Tasavvuf'un İslam'a Verdiği Zararlar-I-

Tasavvuf, halkın din anlayışını aslî çizgiden bozup saptıracak birçok tahrifatta bulunmuştur. Bunların belli başlılarını şöyle sayabiliriz: 

Allah inancı

Vahdet-i vücut, vahdet-i şühud, fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fillâh anlayışıyla tevhide tümüyle ters Allah inancını savunmak, tasavvuf büyüklerini ve Peygamberimizi Allah’ın nice özelliklerine sahip kabul ederek tanrılaştırmak, Allah tecelli ediyor diyerek Allah’ın gözüktüğünü iddia etmek, aşk kavramını Allah için kullanarak kirletilmiş ve beşerî ilişkileri çağrıştıran “İlâhî aşk” söylemiyle Allah’ın şânına yakışmayacak şekilde tevhidden sapmak, kadın şeklinde veya başka şekilde onun kendilerine tecelli ettiğini iddia etmek.

Hulûl: Bir şeyin diğer bir şeye girmesi demektir. Tasavvufta; Allah’ın bazı eşyaya veya kişilere girmesi inancı. Bu inançta olan mutasavvıflara hulûl ehli adı verilir. (Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Y. 3. Baskı, s. 247)Hulûl; (hâşâ!) Allah Teâlâ'nın, yaratıkla birleşip bütünleşebileceğine, yani Allah’ın varlığının beşerî varlığa girdiğine ilişkin inançtır. Hulûl inancını benimseyip yaygınlaştıran Hallâc-ı Mansur, ayrıca dinlerin birliğinidekabul etmektedir.

Peygamber İnancı

Nübüvvet, peygamberlik demektir. Tasavvufta; İbn Arabî, Son peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.s.) getirdiği şeriat çerçevesinde evliyânın keşf ve ilham yoluyla Allah’tan aldıkları irfâna ve bilgilere umûmî ve mutlak nübüvvet adını vermektedir. (S. Uludağ, s. 415)

Hadis rivâyetini ilmî yöntemlerle değil de rüyada, keşifte Peygamber’den kendilerinin rivâyet ettiğini iddia etmek; kendi tezleri için gerektiğinde hadis uydurmaktan çekinmemek, nûr-ı Muhammedî diye uydurma bir terim icat ederek Peygamberimizi yarı tanrı seviyesine çıkarmak; aynı zamanda tam tersine bir anlayışla peygamberleri evliya seviyesine düşürmek…

Tasavvufun Peygamber Anlayışı: Nur-ı Muhammedi ve Hakikat-ı Muhammedi Kavramları:

Tasavvufçular, beşer üstü bir peygamber anlayışının ürünü olarak“Hakikat-i Muhammediye” de denilen “Muhammedî Nûr” inancını benimser. Bu kavramı, genellikle tasavvufçular kullanır.
 
Hakikat-ı Muhammedî veya Nur-ı Muhammedî demek Allah'ın ilk defa ve ilk varlık olarak Hz. Muhammed'i kendi nurundan yaratması demektir. Halk kitlelerinin ve tasavvuf kültürünün vahdet-i vücut düşüncesinin de etkisiyle bu görüşü benimsediğini görmekteyiz. Bu anlayışa göre; ilk yaratılan varlık Hz. Muhammed'dir; Hz. Adem değildir. Hatta dünya bile onun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. Hatta her şey ondan yaratılmıştır. (Mehmet Demirci, Hakikat-ı Muhammediye, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, XV, 179).Diğer varlıklar derece derece Peygamber'in varlığının bir parçasından oluşmuştur. Bu düşünceleri değişik ifadelerle Zünnun el-Mısri, Abdullah b. Sehl et-Tüsteri, Hallâc ve Muhiddin Arabî'de görebiliriz. Aynı düşüncelere Abdülkerim el-Cîlî ve Celaleddin-i Rumi'de de rastlamaktayız. Bu şahısların ortak yönü hepsinin tasavvufçu olmasıdır.

