Abdurrahman Dilipak
Tarım deyip geçmeyelim
Derin Gerçekler
Son günlerde en çok dikkatimi çeken konuların başında tarım geliyor. Tarım ve hayvancılık can çekişiyor. Şunu unutmayalım, ekinlerin ve hayvanların başına gelen, insanlarında başına gelecek. Bir çok alanda olduğu gibi tarım ve hayvancılık alanında da kaçtığımızı sandığımız şeye doğru koşuyoruz.
Geçen gün, genel olarak tarım, özellikle narenciye hakkında her zaman bilgisine başvurduğum birkaç isimden biri olan Mehmet Mühür’den bir mektup aldım. Konu Biyolojik savaşın istila projesinde kullanılan bir biyolojik ajanla ilgili. Dün tohum, ilaç, fenni gübre diye geldiler, aşı diye geldiler, Bugün yeni yollar deniyorlar. Yarın sivrisnek, çekirge diye gelirler bakarsınız. Sazanların yumurtasını yiyen bir ajan balıktan söz ediyordu, geçen gün bir arkadaş.
Mühür’ün mektubu özetle şöyle:
“… İstilacı ister 2 ayaklı olsun, ister çok ayaklı olsun, hangi tür ve cinsten olursa olsun, ana vatanı ve yavru vatanı koruyup kullanmak bizim vatan borcumuzdur. Şu anda muhatabımız istialcı PSİLİD adı verilen ve narenciye ile beraber 25 adet bitkiye daha zarar verebilen bir vektör böcektir! PISILID istilacı böcek hakkında teknik bilgi ‘istilacı zararlı türler ve mücadelesindeki yeni yaklaşımlar’ adlı eserin 259. Sayfasında mevcut olup konunun otoritesinin ifadesi ile bulaşılan alanda hiçbir narenciye ağacının yaşayamayacağıdır. 1996-1998 yılları arasında Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından siyasi itibar kullanılarak ithal edilen palmiyeler ile beraber kırmızı Palmiye böceği ile ülkemize bulaştırıldı. 3 yıl sonra da memlekette ne kadar hurma ağacı varsa hepsi kurudu. Bu nedenle KKTC’den hiçbir şey ithal edilmemesi ve yavru vatana acilen personel, alet, ilaç yardımı yapılarak, çıkan yangının çıktığı yerde söndürmek ve ERDEİKASYON ile Anavatana bulaşmasını önlemek gerekir.
Pandemide İspanya, İngiltere, ABD…vs’e yardım yollayan devletimiz ve siyasi irade KKTC sözkonusu olduğunda bunu koşa koşa yapar beklentisindeyim. Ancak 2023 Ağustos ayında EPPO tarafından durum belirtildiği halde niçin gecikildiğini anlamış değilim. Herhalde biz çiftçiler, vakayı anlaşılır vaziyette anlatamamış olsak gerekir.
Yapılması gereken tereddüt etmeden ve gecikmeden KKTC liman ve hava alanını garantine mevzuatının amir hükümlerine görü, gerekli şartlar sağlanıncaya kadar tüm bağlantıların geçici olarak durdurulması; Narenciye dahil her türlü bitki ve bitkisel ürününü transitle de olsa yurda sokulmaması; Palyatif uygulamalar ile vakayı basitleştirerek geçiştirmek yerine gerçekçi tedbirler ile yangının acilen söndürülmesini hedefleyerek gerekli tedbirler alınmalıdır. Gecikme vatana ve millete, ihanet olur. Anayasa’nın 125/5 maddesi tartışmalı hale gelir. Selamlarımla. Mehmet Mühür.”
Bu konunun bir de HABAT Boyutu var.
Portakal bahçeleri kuruyunca arazilerin değeri de düşecek.
Dolayısı ile HABAT adına toprak satın alanlar, bu işi daha ekonomik şekilde halledebileceklerdir. Tabi bu KKTC ekonomisi üzerinde de, hem siyasi, hem ekonomik ve hem de sosyal anlamda olumsuz bir baskı oluşturacaktır. Yetkililer şu ana kadar vaka bildirilmediği söylerken, sektördeki iş adamları “o böcek ülkeye girerse 7 milyon Turunçgil çöp olur” korkusunu taşıyor.
Geçen gün Muhammed Binici şunları yazmıştı İttifak'ta; “bir yıllık alın teri ve mücadelesi, sadece bir iPhone 14 Pro dahi etmiyor. Toprağa ve üretime verdiğimiz değeri kaybetmemeli, kapitalizmin tuzağına düşmemeliyiz. Gerçek değer, tarladan sofraya olan emekte saklıdır. Çin'de iPhone 14 Pro 10 $ Türkiye'de ortalama 50 Bin TL”
Tarım ve hayvancılık konusunda bu sektörde çalışanlara bir dokunuyorsun, bir bin ah işitiyorsun.
