Türkiye AB'yi İslam'la Barıştırabilir
Laik Avrupalılar, İslam'ın kök salması karşısında endişeli İslam'da karar kılan Türkiye AB üyesi olursa bu yanlış imajı değiştirebilir… Lübnan gazetesi Müstakbel’in yorumu….
MUHAMMED EL SEMMAK
Modern Türkiye'nin Atatürk tarafından kurulmasından bu yana Çankaya Köşkü'ne başörtülü bir bayan girmemişti. Fakat durum değişti. Yeni cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrunnisa Gül, Köşk'e ihtişamlı İslami kıyafetleriyle giriyor. Yeni cumhuriyetin doğumunun kolay olmadığı, içeride ve dışarıda hâlâ büyük sorunlarla mücadele ettiği doğru. Ancak Türk halkı, Başbakan Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP'yi ezici çoğunlukla iktidara taşıyan son genel seçimlerde sözünü söyledi. İç sorunların temel kaynağı, kendisini laikliğin koruyucusu sayan ordu. Erdoğan bunu bildiği için Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi sonrası birlik çağrısı yaptı.
Papa kendi adına akıllılık etti
Dış sorunların temel kaynağıysa, kapıyı Türkiye'nin üyeliğine ne kapatan ne de açan Avrupa. Türkiye kimlik 'konusu'nu belirledi: İslam. Peki Avrupa, Müslüman Türkiye'nin AB üyeliği talebine yanıtını nasıl ve ne zaman netleştirecek? Burada şu 'rastlantıya' işaret etmek gerek: Papa 16. Benediktus'un, Ankara'nın AB üyeliğine desteğini açıkladığı Türkiye ziyareti daha sona ermemişken, aynı AB'den Türkiye'yle müzakerelerin dondurulması gerektiği yönünde beklenmedik bir açıklama gelmişti.
Türkiye daha Papa'nın açıklamasına sevinememişken, Yunan Ortodoks Kilisesi lideri Başpiskopos Hıristodulos Katolisizm'in başkentine ilk ziyaretini gerçekleştiriyordu. Papa'nın Türkiye ve Hıristodulos'un Vatikan ziyaretinin ortak paydası Kıbrıs sorunuydu. Yunanistan, Türk güçlerinin adayı ikiye bölen harekâtı düzenlediği 1974'ten bu yana Kıbrıs konusunda Türkiye'yle anlaşmazlık yaşıyor. Türkiye'yse, AB üyeliği için adanın Rum tarafını tanıması isteğine karşı.
Papa kendisinin ve Katolik kilisesinin, Avrupa'nın Türkiye'ye yönelik olumsuz tutumunun sorumluluğundan muaf olduğunu ifade edebilir. Fakat Papa Avrupa'nın Hıristiyanlığa ve Hıristiyanlığın Avrupa'ya dönmesi 'zorunluluğu'na dair tutumunu değiştirmedi. Ancak zekâsıyla Türkiye'nin üyelik sorununa dair acı misyonu yerine getirme işini AB'ye bıraktı. Avrupa'nın da Kıbrıs konusunun dışında, insan ve azınlık hakları sicili nedeniyle Türkiye'ye tacizkâr şartlar dayatarak yaptığı bu. Aslında, dini azınlıkların ve özellikle de Hıristiyan ve Yahudilerin haklarına saygının, Türkiye'nin üyeliğini kolaylaştırmak için pazarlık unsuru haline getirilmesi doğru değil. Bu tür bir saygı, İslam inancının gereklerinden biri ve İslam'ın görev kıldığı bir vecibedir. Dolayısıyla İslam toplumlarındaki Müslüman olmayan azınlıklara muamele, hiçbir siyasi pazarlığa konu edilmemeli. Türkiye'ye düşense, İslam hukukunun öngördüğü bu haklara bağlı kalmaktır.
Papa'yla Avrupa'nın Türkiye'ye yönelik tutumu arasındaki bağlantının kopmasına, 16. Benediktus'un Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun da katılımıyla İstanbul'da Sultan Ahmet Camisi'ne yaptığı ziyaret katkıda bulundu.
Bu girişimin, 16. Benediktus'un birkaç ay önce Almanya'daki bir konferansta İslam'ı karalayarak sert tepkilere neden olmasıyla açılan sayfanın kaldırılmasına destek olduğu da şüphesiz. Avrupa'da bir sorun var ve görünürdeki neden İslam; zira Avrupa'daki Müslüman nüfus artıyor. Avrupalıların sayısıysa doğum oranlarının düşmesiyle azalıyor. Hatta Almanya gibi bazı ülkelerde ölüm oranları doğum oranlarından yüksek.