Bu konuyla alâkalı Kur'an-ı Kerim'de ve sahih hadislerde hiçbir açıklama yoktur. Yaratılan ilk varlığın ne olduğu ancak naslarla bilinebilir. Gaybî bir konudur. Biz Müslümanlar olarak âlemlerin ve bütün nimetlerin hepsinin insanlar için yaratıldığına inanıyoruz. Hz. Muhammed'in de insanlara doğru yolu gösteren diğer peygamberler gibi bir peygamber olduğunu ve bir beşer olduğunu biliyoruz.

Hakikat-ı Muhammediye teorisi hurafe ve saçmalıktan başka bir şey değildir. Yunan felsefesinden Hıristiyanlığa, oradan Şia'ya, oradan da Sünnî tasavvufa ve bazı Müslümanların kültürüne geçmiştir.Felsefecilere göre ise; Muhammedî Nûr, başlangıçtan kıyamete kadar olacak şeylerin projesini yazan ilk unsur ya da ilk akıldır (akl-ı evvel).

Allah’ın peygamber’i tanıtması, sevdirmesi, övmesi ölçü olarak mü’minlere yeterlidir. Peygamberimize bağlılığı, sevgiyi ve onu örnek almamızı tavsiye eden çok sayıda ayet ve sahih hadis varken, uydurma ve hurafelere müracaat etmenin arkasında başka gerekçeler aramak gerektiriyor.

Din İnancı

Tasavvufta; dinlerin birliği (vahdet-i edyân). Bütün renklerin aslı renksizlik olduğu gibi, bütün dinlerin aslı da bir ve aynıdır. Bu anlayışa “bî-reng”, yani renksiz(lik) denir. Bu da bütün insanların “elest bezmi”nde kendilerinin kul, Allah’ın Rab olmasını kabul etmelerinden ibâret olan tek ve bir dindir. Belli bir mertebeye ulaşan mutasavvıf, bütün din mensuplarına aynı gözle bakar. Çünkü hepsinin aslı birdir. Bütün dinler ve mezheplerde esas olan sözkonusu dinin renkleridir. Hallâc’a göre insanlar, kendilerinin tercih ettikleri din üzere değil; kendileri için tercih edilen din üzere bulunurlar. İbn Arabî’ye göre Allah, kendisinden başkasına ibâdet edilmemesine ferman buyurduğundan, esasen O’ndan başkasına ibâdet etmek mümkün değildir, başka şeylere ibâdet edenler farkında olmadan Ona ibâdet ederler. O yüzden put da birdir, Allah da (S. Uludağ, s. 102-103).

Kitap ve Kur’an İnancı

Dört kitabı, tümüyle olumlayarak muharref kitaplarla Kur’an arasında her yönüyle birlik olduğunu kabul etmek, Kur’an meali okunacağına Mektubat gibi mutasavvıfların kitaplarının okunmasını tavsiye etmek; Kur’an’ın mealini ve tefsirini okumayı müridlere ve çevrelerine yasaklamak, kendi meal ve tefsirleri varsa, ancak ona müsaade etmek…

Kur’an’ın şirk sebebi saydığı ataları, örf ve âdeti kutsayıp geleneksel mirası, Kur’an’a ve İlâhî ölçülere ters olduğu halde ölçü kabul etmek; meselâ Kur’an’a ters nice görüşleri ve şatahat cinsinden sözleri olduğu halde eski tarikat büyüklerinin yolunu takip etmeyi gerekli görmek…

Kur’an âyetlerinin zâhirî anlamlarıyla bağlantısız farklı bâtınî anlamları olduğunu iddia etmek, nice âyetleri anlam yönüylehiç alâkası olmadığı halde tasavvufun uydurma kavramlarına delil gibi sunmak… 

