin eden bir kadro. Ayrıca Diyanet, okul öncesi eğitim birimleri açıyor.
Ancak o yapılar, çocukları okullardan uzak tutuyor ve özel eğitim ortamlarında yetiştiriyor. Hatta “Cübbeli Ahmet” İmam Hatipleri eleştirdi kıyasıya. Oysa şu yaşanan hadisenin bir ayağında o alternatif alanların sapması var.
Son söz: Herkes kendisine baksın. Bir gün bir çocuk isyan eder, değil cemaati – tarikatı, anne – babası dahil herkesi toplum önüne çıkamayacak hale getirir. Herkes kendisine baksın.