Bakın, bizim sağlık politikamızı hasta olmama üzerine kurmamız gerek. Yoksa yarın bu Hastahane ve İlaç sektörü, ülke ekonomisinin bütün kazanımını sömürürken, sağlıksız bir toplumla nereye kadar gidebilirsiniz. Bu tohum, bu zirai ilaç(!?), bu fenni gübre ile havayı, suyu, toprağı zehirliyoruz. Bunun tabi sonucu bitki de, hayvan da hasta olunca biz de hastalanıyor.
Yahu hayvanları aşılıyoruz diye sürekli antibiyotik yükleyerek, buzağı ölümleri %30’un üstünde seyrediyor. Hayvanlarda Brusella, Verem ve ishal almış başına gidiyor. Arılar ölüyor. Tavuklar zaten geni ile oynanmış yemler, hormonlarla, ilaçlarla canavarlaştırıldı. Garib olan, ne iktidar, ne muhalefet, ne bürokrasi, ne akademi, ne STKlar, tüketici dernekleri, ne sendikalar, ne odalar, ne de media üzerine düşeni yapıyor.
Konya’dan geliyorum. Yeraltı sularındaki kayıp giderek artıyor.
Öte yandan mısır çok fazla su tüketiyor. Alternatif olarak Kenevir düşünülüyor ama Kenevir konusunda Türkiye, dünyanın tersine bir yolda ilerliyor.
Üniversiteleri yıllarca çalıştırıp bir “endüstriyel kenevir yalanı” ile THCsi düşük bir “yerli ve milli” (!?) Kenevir ırkı yetiştirdiler, görüldü ki liflerin dayanıklılığı da büyük ölçüde bundan zarar görmüş. Bu siyaset ve bu bürokrasi kime hizmet ediyor? Bu “akıllı”lar bu akılla kime hizmet ediyorlar aceba?
Konya’da yeraltındaki su kaybı ve göllerin kurumasının sebebi, yanlış bir baraj, kanal ve sulama politikası! Konya’da tarım ölüyor. Şimdiden toprak kanserleşmiş, canavar tohumlarla, toprak sömürülmeye devam ediyor. Tarım toprağında 20 yıl önce 40 element varsa, bugün bu sayı 9’a düşmüş. Bu da ürünün kalite ve verimliliğinin kaybına sebeb oluyor. Daha fazla verim için uygulanan yöntemler ise toprağı yoruyor. Bakın bu durum Erzincan’daki altın madeni felaketinden daha hafif bir felaket değil. Bu Tarım ve hayvancılık konusundaki yanlışlar, aslında farklı bir deprem oluşturuyor adeta.
6-7 Mart’ta inşallah yine Konya’da olacağız ve Selçuk Üni’de bu konuyu konuşacağız. Mayıs ortalarında da Ankara’da OSTİM de Akademik bir Uluslararası Çevre ve Tarım konferansı düzenlenecek inşallah. Bu konu bugün için aslında ülkenin en acil konularının başında geliyor.
Mersin’den sanayici Mekin M. Sert geçen gün Alman deniz subayı Hans-Hermann Graf von Schweinitz’in 1904-1905 yılında hanımı ile birlikte İstanbul’dan başlayıp bir çok Anadolu ilini kapsayan seyahat hatıratı ile ilgili bir bilgi notu gönderdi. Konu, Hicaz / Bağdat Demiryolu yapılırken, özellikle bu güzergahta, Almanların ihtiyaç duyacakları iş alanlarını, Halkın Almanlar, batılılar ve Ruslar hakkındaki düşüncelerini öğrenmek için bir seyyah gönderirler
Mesela daha sonra da, 6 Mart 2022’de İngilizler Fred Burnaby diye biri gelmiş ve daha sonra anılarını “At Üstünde Anadolu Seyahati” isimli bir kitap yayınlamışlar. Burnaby’in asıl öğrenmek istediği 1876 yılında yaklaşmakta olan Osmanlı-Rus savaşı hakkında halk, devlet adamları, asker ve azınlıklar ne düşünüyor ve hazırlıklar ne safhada. Bakın bu hatıratlarda neler anlatılıyor: “…Eskişehir’deki lületaşı ocaklarında sadece suçluların ve aranan kişilerin çalıştığını hükümetin buralara müdahale etmediğini, daha o yıllarda Konya’da hem Alman, hem de Rus konsolosluğu bulunduğunu, demiryolu inşaatının 1904’de Konya’ya ulaşması ile ticari hayatın arttığını, sadece bir yılda 1200 inşaat ruhsatının verildiğini ve nüfusun 45000’e dayandığından bahseder. Hükümetin Konya ovasını sulamak için Avrupalı mühendisler getirterek göller bölgesinin suyunu cazibe ile ovaya indirip sulama yapıldığı (…) Toros’lardan Hannover’e Ceviz ağacı kerestesi ihraç ediliyormuş. (…) Almanlar Bağdat demiryolu hattının 20 Km sağı ve 20 Km solunu ekonomik imtiyaz bölgesi ilan edildiği için buralara Alman göçmenlerin yerleştirilmesi için bir teklifte bulunmuş ama Enver Paşa bunu reddetmiş”..