Halifelik ve Bey’at İnancı

Halifelik, bütün ümmetin bağlılığını gerektirecek şekilde, dini ve müslümanları, tüm insanî özellikleri korumak, sosyal hayatı idare etmek konusunda Hz. Peygamber’e halef olmak demektir. İslâmî devlet yönetiminde olmazsa olmazlardan biri bey’atle başa geçen halifelik/imamlık, adalet (Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek) ve şûra prensipleridir. Bu hilâfeti tekrar bulunulan coğrafyaya hâkim kılma gayreti yerine, şeyhlerine halife diye bakıpbu kavramı tahrif ederek günümüzde bu halifeliğin ciddiyet, ağırlık ve gereğini unutturarakonların görevlendirdikleri veya yerlerine aday olanlara halife diyen anlayışı öne çıkarır tasavvuf.

Kur’an’ın sadece Rasûlullah’la ilgili olarak gündeme getirdiği ve otorite sahibi olmayı gerekli kılan “karşılıklı alış-veriş” anlamına gelen “bey’at” kavramını, İslâm devlet başkanı dışındaki ahitler için kullanmakta bir sakınca görmemek ve bey’at edilecek bir imam (İslâmî otorite) edinmenin yollarını önemsememek; halife kabul ettikleri kendi şeyhlerine bağlılık sözü almak için bey’at kavramını kullanmak…

İbadetlerin ve Mükellefiyetlerin Düşeceği Anlayışı

Hulûliye: “Güzel kadınlara ve oğlanlara (tüysüzlere) bakmak helâldır, Allah’ın bazı sıfatları bize hulûl eder. Bu hal içinde iken öpüşmek ve sarmaş dolaş olmak câizdir” diyen mutasavvıflar zümresi. (S. Uludağ, s. 247)

Evliyâiye: Allah’ın velîsi ve dostu olma seviyesine yükselenlerden mükellefiyetin ve ibâdetlerin düşeceğine inanan mutasavvıflar zümresi. (S. Uludağ, s. 181)

Hurriyye: Kendilerinden geçmiş bir halde iken cennetten gelen hûrîlerle seviştiklerini ve cinsî temas kurduklarını iddia eden mutasavvıflar zümresi. (S. Uludağ, s. 249)

Habîbiye: “Bir kimse, yaratılmışlardan ilgisini keserek Allah’ı kendisine sevgili ve dost edinirse, ondan teklifler düşer” diyen mutasavvıflar zümresi. (S. Uludağ, s. 211)

Kur’an’a Aykırı Velî-Evliyâ Anlayışı

Evliyâ: Velîler, dostlar. Tasavvufta; ermişler, erenler. Özel anlamda sadece Allah’ın kendilerine kerâmet ve ilham ihsan ettiği kâmil mü’minler evliyâdır. Evliyânın çeşitli varlıklar üzerinde etkili olan bir mânevî gücü vardır. Duâları Allah katında makbul olur (S. Uludağ, s. 180-181).

Velî kavramı, tarihsel süreç içinde, özellikle tasavvufun etkisiyle Kur’an’daki anlamının dışına kaydırılmış, müttakî mü’minlerin vasfı olmaktan çıkarılıp, olağanüstü özellikleri bulunan insanüstü şahsiyetlerin sıfatı olarak kullanılmıştır. Velî sıfatını bütün mü’minler, Kur’an’daki şekliyle anlayıp hayatlarına geçirmeli, kâfirleri velî/yönetici kabul etmemeli, kendileri de birbirlerinin velîsi/dostu olmak için görevlerini yerine getirmeli, velînin kerâmetle ve özel statülerle ilgisi olmadığını kabullenmelidir. Allah dostu (velî-evliyâ) olmak için keramet sahibi olmayı şart görecek bir anlayışla onları tanrılaştırır gibi yüceltmek; şeyhlerinin gaybı bildiğini ve insanüstü özellikler sahibi olduğunu kabul ve iddia etmek, tasavvufun velî-evliyâ inancıdır.

“Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyânın/dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.” (7/A’râf, 3)

“İyi bilin ki, Allah’ın evliyâsına (O’nun velî kullarına, dostlarına) korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de.