Fakat sorun sadece şekil açısından böyle açıklanabilir. Öz itibarıyla, Avrupalı Müslümanların dine bağlılığı artıyor. Avrupalı Hıristiyanlar da dinden uzaklaşıyor. Türk asıllı büyük bir Müslüman nüfusun bulunduğu Almanya'da 2004-2006 arasında 18 mescit inşa edilmiş. Böylelikle Almanya'daki mescit sayısı 159'a yükseldi. 128 yeni mescidin inşası da sürüyor. Türk-Alman Müslümanlar ihtiyaç olmasa bu mescitleri yapmazlardı. Buna karşın tablo Hıristiyan Almanlar ve Avrupalılar nezdinde ters yönde. Papa 16. Benediktus'un memleketi Almanya'nın yoğun nüfuslu büyük bölgelerinden Essen'de 350 kiliseden 98'inin, katılımın olmaması nedeniyle kapatılıp kültürel ve sanatsal faaliyetler için kullanılmasına karar verilmiş. Bu durum sadece Türklerin yaşadığı Almanya'da değil, diğer Avrupa ülkelerinin çoğunluğunda büyük soru işaretleri yaratıyor. Dolayısıyla, 16. Benediktus'un ve selefi 2. Jean Paul'ün endişelerini anlamak mümkün. Ayrıca Vatikan'ın, Avrupa'nın Hıristiyanlığa, Hıristiyanlığın da Avrupa'ya dönüşüne dair açık söylemi de anlaşılabilir. Bu söylem Türkiye'nin İslami kimliğinin meclis, hükümet ve cumhurbaşkanlığı gibi çeşitli anayasal kurumlarda pekişmesi sonrası daha da güçlenecek.
'Dindarlaşma laiklikle çelişir'
Önceki Papa, Avrupa Anayasası'nın taslağını belirlemeye çalışan Avrupa Konvansiyonu'nu, Hıristiyanlığın Avrupa kimliğindeki yerini teyit eden bir metnin bulunmasına ikna etmeye çalıştı. Fakat eski Fransa Başbakanı Valèry Giscard d'Estaing'in başkanlığındaki konvansiyon bu talebi yerine getirmedi. Papa, bu konuda sıkıntı duyarak öldü. Halihazırdaki Papa da bu sıkıntıyı bitirmeye çalışıyor. Söylemiyse, Hıristiyanlık ve Avrupalılığa ortak dönüşe yönelik. Hatta Vatikan'da Rum Ortodoks Kilisesi lideriyle görüşmesinde şöyle konuştu: "Avrupa sadece ekonomik bir gerçek olamaz. Katolik ve Ortodoks mezheplerinden kültürel ve manevi katkılarını sunmaları isteniyor. Kıtanın Hıristiyan köklerini savunmaları gerekir. Hıristiyan inancının karşılaştığı kapsamı artan laiklik, izafiyetçilik ve Nihilizm gibi yeni tehlikelere yanıt vermek için, AB ülkelerindeki Hıristiyanlar arasında işbirliği kaçınılmaz."
Fakat bunun gerçekleşmesi hâlâ uzak ihtimal. Zira Avrupalılar, özellikle de Fransız ve Almanlar din savaşlarından dolayı sıkıntı yaşadıktan sonra hayatlarının, siyasi rejimlerinin, eğitim ve kültür programlarının temeli olarak laiklikten destek aldı. Bu yüzden de, Vatikan'ın çağrılarına icabet etmekten kaçındıkları bir zamanda, İslam varlığının laik toplumlarının ortasında büyümesine yönelik endişelerini gizlemiyorlar. Bu endişe İslam'dan nefret etmelerinden değil, dini ilkesel olarak reddetmelerinden kaynaklanıyor. İslam'ı bilmiyorlar; İslam'ı kötü tanıtan aşırılıkçı bazı Müslümanların davranışlarını biliyorlar sadece.
Avrupalılar kiliselere fazla önem göstermiyorlar. Fakat minareleri ve kubbeleri yükselen mescitlerden dolayı korku derecesine varan bir endişe yaşıyorlar. Onlar çözümü kiliseye dönmekte değil, hayat sistemi olarak hoşnut oldukları laikliğe tutunmakta görüyor; mescitlerin özellikle de cuma günleri namaz kılanlarla dolmasına karşı kuşkularını ortaya koyuyorlar. Zira onlara göre, dindarlaşma laiklikle çelişiyor. Öte yandan, genel özgürlüklere ve özellikle de insanın dilediği şeye ve kimseye inanma hakkına saygı gösterdikleri için de insanları inançtan alıkoyamıyorlar.
Camilerin hepsi 'şüpheli' sayılıyor
Sorunun özü burada. Bu sorun, İslam'ın Avrupa kültüründe aşırılık yanlılığıyla bağlantılandırılması sonucu daha da çıkmaza giriyor. Medya az sayıda Müslüman'ın ortaya koyduğu bu kültürün yayılmasında esaslı bir rol oynuyor. Türkiye de, AB'nin üyeliğine yönelik olumsuz tutumuyla bunun faturasını ödüyor. Avrupa'daki güvenlik organları, mescitleri köktencilerin hatta teröristlerin üretim fabrikaları olarak görür hale geldi. Bu yüzden özellikle de Almanya, Hollanda ve Britanya'daki güvenlik teşkilatları mescitleri gözlemliyor.
Kuran, 'Allah'ın mescitlerine Allah'la birlikte hiç kimseyi çağırmayın' der. Bu ilkeye saygı ve yükümlülük, sadece Avrupa'daki İslam'la ilgili çirkin tabloyu değil, aynı zamanda İslam'a yöneltilen haksız suçlamaları da ortadan kaldıracak, Avrupalı Müslümanlara güven verecek ve inançları olumsuz etkilenmeden Avrupa toplumlarına entegre olmalarını kolaylaştıracaktır. Şimdi soru şu: Acaba İslam'da karar kılan Türkiye, Avrupa'daki Türkler kanalıyla ve AB'ye girerek, bu yapıcı dini rolü üstlenebilir mi? (Lübnan gazetesi Müstakbel, eski Lübnan milletvekili, 10 Eylül 2007)