Almanlar demiryolu güzergahındaki Hristiyan toplulukları, toprak örtüsünü, madenleri hep tesbit etmiş. Biz bu gün hala, bu ciddiyetle bu konuya bakmıyoruz. Asker geliyor, sosyolog gidiyor. Arkeolog geliyor, misyoner gidiyor. Botanikçi geliyor, ziraatçı gidiyor, veteriner geliyor, Edebiyatçısı gidiyor. Bu hatıralarda ilginç bir ayrıntı var. Mesela Lüle taşından söz ediliyor. Lüle taşı işçiliğinin mahkumlar ve kriminal risk taşıyan grubların rehablitasyonu için kullanıldığından söz ediliyor. O ince işçilik onları oyalıyor. Biliyorsunuz bugün de cezaevinde boncuk işçiliği yayığındır. Kimi teşbih yapar, kimi başka aksesuvarlar yapar. Bir başka seyyah Selçukludaki çift başlı kartal ile Almanların çift başlı kaynağını rapor etmiş.
Biz bu gün, burnumuzun dibindeki KKTC’deki HABAT’dan ve AGARTHA’dan bile haberimiz yok. Ya da haberimiz var ama gözgöre göre bir takım olaylar yaşanır, ama kimse bir şey yapmaz. Ya da işler ahbab çavuş ilişkileri ile sulandırılır. Kumar, fuhuş, kara para, hatta iktisadi savaş, biyolojik savaş ajanları cirit atar, kimsenin umurunda olmaz. Ne yasama, ne yürütme, ne yargı, ne STK, ne Media, ne akademi, kimse kemali ciddiyetle bu konuyu neden ele almaz. Fakülteler Yüksek liseye döndü. Ya hu, Nuri Demirağ’ın Uçak Fabrikasına bitişik, Uçak meslek tekniker orta okulu vardı.
Neyse, zaten, hava, su, toprağı zehirler, tarım ve hayvancılığı kaybederseniz, diğer kazanımlarınızın hiç birinin bir değeri kalmayacak. Keneviri bile bilmiyor, anlamıyor, önümüzü açmıyorsanız, siz hızla sürüklendiğimiz felaketin sebebi olacaksınız. İzin verdiğiniz kenevirin en değerli yerini yakıyor, izin verdiğinizi kötürüm haline getiriyor, teşvik etmiyor, bürokratik engellerle çifçinin ayağına pranga vuruyor, sonra rekabet et, yarış diyorsunuz. Bu akılsızlıkla bir yere varamazsınız. Dün Afyon Alkoloid fabrikası için ABD’ye karşı direnmek, iktidar sahipleri ve bürokrasisine karşı direnişimizden daha onurlu ve başımız diktir ve onlar bu kadar direnmediler. Yazıktır, ayıptır, günahtır ya hu. Bugünkü akılsız siyaset, uyuşturucu mafyasının işine yarıyor, uyuşturucuyu daha yaygınlaştırıyor ve hem biyolojik ve hem de kriminal risk katsayısını daha da büyütüyor. Kenevire karşı kullandığınız argümanı Solvent’ler, Tiner, Aseton’a, Bally’e karşı kullanabilir misiniz. Bizi mi kandırıyorsunuz, kendinizi mi?
Selam ve dua ile.
Not: Konya seyahatimizde birlikte olduğumuz, Dr. Mithat Direk, Umut Doğan, İstanbul’dan Elif Dülger, Ankara’da da sık sık bir araya geldiğimiz Ahmet Nader Erdem’e, teşekkür ediyorum.. Bu konu herkesin meselesi olmalı. Çünkü gelecek hepimizin geleceği. Bütün ayrılıklarımız bir kenara, bu hepimizin ortak, olmazsa olmaz bir meselesidir.