Onlar, iman edip de takvâ sahibi olanlardır (sorumluluk bilincine sahip, şirkten ve büyük günahlardan sakınanlardır).” (10/Yûnus, 62-63)

“Dünyada ve âhirette benim Velî’m (yardımcım ve işimi deruhde eden) Sen’sin. Beni müslüman olarak öldür ve sâlihler arasına kat.” (12/Yusuf, 101)

“İnsanlar arasında Allah'a çeşitli eşler koşup bu koştukları eşleri Allah'ı sever gibi sevenler vardır. Oysa müminler en çok Allah'ı severler. Zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'ta olduğunu ve Allah'ın azabının ağır olduğunu anlayacaklarını keşke şimdiden bilselerdi!

İşte uyulanlar (liderler), kendilerine uyanlardan uzaklaşıverdiler, azabı gördüler ve aralarındaki bütün bağlar kesildi.

Uyanlar o zaman ‘Keşke bir daha dünyaya geri dönebilseydik de şimdi onlar bizden nasıl uzaklaştılar ise biz de onlardan öyle uzak dursaydık’ derler. Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını hayıflanmalar biçiminde gösterir. Onlar Cehennemden çıkamayacaklardır.”(2/Bakara,165-167)

“Ve derler ki: ‘Rabbimiz, biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de, böylece onlar bizi yoldan saptırdılar.

Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.” (33/Ahzâb, 67-68)

Şeyhleri Mâsum Kabul Etmek

Bazı hocaları, âlim veya şeyhleri mâsum kabul etmek; onlara isnat edilen hiçbir suç ve hatanın doğru olma ihtimalini zerrece kabul etmemek…  

 Bâtınî Hallere Vâkıf Olmak

İşrâf: Bilmek, haberdar olmak, vâkıf olmak, Tasavvufta; bâtınî hallere vâkıf olmak, insanların rûhî hallerini ve kalplerinden geçirdiklerini bilmek. [Sezmek, hissetmek anlamına gelen firâset, tasavvufta; Yakîn, keşfetme ve gaybı görme, gaybı bilme anlamında kullanılır (S. Uludağ, s. 194)]. Firâsetten farkı, firâsetin geçici, işrâfın kalıcı olmasıdır (S. Uludağ, s. 283).

Cihad Anlayışı

Allah’ın ihsan ettiği her türlü imkânı Allah yolunda seve seve kullanıp feda edebilme, O’nun yolunda cehd ve gayret edebilme bilinci demek olan “cihad” farîzasını ve buna bağlı Allah yolunda savaşı “küçük” ve önemsiz görmek, ya da tam tersine cihadı sadece savaşla sınırlı tutmak…

Cin ve şeytan (cincilik, büyücülük ve üfürükçülüğün Müslümanlıkla ilgili olduğu imajı vermek, abartılı şekilde cin çarpması ve büyü değerlendirmesi yapıp bunu tedavi etmek kasdıyla muskacılık ve benzeri yollarla istismar etmek…

 Vesile Anlayışı

Haram, hatta şirk olan türden vesile anlayışıyla; sadece Allah’tan istenecek şeyleri şirk derecesinde başkalarından duâ edip istemek gibi.

Gayrı meşrû vesileler edinmek, Allah’ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği bazı diri ve ölülerin yüzü suyu hürmetine diyerek Kur’an ve Sünnette olmayan şeyleri ibadet olan duaya monte edip bid’atler işleyerek  Allah’a yaklaşacağım diye cehenneme yaklaşacak yöntemler bulmak…

Kur’an’da rahmet ve ilim verilen kul şeklinde belirtilen, adının rivayetlerde Hızır olduğu belirtilen kişiyi ölümsüz, helâk veya ihyâ etmeye kadir, kul bunalınca yetişecek bir tanrı şeklinde kabul etmek… 

İnşaallah devam edecek...

islamvehayat

Bu yazı toplam 3819 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar