Tezat ülkesi Türkiye

Tezat ülkesi Türkiye

Türkiye'nin çeşitli kentlerinde mitingler düzenleniyor ve aralarında çok sayıda kadın ve gencin de bulunduğu, eğitimli ve Avrupa'yı ....

Türkiye'nin çeşitli kentlerinde mitingler düzenleniyor ve aralarında çok sayıda kadın ve gencin de bulunduğu, eğitimli ve Avrupa'yı örnek alan orta tabakanın bulunduğu geniş bir kitle, Adalet ve Kalkınma Partili Erdoğan hükümetini protesto ediyor. Oysa protesto ettikleri hükümet, onlarca yıldır katedilemeyen bir mesafeyi katederek Türkiye'yi Avrupa'ya yaklaştırmayı başardı

Ordu, laikliğin tehlikede olduğunu iddia ederek askeri darbe tehdidinde bulunuyor. Bu iddiaya delil olarak da bazı okulların müzik dersinde ilahiler söylenmesini ya da çeşitli kentlerde Kuran okuma yarışmaları düzenlenmesini örnek gösteriyor. İşte bunları tehlike olarak niteleyen ordu, demokratik yoldan seçilmiş bir hükümeti, üstelik seçimlere 6 ay gibi kısa bir süre kalmışken kalkıp tehdit ediyor.

Ordunun bu tutumuna en güçlü destek ise Uluslararası Sosyalist Enternasyonal üyesi bir partiden, Cumhuriyet Halk Partisi'nden geliyor. Milyonlarca insan sokaklara dökülüp protesto gösterileri düzenlerken, asıl hükümetin bir darbeyle karşı karşıya bulunmasını dikkate almıyor.

Modern bir Külkedisi masalı

Türkiye'deki aydın kesim bu tezat yumağı karşısında neler düşünüyor? Radikal gazetesi yazarlarından H. Gökhan Özgün, Türkiye'de cumhurbaşkanlığı seçimi ile başlayan krizi bir masal ile anlatıyor. Özgün, "Avrupa kendine yeni bir aday bulmuştur. Hem de bir külkedisi. Doğuştan prenses Türkan, o güne dek hiç yüzüne bakmadıgı 'külkedisine' Hayrünisa'ya önce istifham ve hemen ardından da ikrah dolu bir bakış fırlattı. Türkan'ın yerine Hayrünisa. Bu Avrupa neyin peşindedir?" sorusunu ortaya atıyor.

Özgün'ün masalında sözünü ettiği „külkedisi" Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Cumhurbaşkanı adayı, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün eşi, Recep Tayyip Erdoğan'ın seçmeninin de desteklediği Hayrünisa Gül'dür. Hayrünisa Gül'ün başörtülü olması laik kesim için cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde sorun yarattı.

Masaldaki „prenses" Türkan ise Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan'dır. Saylan, son haftalarda Türkiye'nin çeşitli kentlerinde düzenlenen, Erdoğan hükümeti karşıtı Cumhuriyet mitinglerinin organizatörlerinden biridir.

Prof. Dr. Saylan, Mayıs ayı başında Avrupa Birliği'ne de bir mektup yazarak neden Cumhuriyet mitingleri düzenlediklerini açıkladı. Saylan ve onun gibi düşünen binlerce gösterici en son Samsun'da bir miting düzenlediler ve burada „ne Avrupa Birliği, ne de ABD" diye slogan attılar.

Saylan'ın Brüksel'e yazdığı bir mektup

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Saylan'ın, Brüksel'e hitaben kaleme aldığı mektupta özellikle şu satırlar dikkati çekiyor: "Türkiye Cumhuriyeti halkının belli duyarlılıkları vardır. Bunların başında Atatürk gelmektedir. Ülkenin kurucusu, devrimlerin ve laik düzenin temelini atan bu büyük insan, köyden kente, yediden yetmişe, tabanda ve tepede yürekten sevilmekte, sayılmaktadır. " Oysa AB ülkelerinin sorumluları da Atatürk elestirişine girince, zaten pamuk ipliğine baglı ilişkiler yara almaktadır."

Türkan Saylan, Atatürk konusunda olduğu gibi ordunun siyasete karışmasına Brüksel'den gelen eleştirilerin de halk arasında aynı rahatsızlığa olduğunu ileri sürüyor. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Saylan, "ne Avrupa Birliği, ne de Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'de ordu ile halkı birbirine bağlayan sevgi ve saygı bağının gücünü anlayabilir" diye devam ediyor.

Prof. Saylan, AB'ye yazdığı mektupta "AB'ce çok iyi bilinmelidir ki, ordunun, özellikle ana görevi olan laik Cumhuriyet düzenini koruma görevi nedeniyle, görevlilerin göz yumduğu şeriatı çağrıştıran ve küçükleri istismar eden girişimler karşısında uyarıda bulunması, bir sivil toplum örgütü kadar doğal haklarıdır" diyor.

Artan protesto gösterilerinde başı çeken ikinci güç ise Atatürkçü Düşünce Dernekleri. Bu derneğin başında emekli jandarma genel komutanları ile yine bir akademisyen olan Prof. Necla Arat var. Prof. Arat da cumhurbaşkanlığı sürecinde sesini yükselten ve "darbe" tehdidi içeren Genelkurmay'ın açıklamasını olağan bir gelişmeymiş gibi değerlendiriyor.

Arat, "İşadamları, mühendisler, siyasiler yazar ve sanatçılar siyasi tutumunu açıkça ortaya koyarken, onların (askerlerin ) fikirlerini belirtmesinden neden rahatsız oluyoruz?" diye soruyor.

Muhtıra dine tepki mi?

Arat da, Prof. Saylan gibi özellikle dinin tehdit oluşturduğu dönemlerde ordunun çıkışını "dine tepki" olarak niteliyor. Bununla tam olarak neyi kastettiğini anlamak için, onun gibi düşünen Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu'nun, mahkemenin kuruluşunun 139. yıldönümü dolayısıyla yaptığı konuşmaya kısaca göz atmak yeter.

Çörtoğlu konuşmasında "Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı her tür hareket, irticadır" diyerek noktayı koyuyor. Danıştay Başkanı'nın bu sözleri, özünde Türkiye Cumhuriyeti'nin de resmi ieolojisidir.

Peki ama bu bakış açısı her türlü siyasi özgürlüğün çerçevesini daraltıp, yerle bir etmiyor mu? Yazar Murat Belge, "Ya sosyalistler, liberal demokratlar ve düşünce yapısı, siyasi görüşü Atatürkçülükle örtüşmeyenler ne yapacak" diye soruyor.

"Bu saydığımız gruplara bir de 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa Birliği'nin temelini oluşturan çoğulcu demokrasi inananlarını, ordu karşıtlarını, bireyselciliğe önem verenleri ve serbest bir toplum yapısını amaç edinenleri eklemek gerek" diye devam ediyor Murat Belge sözlerine.

Milli birlik ve beraberlik

Türkiye'de son haftalarda düzenlenen Cumhuriyet mitinglerinin organizatörleri bu tür yeni bakış açısını akıllarına bile getirmiyorlar. Onların halka seslenişlerinde öne çıkan kavramlar "suni ayrımları ortadan kaldıran milli birlik ve beraberlik", "Cumhuriyet düşmanlığına" ve "yeni sömürgeci dış müdahalelere karşı mücadele", "vatanın parçalanmasına engel olma ve dine karşı görülen tepki" gibi kalıplar. Genelkurmay tarafından da kullanılan bu kavramlar biraraya gelince birbirine kenetlenmiş, kemikleşmiş bir tabu ortaya koyuyor.

Tabuya dönüşen bu eğilim Cumhuriyetin kurucusu Kemal Atatürk'ün vasiyeti gibi lanse ediliyor ve bu arada Atatürk giderek ilahlaştırılıyor.

Atatürkçü Düşünce Derneği'nin yönetim kurulu üyesi, öğretim görevlisi Prof. Ali Ercan örneğin Ankara'da yapılan Cumhuriyet Mitingi'nde Anıtkabir'e seslendi ve "Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, aramızdan ayrılışının 24 bin 992'nci gününde huzurunuza hüzün ve utançla geliyoruz" diye konuştu Anıtkabir'e dönerek.

Prof. Ali Ercan'ın sözlerini duymuş bir sesin tepkisi gibi, birden meydandaki hoparlörlerden Atatürk'ün 1933 yılında halka seslendiği konuşmanın orijinali meydanda yankılandı.

Gazeteci-yazar Perihan Mağden ise köşe yazılarında konuyu ve Cumhuriyet mitingleri ile yaşanan gelişmeleri değerlendirirken bir çok entellektüel gibi AKP hükümetinden radikal dinci bir eğilimin doğabileceğine inanmadığını vurguluyor. Mağden'in bir makalesindeki şu alıntı, yazarın düşüncelerini açık ve net biçimde özetliyor:

"Keşke ben de Kemalist dininin bir mensubu olsaydım. Her daim vesayet altında bir çocuk gibi yasasaydım. O zaman Anıtkabir'in mermerlerine başımı dayar, bi yandan mermerleri öperken, diğer yandan da 'Çok yalnızım Atam!' derdim. Mozoleden ses gelirdi: 'Yalnız degilsin! Kendini benim vekilim telakki eden Büyükanıt paşan, kendini benim partimin başı kabul eden Baykal amcan, senin gibi hisseden yüz binlerce demokrasi özürlü kardeşin vardır.' .. Ben de hemen deseni ay yıldızdan oluşan dekolte/streç bir tişört edinir, bayrak temalı kepimle Çağlayan'a akardım."

Perihan Mağden gibi düşünen bir diğer kişi de Türkiye Ermenilerinden, ünlü müzisyen Garo Mafyan. Ünlü müzisyen ve besteci Mafyan, "Benim yaşam felsefem Boğaz'da balık yiyip, yanına rakı içebilmektir" diyor ama bu arada tanınmış tarikat lideri Fethullah Gülen'in şiirlerine beste yapmaktan da geri kalmıyor. Bu arada hemen ekleyelim, birçok Kemalist için Fethullah Gülen, kuzu postuna bürünmüş bir şeytandan başka birşey değil.

Yurttaş bildirisi

500 kadar yazar, sanatçı, siyasetçi ve entellektüelin yaynladığı "Yurttaş Bildirisi"nde, Türkiye'nin, içinde bulunduğu siyasi krizden ordunun darbe kokan atılımlarıyla değil, sadece ve sadece demokrasi ile kurtulabileceğine inandıklarını duyurdular.

Bu kadar açık ve net sözler şimdiye dek ne muhalefet partilerinden, ne de İzmir'deki kalabalık Cumhuriyet mitingine katılan göstericilerden gelmişti. O göstericiler, denizden katılımın da yaşandığı mitingde rastladıkları bir savaş gemisinin mürettabatı olan askerleri de alkış yağmuruna tutmuşlardı.

Yurttaş Bildirisi'nde de dikkat çekildiği gibi güçlenen bir demokrasi, çoğunluğunu orta tabakadan gelenlerin oluşturduğu kişilerin sorunlarını çözmüyor, çünkü o tabaka, şimdiye kadar dek ihmal edilmiş, topluma uyum sağlamasına fırsat tanınmamış bir sınıfın, Kürtlerin sorununa çözüm arama kaygısını taşımıyor. Üstelik Kürtler Cumhuriyet mitingi düzenleyen bu kesimin beklentilerine uymuyorlar, oysa varlıkları Türkiye'de kendini her geçen gün daha da fazla hissettiriyor. Hem ekonomik, hem kültürel, hem de siyasi alanda.

Günther Seufert

Almanca'dan çeviren: Hülya Topçu Erdoğan

© Qantara.de 2007